1874 yılının Erzurum’u…
Kışların uzun, rüzgârların sert, insanlarınsa imanla yoğrulduğu bir şehir. İşte o taş sokaklardan birinde, Mustafa Bey’in oğlu İshak dünyaya gelir. O, sıradan bir çocuk değildir; çünkü doğduğu şehir bile sıradan değildir. Erzurum, yüzyıllardır sınırda duran, düşmana göğsünü siper eden bir bekçidir. Ve İshak, o bekçinin yüreğini taşır içinde.
Genç yaşta Harp Okulu’na girer. Temmuz 1891’de başlayan bu yolculuk, sadece bir askerlik kariyerinin değil, bir vatan meselesinin ilk adımıdır.
O yıllarda imparatorluğun dört bir yanı tutuşmuştur; Balkanlarda karanlık, Arabistan’da isyan, doğuda kış kadar sert bir belirsizlik…
Ama İshak için her görev, bir inanç davasıdır. 4’üncü Ordu emrinde başladığı askerlikte, adı anıldıkça disiplin, sadakat ve cesaret konuşulur.
Erzurumlu bir subay için “geri çekilmek” bir kelime değil, bir imtihandır.
Palu’da, Van’da, Diyarbakır’da, Hadide’de görev yaparken ne konfor görür, ne rahatlık bilir.
Bir mektubunda şöyle yazdığı rivayet edilir:
> “Bu toprakların soğuğu insanın iliklerine işler ama, imanımız bizi sıcak tutar.”
Birinci Dünya Savaşı başladığında İshak artık tecrübeli bir komutandır.
Doğunun dağlarında, karın ortasında, kimi zaman üç askeriyle, kimi zaman bir bölüğün başında Rus ordularına karşı direnmiştir.
1917’de Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası aldığında kimseye sevinç göstermemiştir. Çünkü o bilir: Vatan savunması ödülle değil, adanmışlıkla yapılır.
Savaş bitip Osmanlı dağılırken, Erzurum’un gökyüzü bile kederlidir.
Ama İshak pes etmez.
1918’de Erzurum Merkez Komutanı olduğunda şehir, hem işgalin hem umudun merkezidir artık.
Her sokağında bir direniş, her evde bir dua yükselir.
O günlerde İshak, sadece bir asker değil, aynı zamanda şehrin direniş ruhudur.
Kurtuluş Savaşı başladığında ise o artık Anadolu’nun kalbinde, yeniden doğan bir milletin ön safındadır.
Yarbay İshak, Erzurum’un buz gibi gecelerinde nöbet tutarken sadece bir sınırı değil, bir milletin onurunu korumuştur.
Yüzündeki çizgiler savaşın izleri değil, sadakatin mühürleridir.
Onun ömrü boyunca terfi ettiği her rütbe, aslında bu milletin kaderinde bir adım daha ileri demektir.
Bugün Erzurum’un taş duvarlarına vuran rüzgârda onun sesi hâlâ duyulur:
> “Biz vatanı kılıçla değil, imanla tuttuk.”
İshak Yarbay’ın hikâyesi bir insanın değil, bir şehrin, bir milletin direniş hikâyesidir.
Erzurum nasıl ki tarih boyunca doğunun kapısıysa, o da o kapının ardında duran sessiz bir bekçidir.
Adı ne kadar az anılsa da, her Erzurumlu çocuk o ruhtan bir parça taşır içinde.
Rütbesi değil, yüreği büyüktü onun.
Ve belki de en büyük madalyası, bugün hâlâ anılmakta olan adıdır:
Yarbay İshak — Dadaş toprağının yüz akı, milletin sessiz kahramanı.