Hikaye buya; soğuk bir ülke varmış. Enlem ve boylamı doğu tarafı ve biraz da kuzeye düşüyormuş. Ülkenin çok sorunu varmış. Bu nedenle nüfus oranı sürekli azalırken, gelişmişlik sıralaması, eğitim derecesi her geçen yıl birkaç basamak aşağı inermiş. Bu ülkede her meslek grubu, ekonomi sektörü, halktan kesimler çaresizlik içerisinde kıvranıp dururmuşlar.
Bu ülkede mevsim yaz ve kış olarak ikiye ayrılırmış. İnsanlarının huzur, refah ve mutluluk yüzü görmemesinin nedeni kim bilir belki baharı, son baharı yaşayamamış olmalarıyla bağlantılıdır. Soğuk ülkenin insanları da soğuk yüzlü, asabi ve ufuksuzmuşlar. Bazı sohbetlerde ufuktan falan bahsetseler de hiçbiri ufku bilmezlermiş.
İlginç bir şey olmuş, ülkede zamanın birinde güneş doğmuş. Elbette bu sembolikmiş. Güneş, bu soğuk ülkenin iklimini değiştirmek istiyormuş. Bir temsilcisini atamış soğuk ülkeye. Çevresine güvensiz, kendi aklını her akıldan üstün tutarmış bu temsilci.
Toplum bir türlü refahın kapısını açamamış. Yeni döneme gidilen günde insanlar, Güneş’ten başka bir temsilci beklemiş. Ama olmamış. Temsilci bir şekilde ikinci defa gönderilmiş. İşler yine toplumun beklediklerinin ötesinde gelişmiş.
Yeni bir mevsimin başlangıcında soğuk diyarın insanları aralarında yeni temsilci adayları arayışına girmişler. Öyle garip işler olmuş ki, toplumun hiçbir katmanı hak ve hukuk aramadan bir diğerini karalamanın yolunu seçmiş. Birde toplumu temsil için çıkanların bazıları ayrık otu denen bir grubun içerisinden geliyor olduklarına dair rivayetler dolaşmış.
Her temsilci çevresi bir diğerinin kirli çamaşırını ortaya atmış. Bu çirkin yarışta temiz temsilcinin yeri olabilir mi? Olamamış elbette. Toplum kendine layık birini de öne sürmemiş, sürememiş.
Bu çekişme içerisinde Güneş olanlara çok sinirlenmiş. Başka bir diyardan temsilci göndermiş. Soğuk ülkenin, insanları umut bağlamışlar. Düşler kurmuşlar elbet. Ancak gülümsemeleri, umutları yarım kalmış.
Yalnızca bu kadar mı? Temsilci gittikçe bir korku imparatorluğunun temellerini atmış. Olaylar öyle bir hale gelmiş ki, toplumun çeşitli katmanları bu temsilciye diş bilemeye başlamışlar. Ancak temsilciyle karşılaşınca korkudan her kesim el pençe divan durur olmuş.
İşte bu soğuk ülkenin hikâyesi böyle sürüp gitmiş.
Fatiha okutmak
Fıkraya bu; köylü imam bulamayınca, komşu köylerden bu işleri için az çok bilgisi olan birini tutarlar. Adam iyiymiş hasmış da, cenaze yıkarken ölüye parmak atarmış. Gel zaman git zaman adam ölmüş. Yerine benzer birini bulmuşlar. Yeni gelen, köylünün sohbetlerinde kendinden öncekini anarken, "tepesi üstü dikili kalsın, goru sıksın" derlermiş.
Adam sormuş; "Neden arkasından böyle konuşuyorsunuz?'
Köylülerde olanı biteni anlatmışlar. Adamın gönlü razı olmamış. Babası olduğunu da söyleyemeyince "nasıl etsem de rahmet okutsam" diye düşünmüş. Aklına dahiyane fikir gelmiş.
Cenazeleri yıkarken ölüye kazık çakmaya başlamış.
Bunu gören köylüler ağızlarında dillerini yutmuşlar.
