İkinci hikâye:
Köpekler, neden insanlardan daha az yaşar?
İskoç veteriner Alan Welsh’in anılarından alıntılıyorum bu hikâyeyi:
“Belker adlı 10 yaşındaki İrlanda cinsi bir kurt köpeğini muayene için Galloway’ların Stirling yakınındaki evlerine çağrılmıştım…
Ev sahibi Ron, eşi Lisa ve küçük oğulları Shane, köpeklerine çok bağlılardı ve bütün aile, son birkaç aydır acı içinde kıvranan köpekleri için benden bir mucize gerçekleştirmemi umuyorlardı.
Belker’i muayene ettim ve kanser sebebiyle ölmek üzere olduğu teşhisini koydum. Aileye Belker için yapacak bir şey kalmadığını ve izin vermeleri halinde onu uyutmayı (ötenazi yapmayı) düşündüğümü söyledim.
Bunu söylemek benim için çok kolay olmadı ama ne yazık ki başka çaremiz de yoktu. Ron ve Lisa, istemeden de olsa teklifimi kabul ettiler. Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra aile, 6 yaşındaki oğulları Shane’in de durumdan haberdar olmasının iyi olacağını söyledi. Shane’in bu tecrübeden hayata dair bir şeyler çıkarabileceğini düşünüyorlardı.
Ertesi gün yine boğazımdaki o tanıdık düğümlenmeyle ve bütün ailenin eşlik ettiği halde köpeğin etrafında toplandık. Küçük çocuk köpeğini son bir defa severek ‘Hoşçakal’ derken o kadar sakindi ki önce onun olup biteni anlayamadığını düşündüm.
Birkaç dakika içinde Belker sessiz sedasız hayata veda etti…
Küçük çocuk ilginç bir şekilde Belker’in gidişini herhangi bir zorluk yaşamadan kabullenmişti. Herkes Belker’e veda ettikten sonra aile ile oturduk ve ‘köpeklerin neden insanlardan daha az yaşadığını’ konuşmaya başladık. Ben teorik şeylerden söz ederken küçük çocuk ‘Ben bunun nedenini biliyorum’ dedi.
Şaşırmıştım. Bütün dikkatimi çocuğa verdim: ‘İnsanlar iyi olmayı, doğru bir hayat yaşamayı ve herkesi sevmeyi öğrenmek için doğar ve yaşarlar değil mi?’
Küçük çocuk şaşkın bakışlarımız arasında konuşmasına devam etti: ‘Köpekler zaten doğru yaşamayı ve karşılıksız sevmeyi bildikleri için dünyada bizim kadar uzun kalmalarına gerek yok!”
Küçük çocuğun bu yorumu üzerine uzun uzun düşündüm.
‘Basit yaşa, koşulsuz sev, derinden hisset…
İyiliğe odaklan ve samimiyetini açıkça dile getir… ‘
Eğer köpekler birer filozof veya yaşam koçu olsalardı bize muhtemelen bunları öğretirlerdi…”
***
Gerçek bir hikâye… Çok etkileyici ama benim için dahası var:
Babamın öğretmenlik yaptığı bir köyde hayatıma giren kahraman çoban köpeği Boğar ve öğretmenliğimin ilk yıllarında hayatımı güzelleştiren köpeğim Lucky bana öğretmişti ki eğer köpekler konuşabilselerdi bize ‘Sevdiklerin eve geldiklerinde uğraştığın şey ne olursa olsun mutlaka koş ve sevdiğin o insanı karşıla; hiçbir şey ondan önemli olamaz’ derlerdi ve devam ederlerdi:
İşte köpeklerden öğrenebileceğimiz mutluluk sırları. Aslında kediler de farklı değil; hatta onlar belki daha derin dersler veriyor bize. Sevgili Pisikız’ımın kulakları çınlasın…
Onların günahsız saf ruhlarıyla bize öğrettikleri, her çağda ve herkes için geçerli şeyler…
***
Alan Welsh’in bu anısını Erkan Hoşsöyler Türkçeye aktarmış.
