(Gitmeden göçülen yere bakmak…)
Dünkü yazımızda ALBAYRAK gazetesinde yayımladığımız bir yazıyı koymuş ve üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen bugün hemen hemen aynı konuları konuştuğumuzu sizin yorumunuza bırakmıştık…
Aslına bakarsanız göç, bizim bölgemizin bir realitesi…
O zaman ‘Gitmeden göçülen yerden, göçülen yere bakmak gerek…’
***
Bu güne kadar ‘Göç ve Sorunları’ irdelendiğinde hep göçülen yerden bakılarak geçici çözümler üzerinde duruldu.
İnsanlar yaşadıkları kenti, geleneksel yapısını, yaşadıklarını ve ilişkilerini bırakarak yeni hayallerle, umutlarla, beklentilerle göçe karar veriyor. Kimi para kazanmak, daha iyi bir yaşam standardına kavuşabilmek; kimi daha iyi eğitim-sağlık hizmeti almak, kimi mevki makam sahibi olmak için göçüyor.
Göçülen yerdeki yaşama bakıldığında çoğu zaman bu saydıklarımızın hiç birisi tam olarak gerçekleşemiyor. Çünkü göçülen yerde gerekli altyapının olmayışı bütün bu beklentileri boşa çıkarıyor.
Göçülen yerden bakıldığında, yaşanan tam bir karmaşa…
Belediye hizmetleri yetişmiyor, eğitim-sağlık kurumları yoğunluğu kaldıramıyor; istihdam olanakları olmadığı için işsizlik artıyor ve sokağa çıkan sayı fazlalaşıyor. Bu da beraberinde şiddeti getiriyor.
Bir tarafta çılgınca bir yaşam devam ediyor, öbür tarafta çöplerden ekmek toplanıyor. Birileri yurt dışında öğrenim görüyor, büyük çoğunluk üniversite önlerinde yığılıyor, okuma şansı bulup da mezun olanlar ise işsiz…
Göçenlerin, göçtükleri yere kültürel anlamda uyum sağlamaları da zor, kendi kültürlerini yaşatmaları da…
İletişim kurumlarının kültür erozyonunu da eklerseniz ortaya yepyeni bir garip kültür çıkıyor. Ne köy, ne de şehir kültürü…
Arabesk bir kültür…
İki kültür arasında sıkışıp kalan insanlar, göçtükleri yere kurban veriyor ; ya çocuğunu, ya da kendisini…
***
Aslında göçmeden, göçülen yere bakmakta fayda var. Nereye göçülecek ve nasıl yaşanacak. Gitmeden aynı yaşam standartları sağlanabilir mi?.. İnsanları doğup büyüdükleri coğrafyada barındırabilir misiniz, ya da göçün getireceği hasarı en aza nasıl indirebiliriz?
Büyük kentlere göçenlerin yerine kimler ne için geliyor. Sosyal, kültürel ve demografik yapı değişiyor mu, neler yapılabilir, göç tersine çevrilebilir mi?..
Gidip de aradığını bulan, ekonomik anlamda yaşam kalitesini yükselten insanlar göçtükleri coğrafyaya dönüp bakıyor mu?..
Bu ve benzeri soruları uzatabiliriz.
Önemli olan bu soruların cevabını bulabilmek.
***
Evet TÜİK verilerine göre nüfusumuz 7.372 kişi artmış…
Eğer mevcut nüfusu bulundukları yerde doyurup, eğitip, refahını sağlayıp, milli gelirden daha çok pay alan bireyler haline getirip barındıramazsak: daha çok yıllar göçün yaşandığı yerde çözüm önerilerini tartışırız.
Dünkü yazımızda ALBAYRAK gazetesinde yayımladığımız bir yazıyı koymuş ve üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen bugün hemen hemen aynı konuları konuştuğumuzu sizin yorumunuza bırakmıştık…
Aslına bakarsanız göç, bizim bölgemizin bir realitesi…
O zaman ‘Gitmeden göçülen yerden, göçülen yere bakmak gerek…’
***
Bu güne kadar ‘Göç ve Sorunları’ irdelendiğinde hep göçülen yerden bakılarak geçici çözümler üzerinde duruldu.
İnsanlar yaşadıkları kenti, geleneksel yapısını, yaşadıklarını ve ilişkilerini bırakarak yeni hayallerle, umutlarla, beklentilerle göçe karar veriyor. Kimi para kazanmak, daha iyi bir yaşam standardına kavuşabilmek; kimi daha iyi eğitim-sağlık hizmeti almak, kimi mevki makam sahibi olmak için göçüyor.
Göçülen yerdeki yaşama bakıldığında çoğu zaman bu saydıklarımızın hiç birisi tam olarak gerçekleşemiyor. Çünkü göçülen yerde gerekli altyapının olmayışı bütün bu beklentileri boşa çıkarıyor.
Göçülen yerden bakıldığında, yaşanan tam bir karmaşa…
Belediye hizmetleri yetişmiyor, eğitim-sağlık kurumları yoğunluğu kaldıramıyor; istihdam olanakları olmadığı için işsizlik artıyor ve sokağa çıkan sayı fazlalaşıyor. Bu da beraberinde şiddeti getiriyor.
Bir tarafta çılgınca bir yaşam devam ediyor, öbür tarafta çöplerden ekmek toplanıyor. Birileri yurt dışında öğrenim görüyor, büyük çoğunluk üniversite önlerinde yığılıyor, okuma şansı bulup da mezun olanlar ise işsiz…
Göçenlerin, göçtükleri yere kültürel anlamda uyum sağlamaları da zor, kendi kültürlerini yaşatmaları da…
İletişim kurumlarının kültür erozyonunu da eklerseniz ortaya yepyeni bir garip kültür çıkıyor. Ne köy, ne de şehir kültürü…
Arabesk bir kültür…
İki kültür arasında sıkışıp kalan insanlar, göçtükleri yere kurban veriyor ; ya çocuğunu, ya da kendisini…
***
Aslında göçmeden, göçülen yere bakmakta fayda var. Nereye göçülecek ve nasıl yaşanacak. Gitmeden aynı yaşam standartları sağlanabilir mi?.. İnsanları doğup büyüdükleri coğrafyada barındırabilir misiniz, ya da göçün getireceği hasarı en aza nasıl indirebiliriz?
Büyük kentlere göçenlerin yerine kimler ne için geliyor. Sosyal, kültürel ve demografik yapı değişiyor mu, neler yapılabilir, göç tersine çevrilebilir mi?..
Gidip de aradığını bulan, ekonomik anlamda yaşam kalitesini yükselten insanlar göçtükleri coğrafyaya dönüp bakıyor mu?..
Bu ve benzeri soruları uzatabiliriz.
Önemli olan bu soruların cevabını bulabilmek.
***
Evet TÜİK verilerine göre nüfusumuz 7.372 kişi artmış…
Eğer mevcut nüfusu bulundukları yerde doyurup, eğitip, refahını sağlayıp, milli gelirden daha çok pay alan bireyler haline getirip barındıramazsak: daha çok yıllar göçün yaşandığı yerde çözüm önerilerini tartışırız.