Hep bir ağızdan 'Rahmetli hiç olmazsa sadece parmak atıyordu. Bu zalim kazık çakıyor" diye söylenmişler.
Not: Bir halk anlatısı olan fıkra, kötüye düşenin daha kötüye düşmesinin hikayesini anlatmaktadır.
Bu ülkede mevsim yaz ve kış olarak ikiye ayrılırmış. İnsanlarının huzur, refah ve mutluluk yüzü görmemesinin nedeni kim bilir belki baharı, son baharı yaşayamamış olmalarıyla bağlantılıdır. Soğuk ülkenin insanları da soğuk yüzlü, asabi ve ufuksuzmuşlar. Bazı sohbetlerde ufuktan falan bahsetseler de hiçbiri ufku bilmezlermiş.
İlginç bir şey olmuş, ülkede zamanın birinde güneş doğmuş. Elbette bu sembolikmiş. Güneş, bu soğuk ülkenin iklimini değiştirmek istiyormuş. Bir temsilcisini atamış soğuk ülkeye. Çevresine güvensiz, kendi aklını her akıldan üstün tutarmış bu temsilci.
Toplum bir türlü refahın kapısını açamamış. Yeni döneme gidilen günde insanlar, Güneş’ten başka bir temsilci beklemiş. Ama olmamış. Temsilci bir şekilde ikinci defa gönderilmiş. İşler yine toplumun beklediklerinin ötesinde gelişmiş.
Yeni bir mevsimin başlangıcında soğuk diyarın insanları aralarında yeni temsilci adayları arayışına girmişler. Öyle garip işler olmuş ki, toplumun hiçbir katmanı hak ve hukuk aramadan bir diğerini karalamanın yolunu seçmiş. Birde toplumu temsil için çıkanların bazıları ayrık otu denen bir grubun içerisinden geliyor olduklarına dair rivayetler dolaşmış.
Her temsilci çevresi bir diğerinin kirli çamaşırını ortaya atmış. Bu çirkin yarışta temiz temsilcinin yeri olabilir mi? Olamamış elbette. Toplum kendine layık birini de öne sürmemiş, sürememiş.
Bu çekişme içerisinde Güneş olanlara çok sinirlenmiş. Başka bir diyardan temsilci göndermiş. Soğuk ülkenin, insanları umut bağlamışlar. Düşler kurmuşlar elbet. Ancak gülümsemeleri, umutları yarım kalmış.
Yalnızca bu kadar mı? Temsilci gittikçe bir korku imparatorluğunun temellerini atmış. Olaylar öyle bir hale gelmiş ki, toplumun çeşitli katmanları bu temsilciye diş bilemeye başlamışlar. Ancak temsilciyle karşılaşınca korkudan her kesim el pençe divan durur olmuş.
İşte bu soğuk ülkenin hikâyesi böyle sürüp gitmiş.
Fatiha okutmak
Fıkraya bu; köylü imam bulamayınca, komşu köylerden bu işleri için az çok bilgisi olan birini tutarlar. Adam iyiymiş hasmış da, cenaze yıkarken ölüye parmak atarmış. Gel zaman git zaman adam ölmüş. Yerine benzer birini bulmuşlar. Yeni gelen, köylünün sohbetlerinde kendinden öncekini anarken, "tepesi üstü dikili kalsın, goru sıksın" derlermiş.
Adam sormuş; "Neden arkasından böyle konuşuyorsunuz?'
Köylülerde olanı biteni anlatmışlar. Adamın gönlü razı olmamış. Babası olduğunu da söyleyemeyince "nasıl etsem de rahmet okutsam" diye düşünmüş. Aklına dahiyane fikir gelmiş.
Cenazeleri yıkarken ölüye kazık çakmaya başlamış.
Bunu gören köylüler ağızlarında dillerini yutmuşlar.
Hep bir ağızdan 'Rahmetli hiç olmazsa sadece parmak atıyordu. Bu zalim kazık çakıyor" diye söylenmişler.
Not: Bir halk anlatısı olan fıkra, kötüye düşenin daha kötüye düşmesinin hikayesini anlatmaktadır.