
Sultan Abdülaziz ve Abdülhamid dönemi Osmanlı yayın organları ile yakın tarihimize damgasını vuran gazete manşetlerini, afişleri ve görselleri yan yana getiren Taha Ün, vatan topraklarında oynanan oyunların bir asırdır değişmediğini gözler önüne serdi.

100 Yıllık Terane, bir asrı geçen süreç içerisinde zamanı, olayları, kişileri ve tepkileri harmanlayarak okuyucuya mukayese imkânı veren, şer güçlerin yöntemlerinin değişmediğini gözler önüne seren bir çalışma. Osmanlı döneminde yaşananların Cumhuriyet dönemi ile aynı olduğunun tarihi ispatı.
Sosyal medyayı aktif kullananlar onu hemen hatırlayacaktır. Kullanıcı adı ‘sağlam irade’ olan Taha Ün, yaptığı paylaşımlarla sosyal medyada kıyametler koparan nam salmış bir isim. Yazılarıyla muhaliflerin hedefi haline gelen genç yazar, ‘Yüzyıllık Terane’ isimli bir kitap çıkardı. Türkiye’nin Osmanlı’dan bu yana algı operasyonları ile şekillendirilmek istendiğini belgelerle ortaya koyan Taha Ün, kitabının 4. baskısını yaptı. İlk kitabı olmasına rağmen tecrübeli yazarları geride bırakan ve Türkiye’nin birçok ilinden davet alan Taha Ün ile yolumuz Erzurum’da kesişti. ‘Yüzyıllık Terane’ üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Aslında adı kitap olsa da konuştuğumuz konular ülke gerçeklerinin ta kendisiydi...

‘Yüzyıllık Terane’ nasıl ortaya çıktı?
Bu benim ilk kitabım. Çok yoğun efor sarf ettiğimiz bir kitap oldu. Her aşamasında sürecin bizzat içerisinde oldum, kapağından tutun sayfa düzenine kadar. Standart bir kitap olduğu zaman bir çıktı alırsın ve yayın evi düzenler. Benim kitabım böyle olmadı. Kapak tasarımından mizanpajına kadar her şeyi ile bizzat ben ilgilendim. Doğal olarak yorucu bir süreç oldu.
Bu kitabın okuyucu ile bulaması ne kadar sürdü?
Kitabın içerik olarak iki sene, okuyucu ile buluşması iki buçuk seneye tekabül etti. İnşallah yeni kitapları fırsat bulursam yazarım. Satışlarımız güzel, 60 bine ulaştık. Kasım’da çıkardık. 9 Kasım’dan 9 Mart’a kadar aşağı yukarı 60 bin sayısını yakaladık. Yüzyıllık Terane, yüz bin satmalı, hedefimiz bu.
Kitapta ne anlatıyorsunuz?
Afişler asıldı; zehirlediniz, astınız, partisini kapattınız, yedirmeyiz, merhum Menderes, merhum Özal, merhum Necmettin Erbakan ve Reisimiz olmak üzere, şimdi tabi bunların bütünün hikâyesinin başladığı bir adam var Abdülhamid... Hep diyoruz ki; “Seni Abdülhamid’in yalnızlığına terk etmeyeceğiz. Dolayısıyla burada bir şey var, Abdülhamid’e yaptığınızı bugün Reise yapıyorsunuz, bunu biliyoruz” diyorduk ama bunu bir türlü ete kemiğe büründüremiyoruz. Herkes ucundan köşesinden tutuyor, altını dolduramıyorduk. Sanırım biz altını doldurmuş oluyoruz. Ülkemize ve Tayyip Erdoğan’a oynanan oyunların tarihsel bir delili adeta. Osmanlı döneminde şer odaklarının sergilediği tutum ne ise günümüzde de aynı. Bunu dönemin gazete manşetlerinde rahatlıkla görebiliyoruz.
Bir anlamda Türkiye gerçeklerini söylemden çıkarıp belgeye ve bilgiye mi döktünüz?
