Geçen yaz bu zamanlar otuz beş yaşlarında bir genç, fakültenin yakınında bir tatlıcı dükkânı açmış, yanına da çırak olarak on altı, on yedi yaşlarındaki yeğenini getirmişti. Çırak olan bu genç, memleketinden ilk defa ayrılmanın tedirginliği ile çevresine ürkek ürkek bakmakta, etrafı, ortamı anlamaya çalışmaktaydı. Tezgâhta durduğunda alınan malların hesabını yapmakta zorlanıyor, post makinasından işlem yaparken amcasından yardım talep ediyordu.
Geçen günlerde gecenin geç saatlerinde tatlıcıya uğradığımda bu gencin, mekânda tek başına sağa sola koşuşturduğunu gördüm. Amcan nerede? diye sorduğumda, amcasının bir haftalığına tatile çıktığından, dükkânda tek kaldığından, geceleri baklava yaptığından, gündüzleri işletmeyi yürütmeye çalıştığından bahsederek amcasına sitemini dile getirdi.
Gencin bir yılık zaman dilimindeki bu değişim ve gelişimini görünce okullardaki öğrencilerimiz gözümün önüne geldi, biz onları okullarda teorik derslerle boğuyor, hayatın acımasızlığı karşısında savunmasız bırakıyorken, bu gencin hayata karşı geliştirmiş olduğu muhteşem refleksin değerini düşündüm.
Bir yıl önce ürkek ürkek çevreyi seyreden bu genç, bir yıl sonra geceleri baklava açıp onları fırında kızartmakta, gündüzleri müşterinin çay, tatlı, dondurma vb. isteklerini karşılamakta, piyasadan malzeme almakta, para işini döndürmekte tek başına kaldığı evde belki de uyumaya vakit bile bulamamaktaydı.
Sokağın eğitim dili ile okulların eğitim dili uyuşmamaktadır. Öğrenciler okullarda tüketmeyi, konforu, kullandıkları eşyanın markasını ve fiyatını ön plana çıkarmaya çalışmakta, tüketerek yaşam kalitelerini artırdıklarını düşünmekteler.
Okullarda, vahşileşen hayata karşı elde edilecek tecrübelere daha az yer verilmekte, onların okulda almış oldukları teorik bilgiler sokağın pratik bilgileri karşısında yetersiz kalmaktadır.
Liselerin dört yıla çıkarılması iyi olmadı. Gençler, hayatlarının en verimli döneminde teorik, işe yaramayan bilgilerin peşinde koşmakta, hele üniversite sınavı gibi bir açmazın içine girerek yığınlar halinde ötekileşerek çevrelerinden soyutlanmaktalar. Dört yıllık lise hayatını bitiren gençler, bir meslekle ilgili genç yaşta almaları gerek temel bilgilerden mahrum oldukları için kendilerine yeni yön bulma şansları da azalmaktadır.
Üniversiteyi kazananlarda da gelecek kaygısı bitmemekte, yeni heyecanla başladıkları tahsil hayatlarının acı gerçeği ile daha üniversitenin ilk yıllarında karşılaşmaktalar. Üniversitelerin sayısını ve kapasitesini artırma yerine bu gençlerin zihnini açacak, teşebbüs güçlerini artıracak, onların özgüvenlerini kazandıracak yeniliklerin peşinden gitmeli, sanayiye yakın yerlerde meslek liseleri açarak gençlerimizi geleceğe daha iyi hazırlamalıyız.
Türkiye’de gençlere verdiğimiz eğitim maalesef onların ekmek parası kazanmalarına yeterli olmadığı gibi bazılarına da ayak bağı olmaktadır. Gençlerin birçoğu hem lisede hem üniversitede aldıkları eğitim nedeni ile birçok açıdan kendilerini köreltmektedirler. Bu durum çok ciddi şekilde irdelenmesi gereken bir sorundur.
Öğrencilerin lise eğitim dönemlerinde çok büyük emek kayıpları olmaktadır. Eskilerin, bir bina kim bîtemeldir, neyleyeyim duvarını, dediği gibi öğrenciler temeli olmayan bir eğitim sisteminde harçsız duvar örmekle zamanlarını harcamaktadırlar.
