Hep başkalarını suçluyorsun duyuyoruz!
Mahallenin çocuklarının azgınlığından…
Ahir zaman kadınlarının arsızlığından…
Caddeleri dolduran erkeklerin taşkınlığından…
Ortalıkta zenginim diye dolaşanların cimriliğinden…
Memleketi yönetenlerin haksızlığından…
Dünyanın ipinin çıkmışlığından…
Dertlenip, celallenip, yüzünü ekşitip duruyorsun.
Gönlünden hep kendi güzel meziyetlerin geçiyor!
İktidarın olsa adaletin timsali olacağından…
Yetişebilsen sabah akşam iyilik yapmaktan bitap düşeceğinden…
Çoook paran olsa cömertliğinle fukaralığın dibine darı ekeceğinden…
Bahsedip, öfkelenip, söylenip duruyorsun!
Görevin şekvacılık olsaydı, vazifeni hakkıyla icra ettiğini söylerdik elbette!
Ancak senin görevin durmaksızın enaniyetini cilalayıp, yakın-uzak kim varsa gıybet çukuruna yuvarlamak değil ki!
Senin için biçilmiş olan, başkalarının gözündeki çöpü görüp görüp memleketin kulaklarına kurşun gibi dökmek olsa… Başarın kuşku götürmez olurdu.
Ama bunca kirli işleri edip-eylemek için sence de sana bahşedilenler biraz fazla değil mi?
Mesela vicdanın, hiç kullanılmayacaksa neden sana emanet edilmiş olsun ki!
Ya da aklın, akletmeyecek olduktan sonra ne işine yarasın ki!
Bak unuttuk; ellerin, bir yetimin başını okşamayacaksa niçin bu kadar pürüzsüz ve yumuşacık olur ki!
Sadece iri ve renkli olduğu için güzel görünen gözlerin, görmeyecek olduktan kelli baksalar kaç yazar!
Ağzın ya ekmek ufalamak ya da kelime yuvarlamak için gerekecekse, neden gereksin ki!
Yani sevgili kendini beğenmiş, anlayacağın gereksiz tek bir işi olmayan Âlim, sana bütün bunları sırf Gani olduğu için vermez!
İşine yarasın, ihtiyaç sahiplerinin işine yarasın, ihtiyaç oldukça işe yarayasın diye verir!
Dudakların dedikodunun kirlettiği…
Gözlerin şehvetin mahvettiği…
Gönlün çekememezliğin yerle bir ettiği…
Viraneler olsun diye sana emanet edilmedi!
Yaparız aradan sıyrılırız sanıyorsan çok aldanıyorsun…
Ben yaptım ama başkalarının yaptıklarına baktıkça benimkilerin lafı geçmez diyorsan vay sana…
Hele bir gençlik geçsin de ömrün son deminde iyilikten gayrısına geçit vermeyiz unutulur gider sanıyorsan, ahmak cesareti hiç işe yaramaz bilesin…
Bilesin Rahman ve Rahim olan, Kahhar’dır da aynı zamanda!
Adaletten zerre ayrılmaz lakin unutmaz da ve elbette unutturmaz!
“Ama Biz gün gelecek her ümmetten bir tanık çıkaracağız: o Gün, hakkı inkara şartlanmış olanlardan (bilgisizlik gibi) bir mazeret kabul edilmeyecek, af dilemeleri de asla kale alınmayacaktır.” Nahl Suresi/84
Beyan açık, söz anlaşılır, uyarı net!
Belli ki, her ümmetin arasında şahitler var ve günü geldiğinde eğrinin ve doğrunun hesabı eksiksiz görülecek.
O gün; bilmiyorum, bilsem yapar mıydım?
Ah benim akılsız kafam gibi mazeretlere rahimiyet kapıları kapanmış olacak.
Üstelik, bugün, bu satırları okurken sen, şimdi yani! Pişman olman, Tevvabiyete sığınman ve vazgeçmen mümkünken, o gün buna da hakkın olmayacak.
Hâlâ akletmeyeceksen tek kurtuluş senin için akılsız olmak!
O da bu kadar imkanın varken dilenecek en son şey bile olmasa gerek!