Veteriner Hekim ve çok değerli arkadaşım, harika anne Ayşegül Atay Başer sosyal medyada paylaşmıştı bu metni.
Hem de benim için son derece dokunaklı bir günde, okul kantinimizi işleten dünya iyisi emekçi kardeşim Serdar’ı toprağa verdiğimiz 3 Ocak günü paylaşmıştı.
O gün Mersin’in Aslanköy yaylasında kar yağıyordu.
Ve ben Serdar’ın toprağa karışacağı o mezarlığı arkamda bırakıp köye doğru yürürken bir köpeğin başını okşamıştım. Sahibi yaşlı yörük, ‘Pamuk…’ demişti ve boynuna doladığı atkının arkasında boğuklaşan bir ses tonuyla eklemişti: ‘Benim yaşlı arkadaşımın adı Pamuk’tur beyim. Onu böyle seslenerek severseniz çok hoşuna gider…’
Pamuk bir Anadolu çoban köpeğiydi. 10 yaşındaydı…
Az önce aktardığım hikâyede geçen İrlanda kurdu Belker gibi bizim Pamuk da ömrünün son demlerini yaşıyordu…
Ne diyelim buna? Acı tesadüf mü?
(Devam edecek)
Köpekler, neden insanlardan daha az yaşar?
İskoç veteriner Alan Welsh’in anılarından alıntılıyorum bu hikâyeyi:
“Belker adlı 10 yaşındaki İrlanda cinsi bir kurt köpeğini muayene için Galloway’ların Stirling yakınındaki evlerine çağrılmıştım…
Ev sahibi Ron, eşi Lisa ve küçük oğulları Shane, köpeklerine çok bağlılardı ve bütün aile, son birkaç aydır acı içinde kıvranan köpekleri için benden bir mucize gerçekleştirmemi umuyorlardı.
Belker’i muayene ettim ve kanser sebebiyle ölmek üzere olduğu teşhisini koydum. Aileye Belker için yapacak bir şey kalmadığını ve izin vermeleri halinde onu uyutmayı (ötenazi yapmayı) düşündüğümü söyledim.
Bunu söylemek benim için çok kolay olmadı ama ne yazık ki başka çaremiz de yoktu. Ron ve Lisa, istemeden de olsa teklifimi kabul ettiler. Gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra aile, 6 yaşındaki oğulları Shane’in de durumdan haberdar olmasının iyi olacağını söyledi. Shane’in bu tecrübeden hayata dair bir şeyler çıkarabileceğini düşünüyorlardı.
Ertesi gün yine boğazımdaki o tanıdık düğümlenmeyle ve bütün ailenin eşlik ettiği halde köpeğin etrafında toplandık. Küçük çocuk köpeğini son bir defa severek ‘Hoşçakal’ derken o kadar sakindi ki önce onun olup biteni anlayamadığını düşündüm.
Birkaç dakika içinde Belker sessiz sedasız hayata veda etti…
Küçük çocuk ilginç bir şekilde Belker’in gidişini herhangi bir zorluk yaşamadan kabullenmişti. Herkes Belker’e veda ettikten sonra aile ile oturduk ve ‘köpeklerin neden insanlardan daha az yaşadığını’ konuşmaya başladık. Ben teorik şeylerden söz ederken küçük çocuk ‘Ben bunun nedenini biliyorum’ dedi.
Şaşırmıştım. Bütün dikkatimi çocuğa verdim: ‘İnsanlar iyi olmayı, doğru bir hayat yaşamayı ve herkesi sevmeyi öğrenmek için doğar ve yaşarlar değil mi?’
Küçük çocuk şaşkın bakışlarımız arasında konuşmasına devam etti: ‘Köpekler zaten doğru yaşamayı ve karşılıksız sevmeyi bildikleri için dünyada bizim kadar uzun kalmalarına gerek yok!”
Küçük çocuğun bu yorumu üzerine uzun uzun düşündüm.