Evet, aslında tanım bu, ortada bir algı operasyonu ile yürüyen bir hikaye var. 1897’de, ‘Osmanlı topraklarına gitmeyin can güvenliğiniz yok’ demiş, 2013’e gelmiş,‘Türkiye topraklarına gitmeyin can güvenliği yok’ demiş. 1907’de, ‘Türkiye’ye gitmeyin Türk tütünü içmeyin, Türk kilimi yerine İran halısı kullanın’ demiş, yıl 2015 olmuş, ‘Türkiye’ye gitmeyin kebap yemeyin, başörtülü kadınların çalıştığı yerlerden alış veriş yapmayın’ denilmiş. Yıl 1904 Abdülhamid için altın tabaklarda yemek yenilmiş denildi. Yıl olmuş 2015, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için altın bardaklarda çay içiyorlar diye haberler yapıldı. İşte 1897’de Abdülhamid’e yezit demişler, 2016‘da Tayyip Erdoğan’a yezit demişler. İşte böyle ortada iğrenç ve aptalca tekerrür eden bir çark var.

Sosyal medyayı Türkiye doğru kullanıyor mu?
Şimdi bu göreceli bir kavram; Vatanı, memleketi, dini değerleri muhafaza ve müdafaa anlamında fert olarak doğru kullanılıyor mu derseniz, ‘evet’ doğru kullanıldığını düşünüyorum.
Örnekleyecek olursanız?
Gezi olayları, 17-25 Aralık ve 7 Haziran sonrası söylemlerin ve hareketlerin sosyal medyaya taşınması az buz sıkıntılar değildi. Vatandaş sosyal medyada kendi çabalarıyla atlattı. Devletin burada bir sihirli eli dokunup da temas ettiği bir şey olmadı, vatandaş kendi buldukları ve bilgileriyle bir şeklide bir şey yaptı. Bizde bu süreçte 600 PKK’lıyı deşifre ettik. Trol hesaplarından isim ve kimliklerini deşifre ettik. Emniyete bildirdik. Kimisinin hakkında adli süreç, kimisini hakkında ise gözaltı oldu. Bütün bunları hepsi sosyal medya alanında vatandaşın imece usulü ile ortaya çıktı. Kimisi çok eski fotoğraflarıyla, kimisi ismiyle, kimisi mahallesiyle ortaya çıkardı. Kimisi tanışık çıktı. Üst düzey PKK yetkilisinin ismini bir tanıdığı bana sosyal medya üzerinde verdi. ‘Bu benim kuzenim ama ben memleketimi ve ülkemi seviyorum’ dedi. Çek şunun fişini deyince bizde öyle ortaya çıkardık.
Bu kadar sıkıntı geride kaldı mı?
Bu saatten sonra sosyal medya üzerinden hiçbir şey olmaz. Gezi saçmalığından bugünlere kadar geldik. Söylenebilecek bütün yalanlar ve yapılabilecek bütün sahtekârlıklar yapıldı, çekilebilecek bütün vidolar çekildi. Bu saatten sonra şaşırtmaz. Toplum sosyal medya üzerinden çok şey atlattı. Sonuç almaya yönelik bir operasyon olacağını düşünmüyorum.
Türkiye çok önemli bir referanduma gidiyor. Gazeteciler doğal anketörlerdir bir yerde. Türkiye’nin büyük bölümünü gezdiniz ve geziyorsunuz. Gittiğiniz yerlerde neler görüyorsunuz, halk oynanan oyunların farkında mı?
