Tarih boyunca Suriye toprakları, büyük güçlerin mücadele alanı olmuş, medeniyetlerin kesiştiği bir nokta olarak öne çıkmıştır. Kadeş Savaşı'ndan bu yana, Suriye'nin kaderi hep tarihin merkezinde şekillenmiştir. Hititler ve Mısır arasındaki çekişmenin odağı olan bu topraklar, İslam'ın gelişiyle farklı bir boyut kazanmıştır. Hz. Ömer’in fetihleriyle İslam beldesine dönüşen Suriye, sadece coğrafi değil, aynı zamanda manevi bir değer kazanmıştır.
Türklerin bölgedeki etkisi Tolunoğulları ile başlamıştır. Her ne kadar Tolunoğulları bu topraklarda kurulmamış olsa da, Kuzey Suriye’ye egemen olan ilk Türk-İslam devleti olma özelliği taşır. Bu durum, Türklerin bölgedeki tarihsel ve kültürel mirasını güçlü bir şekilde başlatmıştır. Daha sonra, Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim, 1516 Mercidabık Savaşı ile bölgeyi Osmanlı hâkimiyetine katmıştır. Bu fetihle birlikte Kuzey Suriye, ümmetin ortak mirasına dönüşmüş, Osmanlı'nın merkeziyetçi yapısıyla hem siyasi hem de dini bir önem kazanmıştır.
Şam, Halep, Humus ve Hama gibi şehirler, sadece Osmanlı değil, tüm İslam dünyası için birer kültürel ve dini merkez olmuştur. Emevi Camii, hanlar, hamamlar, medreseler ve çarşılar, bugün hala geçmişin izlerini taşımaktadır. Bu topraklar aynı zamanda Selahaddin Eyyubi’nin adaletini, Muhyiddin İbn Arabi’nin hikmetini ve Sultan Vahdettin’in hatırasını barındırır. Bu şahsiyetler, Suriye'nin yalnızca bir coğrafya olmadığını, aynı zamanda bir ruh olduğunu gösterir. İşte tam da bu nedenle, "Bizim orada ne işimiz var?" sorusuna cevap vermek için çok uzağa bakmaya gerek yoktur. Bu topraklar bizim tarihimizdir, bizim özümüzdür.
Bugün Suriye’nin karanlık bir dönemden aydınlığa çıkma mücadelesine tanık oluyoruz. 61 yıllık BAAS rejiminin sona ermesi ve 2011’den bu yana süren karanlık günlerin yerini halkın iradesine bırakması, bölgenin geleceği için umut verici bir gelişmedir. Suriye, yeniden kendi halkının olmuştur.
Bize düşen ise tarihsel bağlarımızı unutmadan, bu topraklara sahip çıkmak, geçmişin izlerini geleceğe taşımaktır. Çünkü Suriye, bizim tarihimiz kadar, bizim geleceğimizdir de. Bu coğrafyanın yeniden huzura kavuşması, sadece Suriye halkı için değil, ümmetin ortak mirası için de bir zorunluluktur.
Bugün Halep, Humus, Şam ya da Hama’ya bakarken, bu şehirlerin bizden bir parça olduğunu unutmamalıyız. Çünkü onların tarihi, bizim tarihimiz; onların hikayesi, bizim hikayemizdir.