‘Basit yaşa, koşulsuz sev, derinden hisset…
İyiliğe odaklan ve samimiyetini açıkça dile getir… ‘
Eğer köpekler birer filozof veya yaşam koçu olsalardı bize muhtemelen bunları öğretirlerdi…”
***
Gerçek bir hikâye… Çok etkileyici ama benim için dahası var:
Babamın öğretmenlik yaptığı bir köyde hayatıma giren kahraman çoban köpeği Boğar ve öğretmenliğimin ilk yıllarında hayatımı güzelleştiren köpeğim Lucky bana öğretmişti ki eğer köpekler konuşabilselerdi bize ‘Sevdiklerin eve geldiklerinde uğraştığın şey ne olursa olsun mutlaka koş ve sevdiğin o insanı karşıla; hiçbir şey ondan önemli olamaz’ derlerdi ve devam ederlerdi:
- Hiçbir eğlence ve mutlu olma fırsatını kaçırma…
- Yüzüne vuran rüzgâr ve temiz havanın keyfini delicesine çıkar…
- Mümkünse eğer gün içinde kısa uykulara dal ve kalkmadan önce tatlı tatlı gerinme hareketleri yap…
- Her fırsatta koş, zıpla ve oyna; bedenini canlandır…
- İlgiden sıkılma ve insanların sana sevgiyle dokunmasına izin ver; ihtiyatlılık elbette iyidir ama yüreğini bu zırhın altında soğutma…
- Dişlerini göstermen kendini koruman için yeterli ise ötesine geçme, sakın ısırma!
- Sıcak günlerde arada bir küçük molalar verip sırt üstü çimlere uzanmayı unutma…
- Çok daha sıcak günlerde ise bolca su iç ve bulduğun her fırsatta bir gölgeye sığınmayı sakın ihmal etme…
- Mutlu olduğunda tüm vücudunla barış, dans et ya da kendine bir şey ısmarla…
- Küçücük yürüyüşlerin bile keyfini çıkar, iyi şeyler düşün…
- Sadakatli ol ve asla olmadığın birisi gibi hareket etme; unutma kendine çok ihtiyacın var!
- Eğer istediğin şey derinde gömülü ise onu bulana kadar kaz; asla pes etme, devam et, sürekli kaz; avuçların ve tırnakların çok acısa da sonunda mutlaka başarırsın…
- Eğer birisi üzgünse sessizce yanına otur ve susarak da olsa ona kibarca destek ol…’
İşte köpeklerden öğrenebileceğimiz mutluluk sırları. Aslında kediler de farklı değil; hatta onlar belki daha derin dersler veriyor bize. Sevgili Pisikız’ımın kulakları çınlasın…
Onların günahsız saf ruhlarıyla bize öğrettikleri, her çağda ve herkes için geçerli şeyler…
***
Alan Welsh’in bu anısını Erkan Hoşsöyler Türkçeye aktarmış.
Veteriner Hekim ve çok değerli arkadaşım, harika anne Ayşegül Atay Başer sosyal medyada paylaşmıştı bu metni.
Hem de benim için son derece dokunaklı bir günde, okul kantinimizi işleten dünya iyisi emekçi kardeşim Serdar’ı toprağa verdiğimiz 3 Ocak günü paylaşmıştı.
O gün Mersin’in Aslanköy yaylasında kar yağıyordu.
Ve ben Serdar’ın toprağa karışacağı o mezarlığı arkamda bırakıp köye doğru yürürken bir köpeğin başını okşamıştım. Sahibi yaşlı yörük, ‘Pamuk…’ demişti ve boynuna doladığı atkının arkasında boğuklaşan bir ses tonuyla eklemişti: ‘Benim yaşlı arkadaşımın adı Pamuk’tur beyim. Onu böyle seslenerek severseniz çok hoşuna gider…’
Pamuk bir Anadolu çoban köpeğiydi. 10 yaşındaydı…
Az önce aktardığım hikâyede geçen İrlanda kurdu Belker gibi bizim Pamuk da ömrünün son demlerini yaşıyordu…
Ne diyelim buna? Acı tesadüf mü?
(Devam edecek)