Herkesi okutmak yerine okumaya kabiliyeti olanları yüksek eğitim almaları için yönlendirmeli, diğer kişileri ise başarı olabilecekleri zanaat dallarına yönlendirmeliyiz. Böylece kendilerini bekleyen vahşi hayat şartlarına karşı daha hazırlıklı ve dayanıklı olma şansını yakalamış olurlar.
Geçen günlerde gecenin geç saatlerinde tatlıcıya uğradığımda bu gencin, mekânda tek başına sağa sola koşuşturduğunu gördüm. Amcan nerede? diye sorduğumda, amcasının bir haftalığına tatile çıktığından, dükkânda tek kaldığından, geceleri baklava yaptığından, gündüzleri işletmeyi yürütmeye çalıştığından bahsederek amcasına sitemini dile getirdi.
Gencin bir yılık zaman dilimindeki bu değişim ve gelişimini görünce okullardaki öğrencilerimiz gözümün önüne geldi, biz onları okullarda teorik derslerle boğuyor, hayatın acımasızlığı karşısında savunmasız bırakıyorken, bu gencin hayata karşı geliştirmiş olduğu muhteşem refleksin değerini düşündüm.
Bir yıl önce ürkek ürkek çevreyi seyreden bu genç, bir yıl sonra geceleri baklava açıp onları fırında kızartmakta, gündüzleri müşterinin çay, tatlı, dondurma vb. isteklerini karşılamakta, piyasadan malzeme almakta, para işini döndürmekte tek başına kaldığı evde belki de uyumaya vakit bile bulamamaktaydı.
Sokağın eğitim dili ile okulların eğitim dili uyuşmamaktadır. Öğrenciler okullarda tüketmeyi, konforu, kullandıkları eşyanın markasını ve fiyatını ön plana çıkarmaya çalışmakta, tüketerek yaşam kalitelerini artırdıklarını düşünmekteler.
Okullarda, vahşileşen hayata karşı elde edilecek tecrübelere daha az yer verilmekte, onların okulda almış oldukları teorik bilgiler sokağın pratik bilgileri karşısında yetersiz kalmaktadır.
Liselerin dört yıla çıkarılması iyi olmadı. Gençler, hayatlarının en verimli döneminde teorik, işe yaramayan bilgilerin peşinde koşmakta, hele üniversite sınavı gibi bir açmazın içine girerek yığınlar halinde ötekileşerek çevrelerinden soyutlanmaktalar. Dört yıllık lise hayatını bitiren gençler, bir meslekle ilgili genç yaşta almaları gerek temel bilgilerden mahrum oldukları için kendilerine yeni yön bulma şansları da azalmaktadır.
Üniversiteyi kazananlarda da gelecek kaygısı bitmemekte, yeni heyecanla başladıkları tahsil hayatlarının acı gerçeği ile daha üniversitenin ilk yıllarında karşılaşmaktalar. Üniversitelerin sayısını ve kapasitesini artırma yerine bu gençlerin zihnini açacak, teşebbüs güçlerini artıracak, onların özgüvenlerini kazandıracak yeniliklerin peşinden gitmeli, sanayiye yakın yerlerde meslek liseleri açarak gençlerimizi geleceğe daha iyi hazırlamalıyız.
Türkiye’de gençlere verdiğimiz eğitim maalesef onların ekmek parası kazanmalarına yeterli olmadığı gibi bazılarına da ayak bağı olmaktadır. Gençlerin birçoğu hem lisede hem üniversitede aldıkları eğitim nedeni ile birçok açıdan kendilerini köreltmektedirler. Bu durum çok ciddi şekilde irdelenmesi gereken bir sorundur.
Öğrencilerin lise eğitim dönemlerinde çok büyük emek kayıpları olmaktadır. Eskilerin, bir bina kim bîtemeldir, neyleyeyim duvarını, dediği gibi öğrenciler temeli olmayan bir eğitim sisteminde harçsız duvar örmekle zamanlarını harcamaktadırlar.
Herkesi okutmak yerine okumaya kabiliyeti olanları yüksek eğitim almaları için yönlendirmeli, diğer kişileri ise başarı olabilecekleri zanaat dallarına yönlendirmeliyiz. Böylece kendilerini bekleyen vahşi hayat şartlarına karşı daha hazırlıklı ve dayanıklı olma şansını yakalamış olurlar.