Gazetecilik, kimi zaman bir karede, kimi zaman bir cümlede tarihin kalbini yakalamaktır. Erzurum’un yetiştirdiği kıymetli gazeteci Kadir Sabuncuoğlu’nun “Kalbimdeki Manşet Hasankale” adlı eseri, yalnızca bir anı kitabı değil; kronolojik yapısıyla yerel tarihimizin aynası.
Bu kitapta yalnızca olaylar değil, o olayların şahidi olmuş insanların sesleri var. Hasankale’nin sokaklarından, köylerinden, okul bahçelerinden yükselen sesler… Sabuncuoğlu’nun en büyük başarısı, bu sesleri bozmadan, değiştirmeden kitaba taşımış olması. Birçok Hasankaleli’nin kendi hatıraları, kendi diliyle eserde birebir yer alıyor. Bu yönüyle eser, bir yazarın kaleminden değil; bir halkın kalbinden çıkmış gibi duruyor.
Kitabın sayfaları arasında ilerlerken, karşımıza bir tarih kitabından çok daha fazlası çıkıyor: fotoğraflarla güçlendirilmiş bir zaman atlası. Her fotoğraf, bir dönemin tanığı; kimi zaman bir çocuk yüzü, kimi zaman bir sokak tabelası. Sabuncuoğlu, belge niteliği taşıyan yüzlerce kareyi arşivinden çıkararak, Hasankale’nin hafızasını sayfalara kazımış.
Eserin en çarpıcı bölümlerinden biri, Uzundere’nin Çamlıyamaç köyündeki Öşvank Kilisesi’nde yaşanan hüzünlü hikâye. Sabuncuoğlu’nun “Yılın Gazetecisi” ödülünü kazandığı fotoğraf, tam da burada çekilmiş. O karede, kilisenin tarihî sütunlarından birinin çalındığı, yerine ise ağaçtan yapılmış bir parça bırakıldığı görülüyor.
Okur, bu bilgiyi öğrenince ister istemez sarsılıyor. Çünkü bu yalnızca bir eser hırsızlığı değil; medeniyetin kalbinden koparılmış bir parça. Kitapta Sabuncuoğlu’nun bunu öğrendiğinde yaşadığı şaşkınlık, satırlardan taşarak okurun yüreğine dokunuyor.
Yazarın o satırlarında “Reyha’nın çalınan eserinin olduğunu kitapta okuyunca şaşmamak mümkün değil,” dercesine bir iç sızı var.
Sabuncuoğlu’nun titizliği yalnızca bu olayla sınırlı değil. O, Hasankale tarihini bir laboratuvar titizliğiyle ele almış. 1924 Pasinler (Hasankale) Depremi, onun anlatımında yalnızca bir doğal afet değil; tarihî belgeler, dönemin gazete manşetleri ve resmi raporlarla aktarılmış bir olaydır.
13 Eylül 1924 sabahı meydana gelen bu yıkıcı depremde yüzlerce ev yerle bir olmuş, köyler haritadan silinmişti. Sabuncuoğlu, o dönemde Mustafa Kemal Atatürk ve eşi Latife Hanım’ın bölgeye yaptıkları yardımları, dönemin basın kayıtlarına ve devlet arşivlerine dayalı olarak eserinde aktarıyor.
Kitapta ayrıca Nazım Hikmet’in “Yolcu” adlı hikâyesinden uyarlanan 1957 yapımı filme yer verilmiş. Hasankale çevresinde çekilen bu film, insanın iç yolculuğunu anlatırken, o yılların taşra manzaralarını da sinema tarihine taşımış. Sabuncuoğlu, filmin çekim sürecine dair bilgileri ve yerel izlerini derleyerek Hasankale’nin sinema tarihindeki yerini belgelemiş.
Eserin bir başka dikkat çekici yönü, Yaşar Kemal’in Pasinler halkına dair yazdığı yazıya yapılan göndermedir. Büyük usta, 1924 depremi sonrası Anadolu insanının direncini anlatırken, “Toprak yıkılır, insan ayağa kalkar” der. Sabuncuoğlu bu sözü alıntılayarak Erzurum insanının karakterini anlatan bölümlere yerleştirir. Böylece edebiyat, yerel tarih ve insan hikâyeleri iç içe geçer.
Kitapta çok sayıda Erzurumlu isim de kendine yer bulmuş. Eğitimciler, esnaflar, askerler, halk sanatçıları… Her biri, Hasankale’nin dokusuna bir renk katmış. Aralarında doktor Hilmi Özkutlu gibi Türkiye tarihine dokunmuş isimler de var. Kitaptaki bilgilere göre, Özkutlu, bir dönem Kenan Evren ve Turgut Özal’ın doktoru olarak görev yapmıştır.
Bir başka ilginç ayrıntı ise, Kenan Evren’in bir konuşması sırasında çekilen fotoğraf karesinde Kadir Sabuncuoğlu’nun da yer almasıdır. Bu sahne, gazeteciliğin bazen tarihin tam ortasında ama görünmeden var olma hâlini temsil eder.
Sabuncuoğlu’nun çalışması, yalnızca geçmişi hatırlatmakla kalmıyor; unutulmaması gerekenleri de kayda geçiriyor. Her kare, her satır, bir gazetecinin vicdanı gibi duruyor kitabın içinde.
Kısacası Kalbimdeki Manşet Hasankale, Erzurum’un taş hafızasına kazınmış bir eser.
Sütunu çalınmış bir kilisenin sessizliğiyle, depremle sarsılmış köylerin yıkıntısı arasında, insanın direncini ve hafızasını anlatıyor.
Bu kitapta yalnızca manşetler değil, taşların, insanların, fotoğrafların ve vicdanların sesi konuşuyor.
Ve o ses, Hasankale’nin dar sokaklarından bugüne dek yankılanmaya devam ediyor.