Şimdi yeniden bakmak ister misin hayata?
Temiz bir sayfa açmak ve başkalarında görmekten bizar olduğun şeyleri üzerinden sıyırıp atmak ister misin?
Dedikodudan, iftiradan, gıybetten vazgeçip, kalbinde kötü kokular bırakan huylarından temizlenmek niyetinde misin?
Usandınsa hayatı geveleyip durmaktan, bıktınsa kendinden… çaresiz değilsin!
Muallimlerin en Âlimi…
Sahiplerin en Rahimi…
Sevilmeye layık olanların en ekberi…
Pişmanlıkla kapısına gidileceklerin en Tevvabı…
Senin yüzünü O’na çevirmeni bekliyor.
Aynaya baktığında ne görmen gerektiğini ise tereddüde, şüpheye, karışıklığa hiç yer bırakmayacak şekilde öğretiyor sana!
“…Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor; ve size (böyle tekrar tekrar) öğüt veriyor ki, böylece (bütün bunları) belki aklınızda tutarsınız.” Nahl Suresi/ 90
Senin için bundan daha iyi bir öğüt bulamayacağına emin olabilirsin.
Ve sevdiklerinin öyle yaşayan bir senden daha çok sevebilecekleri başka bir sen olamayacağına emin olabilirsin.
İlk bakışta zor gelmesin sana, sen kolay olana razı olacak kadar basit bir tıynette değilsin.
Sen, Rabbinin ‘Ruhumdan üfledim’ ve ‘kelimeleri öğrettim’ demekle şereflendirdiği ahsen-i takvimsin.
Sen, iyiliğin kaynağı olan Rahman’ın has kullarındansın…
Daha ne olsun!
Allah’ım beni fıtratımdan kopacak kadar asilerden eyleme…
Tevvabiyetinden habersiz yaşayacak kadar akılsızlardan etme…
Pişman olacaklarımı bu dünyada yüzüme vur ki, mahşerde defteri soldan verilenlerden olmayayım.
Affedilmeyecek, yüzüne bakılmayacak, gözlerin yuvalarından fırlayacağı o korkunç günde beni mahvolanlardan edecek halleri güzel görecek ahmaklar sürüsüne beni katma.
Seni sevmek benim kalbime yazılmış, kibrimin dünyadan toparladığı kirli emellerle üzerini örtüp unutturma bana.
Hayatımı nakış nakış Cennet işlenen bir kanaviçeye dönüştürmem için sen bana destek ver.
Kelimeleri lütfunla senin bahşettiğini unutan çok bilmişlerden eyleme beni.
‘Ruhumdan üfledim’ dediğin pak batınımı çer çöple doldurmama fırsat verme.
Kalbime yeniden her bahar tomurcuğa verdiğin izin gibi çiçeklenme hakkı tanı…
Ben bunu haketmesem de sen Rahman’sın!
Küçük iyiliklerimi büyüteceğin müjdesini ben her unuttuğumda sen yeniden hatırlamam için yeni bir fırsat yarat…
Böyle olmasını haketmiş olan elbette biz olmayacağım ama Sen Vedud olduğundan ve sevginin hudutları olmadığından biliriz ki, bir kere daha sevilme hakkımızı hiç sonlandırmazsın!
Biz nankörlerden olmadıkça elbette bizi sevdiğinden kuşkumuz olamaz.
Bizi hakikatin nankörlerinden eyleme, şahitliğimizin esasen şehitliğimiz olduğu hakikatinden aklımızı perdelemememize müsade etme.
Biz kendimizden vazgeçtiğimizde de sen trilyonlarca ihtimalin olduğu halde tercih ettiğin bizden vazgeçme!
Sevdiklerimize bizi senin sevdiğin özelliklerimizle sevdir…
Sevdiklerimize de seveceğin gibi bir hayat bahşet.
Rahim oluşunla bize Cennette de sevdiklerimizle mutlu olacağımız bir hayat bağışla.
O zor günde “keşke bilselerdi…” diyenlerden de denilenlerden de eyleme bizi!