Anadolu her zaman oynanan oyunları fark etmiş ve net bir şekilde görmüştür. Gezdiğim şehirlerde edindiğim intiba şu; Anadolu öfke ile kınında çıkmış bir kılıç gibi bu memlekete uzanan elleri kesmek için 16 Nisan günü sandıklara gitmeyi planlıyor. Net bir şekilde, Almanya’nın küstahlığı, Hollanda’nın faşistliği, Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye aba altında sopa göstermeleri, Suriye’de son yaşanan gelişmeler, bu bölgede yine Rusya ve ABD’nin ikiyüzlülüğü bunları tek tek alt alta koyduğunda vatandaşta net bir şekilde biriken bir öfke var. İçeriye döndüğünüzde ana muhalefet partisinin ikiyüzlülüğü ve sahtekâr tutumu, Türkiye’de bir takım çevrelerin kendilerini olduğundan farklı gösterme çaba ve girişimi, bütün bunları sıraladığında Anadolu bunlarla hesaplaşmayacağı tabiri caiz ise Osmanlı tokadını atacağı günü 16 Nisan olarak görüyor. 15 Temmuz’un sabahı olarak görüyor 16 Nisanı. 15 Temmuz’un sabahı 16 Nisan’dır. Biz halen daha 15 Temmuz’daki o geceyi yaşıyoruz. Halen daha o darbecilerle mücadele ediyoruz. Halen daha birileri köklerimizi kesmeye çalışıyor. Bir şekilde birileri devletin en mahrem yerlerini bombalıyor. Halen daha bir yerde birileri bu memleketi işgale sürükleyecek komplo ve oyunları devreye koymak istiyor ve vatandaş 15 Temmuz gecesinden itibaren halen daha tanklara direnir gibi bunlara direniyor ve bu direnişin sabahı 16 Nisan’dır. Süreci böyle görmek lazım, vatandaşın da böyle gördüğünün bilincindeyim.

Sizce oran ne olacak?
Türkiye’de bu kesin geçecek. % 53’de olsa sistem değişecek, % 52 ‘de olsa bu sistem değişecek, %85’de olsa da değişecek. Şimdi tabi haliyle sistemin değişeceğini kesin gözüyle görenlerin memlekette bir delilik yapıp referanduma gidecek süreci engellerler mi engellemezler mi onun endişesi içerisindeyim açıkçası.
Nasıl bir engellemeyle karşılaşılabilir?
Yani bu yeniden bir darbe kalkışması hazırlığı olabilir, başka bir şey olur. Bu bir gerçek, geziden itibaren bir şer güçle karşı karşıyayız. Yani gezi bitti hendekler, 17-25, darbeler geldi. Gezide, ‘çiçek dikmek istiyoruz’ diye başlayan eylemlerin 15 Temmuz gecesi insanlara bomba atan şebekelere dönüştüğünü gördük. Yılanın başını ezebildik mi? Hayır ezemedik. Hadi başaramadık evimize dönelim diyecek insanlar değiller.
Muhalefetin söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hiç birine katılmıyorum, seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir Başbakan. Ey CHP bunla alakalı ne öneriyorsun? 10 sene boyunca sen bu memlekette seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve Başbakanın yönetim anlamında bir kriz yaşanmaması için bu topluma ne önerdin? AK Parti şunu öneriyor; Bu bir kriz oluşturuyor ve bu krizden MHP ile birlikte çıkmayı ön görüyor. Eğer sen hayır diyorsan bunun alternatifini ortaya koymalısın.
Referandumu engellemeye yönelik bir delilikten bir endişeden bahsettiniz, endişeler nasıl aşılacak?
Bu terör örgütleri bir günde oluşmadı. Yargı ve ordudaki vesayet bir günde oluşmadı. En kötüsü PKK 33 sene, FETÖ 50 senelik bir yapılanma. Bir günde iki günde yargı ve kolluk kuvvetlerinin yapacağı bitireceği işler değil. Zaman zaman bunlar komplo kuracaklar, biz bunu aşacağız. Zaman zaman korku üretecekler, biz bunu aşacağız. Bunlar başını kaldırdıkça onları başını ezmek gerekiyor. Öyle düşünüyorum.
Toparlarsak başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben sizin şahsınızda Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen, AK Parti Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, Emre Yaylalı Bey’e, Erzurum İmam Hatipliler Derneği’ne, Erzurumspor Başkanı Ali Demirhan Bey’e şükranlarımı sunmak istiyorum. Erzurum’a ilk defa geldim ama kendi memleketimde gibi kendimi mutlu hissettim. Misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum. Önümüzdeki günlerin çok iyi günler olacağına inanıyorum. Yeter ki liderimizin etrafından sımsıkı kenetlenelim.

