Hiç düşündünüz mü, neden dedelerimizin ve ninelerimizin isimleri genellikle iki kelimeden oluşur? Mehmed Emin, Ahmed Cevdet, Ali Rıza, Fatma Zehra, Ayşe Sıdıka… Bu isimler sadece bir hitap değil, aynı zamanda bir dönemin kültürünü ve ruhunu yansıtan birer aynadır.
Osmanlı toplumuna baktığımızda isimlerin çoğunlukla iki parçalı olduğunu görürüz. Bunun hem dini hem de sosyal sebepleri vardı. Osmanlı’da ikinci isim, bir yönüyle ayırt edici bir işlev görürdü. Soyadı olmadığı için aynı köyde, aynı mahallede onlarca Mehmed veya Fatma bulunabiliyordu. Bu durumda “Mehmed Ali” ile “Mehmed Emin” birbirinden ayrılır, “Fatma Zehra” ile “Fatma Şerife” farklı kişilikler olarak kayda geçerdi. Bir diğer sebep de hürmetti. İsimlerin yanına eklenen “Emin, Rıza, Şerif, Hakkı, Hüsnü” gibi erdem belirten sözcükler kişiye vakar kazandırırdı.
Kadın isimlerinde ise klasik üçlü—Fatma, Ayşe, Hatice—çoğunlukla başka bir zarif ya da dini isimle birleşirdi. Bu nedenle Osmanlı defterlerinde sık sık Fatma Zehra, Hatice Zübeyde, Ayşe Nuriye gibi isimlere rastlarız.
Tarihi şahsiyetlere bakıldığında da bu geleneğin izlerini görmek mümkündür. Osmanlı sadrazamlarından Halil Hamid Paşa, Mahmud Şevket Paşa, Hüseyin Avni Paşa; büyük âlimlerden Ahmed Cevdet Paşa, İsmail Hakkı Bursevî, Erzurumlu İbrahim Hakkı; şairlerden Süleyman Nazif ve Mehmet Akif Ersoy bu geleneğin örnekleridir.
Padişahların isimlerinde de çiftlik dikkat çeker. II. Mahmud, Sultan Abdülmecid, Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülhamid, V. Mehmed Reşad, VI. Mehmed Vahideddin gibi hükümdarların adlarında, “Abdül” ile başlayan ve Allah’ın isimlerinden türeyen sıfatlar (Abdülhamid = Allah’ın Hamid ismine kul) veya eklenen ikinci isimler bulunur. Bu durum, padişahların isimlerinde hem dini bir anlam hem de seçkinlik ifade eder.
Cumhuriyet sonrası tablo değişti. 1934 Soyadı Kanunu ile ikinci isme olan ihtiyaç azaldı. Modernleşmenin etkisiyle de daha sade, tek isimli tercihlerin öne çıktığını gördük. Ancak bazı isimler hâlâ yaşıyor. Bugün hâlâ Mehmet Emin, Ali Rıza, Mustafa Kemal ya da Fatma Zehra gibi isimlere rastlıyoruz. Öte yandan Hüseyin Hüsnü, Mahmud Şevket, Ayşe Nuriye gibi adlar ise geçmişte kalmış, sadece tarih kitaplarında yaşayan hatıralara dönüşmüş durumda.
Bugün ise ilginç bir şekilde, ailelerin yeniden çift isimlere yöneldiğini görüyoruz. Elif Su, Zeynep Naz, Defne Nur, Eymen Ali, Mehmet Eymen gibi isimler Osmanlı’daki ikili isim geleneğini modern bir tarzla yeniden gündeme taşıyor. Yani bir bakıma, geçmişin ihtiyacı olan bu uygulama, günümüzde estetik ve anlam kaygısıyla tekrar hayat buluyor.
Kısacası, isimler değişiyor; fakat kültürün derin izlerini taşımaya devam ediyor. Osmanlı’dan bugüne uzanan bu yolculuk bize şunu hatırlatıyor: İsimler, sadece bireyi değil, toplumun tarihini ve hafızasını da yaşatıyor.