Mahallenin çocuklarının azgınlığından…
Ahir zaman kadınlarının arsızlığından…
Caddeleri dolduran erkeklerin taşkınlığından…
Ortalıkta zenginim diye dolaşanların cimriliğinden…
Memleketi yönetenlerin haksızlığından…
Dünyanın ipinin çıkmışlığından…
Dertlenip, celallenip, yüzünü ekşitip duruyorsun.
Gönlünden hep kendi güzel meziyetlerin geçiyor!
İktidarın olsa adaletin timsali olacağından…
Yetişebilsen sabah akşam iyilik yapmaktan bitap düşeceğinden…
Çoook paran olsa cömertliğinle fukaralığın dibine darı ekeceğinden…
Bahsedip, öfkelenip, söylenip duruyorsun!
Görevin şekvacılık olsaydı, vazifeni hakkıyla icra ettiğini söylerdik elbette!
Ancak senin görevin durmaksızın enaniyetini cilalayıp, yakın-uzak kim varsa gıybet çukuruna yuvarlamak değil ki!
Senin için biçilmiş olan, başkalarının gözündeki çöpü görüp görüp memleketin kulaklarına kurşun gibi dökmek olsa… Başarın kuşku götürmez olurdu.
Ama bunca kirli işleri edip-eylemek için sence de sana bahşedilenler biraz fazla değil mi?
Mesela vicdanın, hiç kullanılmayacaksa neden sana emanet edilmiş olsun ki!
Ya da aklın, akletmeyecek olduktan sonra ne işine yarasın ki!
Bak unuttuk; ellerin, bir yetimin başını okşamayacaksa niçin bu kadar pürüzsüz ve yumuşacık olur ki!
Sadece iri ve renkli olduğu için güzel görünen gözlerin, görmeyecek olduktan kelli baksalar kaç yazar!
Ağzın ya ekmek ufalamak ya da kelime yuvarlamak için gerekecekse, neden gereksin ki!
Yani sevgili kendini beğenmiş, anlayacağın gereksiz tek bir işi olmayan Âlim, sana bütün bunları sırf Gani olduğu için vermez!
İşine yarasın, ihtiyaç sahiplerinin işine yarasın, ihtiyaç oldukça işe yarayasın diye verir!
Dudakların dedikodunun kirlettiği…
Gözlerin şehvetin mahvettiği…
Gönlün çekememezliğin yerle bir ettiği…
Viraneler olsun diye sana emanet edilmedi!
Yaparız aradan sıyrılırız sanıyorsan çok aldanıyorsun…
Ben yaptım ama başkalarının yaptıklarına baktıkça benimkilerin lafı geçmez diyorsan vay sana…
Hele bir gençlik geçsin de ömrün son deminde iyilikten gayrısına geçit vermeyiz unutulur gider sanıyorsan, ahmak cesareti hiç işe yaramaz bilesin…
Bilesin Rahman ve Rahim olan, Kahhar’dır da aynı zamanda!
Adaletten zerre ayrılmaz lakin unutmaz da ve elbette unutturmaz!
“Ama Biz gün gelecek her ümmetten bir tanık çıkaracağız: o Gün, hakkı inkara şartlanmış olanlardan (bilgisizlik gibi) bir mazeret kabul edilmeyecek, af dilemeleri de asla kale alınmayacaktır.” Nahl Suresi/84
Beyan açık, söz anlaşılır, uyarı net!
Belli ki, her ümmetin arasında şahitler var ve günü geldiğinde eğrinin ve doğrunun hesabı eksiksiz görülecek.
O gün; bilmiyorum, bilsem yapar mıydım?
Ah benim akılsız kafam gibi mazeretlere rahimiyet kapıları kapanmış olacak.
Üstelik, bugün, bu satırları okurken sen, şimdi yani! Pişman olman, Tevvabiyete sığınman ve vazgeçmen mümkünken, o gün buna da hakkın olmayacak.
Hâlâ akletmeyeceksen tek kurtuluş senin için akılsız olmak!
O da bu kadar imkanın varken dilenecek en son şey bile olmasa gerek!
Şimdi yeniden bakmak ister misin hayata?