100 Yıllık Terane, bir asrı geçen süreç içerisinde zamanı, olayları, kişileri ve tepkileri harmanlayarak okuyucuya mukayese imkânı veren, şer güçlerin yöntemlerinin değişmediğini gözler önüne seren bir çalışma. Osmanlı döneminde yaşananların Cumhuriyet dönemi ile aynı olduğunun tarihi ispatı.
Sosyal medyayı aktif kullananlar onu hemen hatırlayacaktır. Kullanıcı adı ‘sağlam irade’ olan Taha Ün, yaptığı paylaşımlarla sosyal medyada kıyametler koparan nam salmış bir isim. Yazılarıyla muhaliflerin hedefi haline gelen genç yazar, ‘Yüzyıllık Terane’ isimli bir kitap çıkardı. Türkiye’nin Osmanlı’dan bu yana algı operasyonları ile şekillendirilmek istendiğini belgelerle ortaya koyan Taha Ün, kitabının 4. baskısını yaptı. İlk kitabı olmasına rağmen tecrübeli yazarları geride bırakan ve Türkiye’nin birçok ilinden davet alan Taha Ün ile yolumuz Erzurum’da kesişti. ‘Yüzyıllık Terane’ üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Aslında adı kitap olsa da konuştuğumuz konular ülke gerçeklerinin ta kendisiydi...

‘Yüzyıllık Terane’ nasıl ortaya çıktı?
Bu benim ilk kitabım. Çok yoğun efor sarf ettiğimiz bir kitap oldu. Her aşamasında sürecin bizzat içerisinde oldum, kapağından tutun sayfa düzenine kadar. Standart bir kitap olduğu zaman bir çıktı alırsın ve yayın evi düzenler. Benim kitabım böyle olmadı. Kapak tasarımından mizanpajına kadar her şeyi ile bizzat ben ilgilendim. Doğal olarak yorucu bir süreç oldu.
Bu kitabın okuyucu ile bulaması ne kadar sürdü?
Kitabın içerik olarak iki sene, okuyucu ile buluşması iki buçuk seneye tekabül etti. İnşallah yeni kitapları fırsat bulursam yazarım. Satışlarımız güzel, 60 bine ulaştık. Kasım’da çıkardık. 9 Kasım’dan 9 Mart’a kadar aşağı yukarı 60 bin sayısını yakaladık. Yüzyıllık Terane, yüz bin satmalı, hedefimiz bu.
Kitapta ne anlatıyorsunuz?
Afişler asıldı; zehirlediniz, astınız, partisini kapattınız, yedirmeyiz, merhum Menderes, merhum Özal, merhum Necmettin Erbakan ve Reisimiz olmak üzere, şimdi tabi bunların bütünün hikâyesinin başladığı bir adam var Abdülhamid... Hep diyoruz ki; “Seni Abdülhamid’in yalnızlığına terk etmeyeceğiz. Dolayısıyla burada bir şey var, Abdülhamid’e yaptığınızı bugün Reise yapıyorsunuz, bunu biliyoruz” diyorduk ama bunu bir türlü ete kemiğe büründüremiyoruz. Herkes ucundan köşesinden tutuyor, altını dolduramıyorduk. Sanırım biz altını doldurmuş oluyoruz. Ülkemize ve Tayyip Erdoğan’a oynanan oyunların tarihsel bir delili adeta. Osmanlı döneminde şer odaklarının sergilediği tutum ne ise günümüzde de aynı. Bunu dönemin gazete manşetlerinde rahatlıkla görebiliyoruz.
Bir anlamda Türkiye gerçeklerini söylemden çıkarıp belgeye ve bilgiye mi döktünüz?
