70’lerde doğmuş kuşaktaşlarım gibi ben de anamdan babamdan ‘ileri’ ama çocukllarımdan ‘geri’ bir bilgisayar kullanıcısıyım.
Yine kendi kuşağımdakiler gibi sosyal medya kullanımım ‘dozundadır’ desem yalan olmaz. Belki de bundandır ki ‘4 buçuk G’ dendiğinde benim aklıma ilk gelen şey, bugün bize bir tekno-iletişim devrimi olarak sunulan IMT-Advanced değil…
Milyar dolarlık bu fiber pastadan dilim koparmaya çalışan telekomünikasyon şirketleri de değil.
Benim aklıma ilk gelen ve memleketimin insanlarının hayatlarına mıh gibi çakılan 4 buçuk tane iyi, 4 buçuk tane de kötü ‘G’ var.
Önce kötü G’ler:
Birinci kötü G: Geçim sıkıntımızdır…
Mahalle pazarlarında akşamın alacakaranlığına nazır çürük domates toplayışlarımız.
Ve çocuklarımızın karnını doyurmak için sabah ezanı vakti başlayan çabalayışlarımız…
Ama bütün giderleri törpüledikten sonra ay sonunda cüzdanlarımızda kalan o büyük kara delik…
Tasarruf edemeyişlerimiz…
Umarsızca borçlanışlarımız; kredi kartlarımız…
Zaman zaman müvazeneyi yitirişlerimiz…
Ve bir kerecik olsun şöyle uzaklara doğru, hesap kitap yapmadan başımızı alıp ‘turist gibi’ gidemeyişimiz…
İkinci kötü G: Güvenlik endişemizdir…
Bunu en iyi çocuğunu bilmem ne dağının ötesindeki bilmem hangi hudut karakoluna askere göndermiş analar, babalar bilir…
Bir bozlağı dudağına dolayarak ders çıkışı şehrin sokaklarına, kalabalığa ve tekinsiz düşlere dalan öğrenciler bilir.
Kulağının dibinde bubi tuzağı patlayan ana kuzuları iyi bilir bunu.
Hiç kuşkusuz toprağa verdiğimiz gencecik yavrularımız, şehitlerimiz bunu en iyi bilirler; ama onlar söyleyemezler artık bildiklerini…
Üçüncü kötü G: Gelecek kaygımız…
Bankada milyonluk hesabı olmayan bilir bunu.
Çocuğu üniversite sınavına hazırlanan adam da üniversiteden mezun olup atama bekleyen çocuk da iyi bilir.
‘Sosyal devleti’ hastahanedeki bedava muayene zannedip eczahanede gerçek bir tahsilat dramı yaşayan kişi, bunu çok iyi bilir.
Dünyanın en pahalı akaryakıtını alan şöför de ayrıntılarını çözemediği elektrik faturasını bîçare ödeyen ama neye, nasıl itiraz edeceğini bilemeyen emekli de iyi bilir yarını düşünürken efkarlanmayı…
Dördüncü kötü G: Genç insan kıyımı…
Sınavdan sınava koşturan gençler bilir bunun nasıl bir şey olduğunu.
Beyin göçüne uğramışlar bilir.
Görülmemiş, fark edilmemiş yetenekler bilir.
‘Sizi anlıyoruz’ diyenlerse gerçekte yakınına bile yaklaşamazlar böyle bir trajediyi anlıyor oluşun.
Onlar bilemezler…
Bu 4 kötü G’nin kuyruğuna illa ‘buçuk’ G’yi ekleyeceksek hiç kuşku duymadan söylüyorum ki o, tüm diğer kötü G’lerin anası durumundaki ‘gaflet’ten başka bir şey değildir…
İnsanın, nasıl berbat bir durumda olduğunu anlamasına engel olan; bu yüzden de devinmesini, çabalamasını, kurtulmasını olanaksız kılan derin uyku hali.
Bir salgın ki veba gibi…
Bir uyuşukluk hali ki narkoz gibi…
***
Listemdeki 4 buçuk kötü G, hakikaten iç karartıcı…
Ama ‘İyi G’ler de var’ demiştim değil mi?
Bardağın dolu tarafı…
Hangisi işimize geliyorsa ona odaklanalım, değil mi ya kardeşim!
Öyleyse buyrunuz iyi G’lere:
Birinci iyi G: Garipliğimizdir bizim; tuhaflığımız, her daim sürprize ve inanılmaz atılımlara açık yanımız…
Zaman zaman da olsa ‘bir Türk’ü dünyaya bedel’ yapan tarafımız…
İkinci iyi G: Geçmişimiz; yarını iyileştirmek için en işe yarar dayanağımız…
Yakın ve uzak diye bölmeden…
Yakındaki kısmını enkaz, uzaktaki kısmını kusursuz diye nitelemeden…
Tamamını, komplekse kapılmadan, dersler çıkara çıkara ve ‘Bunu biz yazdık’ diye diye okumamız gereken o değerli tarih metni…
Üçüncü iyi G: Geleceğimiz; kaygılarla sargılanmış olsa da esas varlığımız, potansiyelimiz…
Biz, aslında oradayız; oraya yürüyebildiğimiz için biz, kendimiziz!
Dördüncü iyi G: Güzel günler göreceğimize dair inancımız...
Şahane bir şiir…
Açıklarsak estetik yanı ölür!
Bitti!
Yok ama; sizin aklınız o ‘buçuk’ G’de, biliyorum…
Ve eminim ki meraklanmakta yerden göğe kadar haklısınız; zira o küsürat, diğer G’lerin biraz daha ilerisine taşan, daha yukarısına çıkan, daha fazla genişleyen, büyüyen, köpüren, içimize devrilen, içimiz aşka boyayan bir yarım G’dir:
‘Gönlümüz’dür işte o yarım ve kırık ve eşsiz G…
Gönlümüz…
Bizim -her şeye rağmen- en zengin yanımız…
İçine bütün iyilikleri, bütün kabullenişleri, teslim oluşları, vaz geçişleri, pişman oluşları, geri dönüşleri, yetinmeleri, nihayet sadece bize özgü olan kanaatkârlığı sığdıran uçsuz bucaksız ambarımız…
Gönlümüz…
Esas G, -yarım da olsa- o işte.