Temiz bir sayfa açmak ve başkalarında görmekten bizar olduğun şeyleri üzerinden sıyırıp atmak ister misin?
Dedikodudan, iftiradan, gıybetten vazgeçip, kalbinde kötü kokular bırakan huylarından temizlenmek niyetinde misin?
Usandınsa hayatı geveleyip durmaktan, bıktınsa kendinden… çaresiz değilsin!
Muallimlerin en Âlimi…
Sahiplerin en Rahimi…
Sevilmeye layık olanların en ekberi…
Pişmanlıkla kapısına gidileceklerin en Tevvabı…
Senin yüzünü O’na çevirmeni bekliyor.
Aynaya baktığında ne görmen gerektiğini ise tereddüde, şüpheye, karışıklığa hiç yer bırakmayacak şekilde öğretiyor sana!
“…Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip utanç verici ve arsızca olanı, akıl ve sağduyuya aykırı olanı ve azgınlığı, taşkınlığı yasaklıyor; ve size (böyle tekrar tekrar) öğüt veriyor ki, böylece (bütün bunları) belki aklınızda tutarsınız.” Nahl Suresi/ 90
Senin için bundan daha iyi bir öğüt bulamayacağına emin olabilirsin.
Ve sevdiklerinin öyle yaşayan bir senden daha çok sevebilecekleri başka bir sen olamayacağına emin olabilirsin.
İlk bakışta zor gelmesin sana, sen kolay olana razı olacak kadar basit bir tıynette değilsin.
Sen, Rabbinin ‘Ruhumdan üfledim’ ve ‘kelimeleri öğrettim’ demekle şereflendirdiği ahsen-i takvimsin.
Sen, iyiliğin kaynağı olan Rahman’ın has kullarındansın…
Daha ne olsun!
AMİN
Allah’ım beni fıtratımdan kopacak kadar asilerden eyleme…
Tevvabiyetinden habersiz yaşayacak kadar akılsızlardan etme…
Pişman olacaklarımı bu dünyada yüzüme vur ki, mahşerde defteri soldan verilenlerden olmayayım.
Affedilmeyecek, yüzüne bakılmayacak, gözlerin yuvalarından fırlayacağı o korkunç günde beni mahvolanlardan edecek halleri güzel görecek ahmaklar sürüsüne beni katma.
Seni sevmek benim kalbime yazılmış, kibrimin dünyadan toparladığı kirli emellerle üzerini örtüp unutturma bana.
Hayatımı nakış nakış Cennet işlenen bir kanaviçeye dönüştürmem için sen bana destek ver.
Kelimeleri lütfunla senin bahşettiğini unutan çok bilmişlerden eyleme beni.
‘Ruhumdan üfledim’ dediğin pak batınımı çer çöple doldurmama fırsat verme.
Kalbime yeniden her bahar tomurcuğa verdiğin izin gibi çiçeklenme hakkı tanı…
Ben bunu haketmesem de sen Rahman’sın!
Küçük iyiliklerimi büyüteceğin müjdesini ben her unuttuğumda sen yeniden hatırlamam için yeni bir fırsat yarat…
Böyle olmasını haketmiş olan elbette biz olmayacağım ama Sen Vedud olduğundan ve sevginin hudutları olmadığından biliriz ki, bir kere daha sevilme hakkımızı hiç sonlandırmazsın!
Biz nankörlerden olmadıkça elbette bizi sevdiğinden kuşkumuz olamaz.
Bizi hakikatin nankörlerinden eyleme, şahitliğimizin esasen şehitliğimiz olduğu hakikatinden aklımızı perdelemememize müsade etme.
Biz kendimizden vazgeçtiğimizde de sen trilyonlarca ihtimalin olduğu halde tercih ettiğin bizden vazgeçme!
Sevdiklerimize bizi senin sevdiğin özelliklerimizle sevdir…
Sevdiklerimize de seveceğin gibi bir hayat bahşet.
Rahim oluşunla bize Cennette de sevdiklerimizle mutlu olacağımız bir hayat bağışla.
O zor günde “keşke bilselerdi…” diyenlerden de denilenlerden de eyleme bizi!