Evet, aslında tanım bu, ortada bir algı operasyonu ile yürüyen bir hikaye var. 1897’de, ‘Osmanlı topraklarına gitmeyin can güvenliğiniz yok’ demiş, 2013’e gelmiş,‘Türkiye topraklarına gitmeyin can güvenliği yok’ demiş. 1907’de, ‘Türkiye’ye gitmeyin Türk tütünü içmeyin, Türk kilimi yerine İran halısı kullanın’ demiş, yıl 2015 olmuş, ‘Türkiye’ye gitmeyin kebap yemeyin, başörtülü kadınların çalıştığı yerlerden alış veriş yapmayın’ denilmiş. Yıl 1904 Abdülhamid için altın tabaklarda yemek yenilmiş denildi. Yıl olmuş 2015, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için altın bardaklarda çay içiyorlar diye haberler yapıldı. İşte 1897’de Abdülhamid’e yezit demişler, 2016‘da Tayyip Erdoğan’a yezit demişler. İşte böyle ortada iğrenç ve aptalca tekerrür eden bir çark var.

Sosyal medyayı Türkiye doğru kullanıyor mu?
Şimdi bu göreceli bir kavram; Vatanı, memleketi, dini değerleri muhafaza ve müdafaa anlamında fert olarak doğru kullanılıyor mu derseniz, ‘evet’ doğru kullanıldığını düşünüyorum.
Örnekleyecek olursanız?
Gezi olayları, 17-25 Aralık ve 7 Haziran sonrası söylemlerin ve hareketlerin sosyal medyaya taşınması az buz sıkıntılar değildi. Vatandaş sosyal medyada kendi çabalarıyla atlattı. Devletin burada bir sihirli eli dokunup da temas ettiği bir şey olmadı, vatandaş kendi buldukları ve bilgileriyle bir şeklide bir şey yaptı. Bizde bu süreçte 600 PKK’lıyı deşifre ettik. Trol hesaplarından isim ve kimliklerini deşifre ettik. Emniyete bildirdik. Kimisinin hakkında adli süreç, kimisini hakkında ise gözaltı oldu. Bütün bunları hepsi sosyal medya alanında vatandaşın imece usulü ile ortaya çıktı. Kimisi çok eski fotoğraflarıyla, kimisi ismiyle, kimisi mahallesiyle ortaya çıkardı. Kimisi tanışık çıktı. Üst düzey PKK yetkilisinin ismini bir tanıdığı bana sosyal medya üzerinde verdi. ‘Bu benim kuzenim ama ben memleketimi ve ülkemi seviyorum’ dedi. Çek şunun fişini deyince bizde öyle ortaya çıkardık.
Bu kadar sıkıntı geride kaldı mı?
Bu saatten sonra sosyal medya üzerinden hiçbir şey olmaz. Gezi saçmalığından bugünlere kadar geldik. Söylenebilecek bütün yalanlar ve yapılabilecek bütün sahtekârlıklar yapıldı, çekilebilecek bütün vidolar çekildi. Bu saatten sonra şaşırtmaz. Toplum sosyal medya üzerinden çok şey atlattı. Sonuç almaya yönelik bir operasyon olacağını düşünmüyorum.
Türkiye çok önemli bir referanduma gidiyor. Gazeteciler doğal anketörlerdir bir yerde. Türkiye’nin büyük bölümünü gezdiniz ve geziyorsunuz. Gittiğiniz yerlerde neler görüyorsunuz, halk oynanan oyunların farkında mı?
Anadolu her zaman oynanan oyunları fark etmiş ve net bir şekilde görmüştür. Gezdiğim şehirlerde edindiğim intiba şu; Anadolu öfke ile kınında çıkmış bir kılıç gibi bu memlekete uzanan elleri kesmek için 16 Nisan günü sandıklara gitmeyi planlıyor. Net bir şekilde, Almanya’nın küstahlığı, Hollanda’nın faşistliği, Avrupa ülkelerinin Türkiye’ye aba altında sopa göstermeleri, Suriye’de son yaşanan gelişmeler, bu bölgede yine Rusya ve ABD’nin ikiyüzlülüğü bunları tek tek alt alta koyduğunda vatandaşta net bir şekilde biriken bir öfke var. İçeriye döndüğünüzde ana muhalefet partisinin ikiyüzlülüğü ve sahtekâr tutumu, Türkiye’de bir takım çevrelerin kendilerini olduğundan farklı gösterme çaba ve girişimi, bütün bunları sıraladığında Anadolu bunlarla hesaplaşmayacağı tabiri caiz ise Osmanlı tokadını atacağı günü 16 Nisan olarak görüyor. 15 Temmuz’un sabahı olarak görüyor 16 Nisanı. 15 Temmuz’un sabahı 16 Nisan’dır. Biz halen daha 15 Temmuz’daki o geceyi yaşıyoruz. Halen daha o darbecilerle mücadele ediyoruz. Halen daha birileri köklerimizi kesmeye çalışıyor. Bir şekilde birileri devletin en mahrem yerlerini bombalıyor. Halen daha bir yerde birileri bu memleketi işgale sürükleyecek komplo ve oyunları devreye koymak istiyor ve vatandaş 15 Temmuz gecesinden itibaren halen daha tanklara direnir gibi bunlara direniyor ve bu direnişin sabahı 16 Nisan’dır. Süreci böyle görmek lazım, vatandaşın da böyle gördüğünün bilincindeyim.

Sizce oran ne olacak?
Türkiye’de bu kesin geçecek. % 53’de olsa sistem değişecek, % 52 ‘de olsa bu sistem değişecek, %85’de olsa da değişecek. Şimdi tabi haliyle sistemin değişeceğini kesin gözüyle görenlerin memlekette bir delilik yapıp referanduma gidecek süreci engellerler mi engellemezler mi onun endişesi içerisindeyim açıkçası.
Nasıl bir engellemeyle karşılaşılabilir?
Yani bu yeniden bir darbe kalkışması hazırlığı olabilir, başka bir şey olur. Bu bir gerçek, geziden itibaren bir şer güçle karşı karşıyayız. Yani gezi bitti hendekler, 17-25, darbeler geldi. Gezide, ‘çiçek dikmek istiyoruz’ diye başlayan eylemlerin 15 Temmuz gecesi insanlara bomba atan şebekelere dönüştüğünü gördük. Yılanın başını ezebildik mi? Hayır ezemedik. Hadi başaramadık evimize dönelim diyecek insanlar değiller.
Muhalefetin söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hiç birine katılmıyorum, seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve seçilmiş bir Başbakan. Ey CHP bunla alakalı ne öneriyorsun? 10 sene boyunca sen bu memlekette seçilmiş bir Cumhurbaşkanı ve Başbakanın yönetim anlamında bir kriz yaşanmaması için bu topluma ne önerdin? AK Parti şunu öneriyor; Bu bir kriz oluşturuyor ve bu krizden MHP ile birlikte çıkmayı ön görüyor. Eğer sen hayır diyorsan bunun alternatifini ortaya koymalısın.
Referandumu engellemeye yönelik bir delilikten bir endişeden bahsettiniz, endişeler nasıl aşılacak?
Bu terör örgütleri bir günde oluşmadı. Yargı ve ordudaki vesayet bir günde oluşmadı. En kötüsü PKK 33 sene, FETÖ 50 senelik bir yapılanma. Bir günde iki günde yargı ve kolluk kuvvetlerinin yapacağı bitireceği işler değil. Zaman zaman bunlar komplo kuracaklar, biz bunu aşacağız. Zaman zaman korku üretecekler, biz bunu aşacağız. Bunlar başını kaldırdıkça onları başını ezmek gerekiyor. Öyle düşünüyorum.
Toparlarsak başka söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Ben sizin şahsınızda Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen, AK Parti Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu, Emre Yaylalı Bey’e, Erzurum İmam Hatipliler Derneği’ne, Erzurumspor Başkanı Ali Demirhan Bey’e şükranlarımı sunmak istiyorum. Erzurum’a ilk defa geldim ama kendi memleketimde gibi kendimi mutlu hissettim. Misafirperverlikleri için teşekkür ediyorum. Önümüzdeki günlerin çok iyi günler olacağına inanıyorum. Yeter ki liderimizin etrafından sımsıkı kenetlenelim.