
Çanakkale Boğaz Savaşı’nın yaşandığı toprakları ilk, orta, lise ya da üniversite düzeylerinde öğrenim gören tüm çocuklarımızın ya da gençlerimizin mutlaka ziyaret etmesi gerekir.
Ankara’da Anıtkabir’i…
İstanbul’u, imparatorluk payitahtını…
Konya’da Mevlana Dergâhı’nı…
Kapadokya’yı, ‘Güzel Atlar Ülkesi’ni…
Kaş’tan İntepe’ye, Truva’ya; Akdeniz ve Ege’nin bütün antik kentlerini; uygarlık kalıntılarını koklayarak, çıplak ayaklarla dokunarak tanımalı bütün öğrenciler…
Sonra Mersin’i, Hatay’ı, Urfa’yı, Van’ı görmeliler…
İshak Paşa Sarayı’nın kapısında dikilip Ağrı Dağı’nın serin esintisini ciğerlerine çekmeliler; oradan Ani’yi ve Çoruh vadisini izleyerek Kadırga Yaylası’na geçmeliler; muazzam görkemiyle Sümela’nın hikâyesini dinlemeliler…
Karadeniz’e dalmalılar; o bir deniz değil, uçsuz bucaksız, benzersiz bir ummandır. Samsun ve Amasya üzerinden kongre kentlerine ulaşmalılar…
Yaklaşık 5 bin kilometrelik; tümünü tek seferde katetmek isterseniz bir aydan fazla zamanınızı alacak; yüksek maliyetli bir rotadır bu çizdiğim.
Zor yani…
Ama biliniz ki bu rota üzerinde yürümeden Türkiye’yi bütün ayrıntılarıyla tam olarak tanıyabilmek, bu eşsiz ülkeyi hak ettiği biçimde sevebilmek mümkün değil !
O halde öğrencilerin her yıl bir bölümünü tamamlayacakları, zorunlu eğitim sürecinin bütününe yayılmış büyük ve büyüleyici bir gezi hayal edebiliriz.
Türkiye’ye özgü olacak…
Türk insanının yurt algısını ve sevgisini değiştirecek…
Türkiye’de turizme yeni bir boyut kazandıracak büyük bir proje…
***
Şimdi, tam da Haziran başında, okullar bir yandan karne telaşı yaşıyorlar, bir yandan da yaz programlarını oluşturuyorlar ve durum bu iken bu aşamada okullara düşen, böyle bir rotanın bu yılki kısmını gerçeğe dönüştürmek olabilir.
Tabii eğer bugüne kadar çocukları için öyle bir serüven yaratmadılarsa…
***
Ama biliyoruz, öyle bir serüveni çoktan başlatan okullar var:
Büyük kentlerin uzağında bir okul…
Manavgat Başarı Koleji, yukarıda çizdiğim büyüleyici rotayı, tarif etmeye çalıştığım ‘sistematik yaklaşımla’, yaklaşık 10 yıldır öğrencilerine ‘geleneksel gezi rotası’ olarak sunuyor. Okul, verdiği o çok önemli hayat bilgisi eğitimi, bu rota üzerinde somutlaştırıyor ve gerçek hayat bilgisine dönüştürüyor.
Bir yöneticisi ve tüm bilimsel-sosyal projelerinin doğal ortağı olmaktan onur duyduğum bu okul, az evvel de vurguladığım gibi, ‘yaklaşık 5 bin kilometrelik; tümünü tek seferde katetmek isterseyenleri işten güçten bir ay kadar alıkoyacak; yüksek maliyetli’ bu rotayı üç yıla ve üç kuşağa bölmüş…
Bu yaklaşım, sabırla ve iğne oyası gibi titizce örülmüş:
Ortaokul başlangıcında 5’inci sınıfı -biraz da çocukların yaş ve gelişim durumlarına bağlı olarak- yakın çevrenin coğrafi, kültürel, arkeolojik keşfine ayıran okul, 6’ncı sınıfa geldiklerinde çocukları Ege kıyılarındaki uygarlık izleri üzerinde ve Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını yaşatan İstanbul’da dolaştırıyor…
7’nci sınıfa geçen çocuklar, Çanakkale’de toprağa ve boğaz suyuna karışmış o ruhla tanışıyor. Yeniden İstanbul’a dönülüyor ve bu kez Türkiye’nin modern, üretken, batıya dönük yüzü tanıtılıyor çocuklara…
Yolun sonunda, 8’inci sınıfa geçen ve ‘mezuniyete hazırlanan’ çocuklar, okulun en köklü mezuniyet rituelini gerçekleştiriyorlar: Ankara’da Anıtkabir’i ve Konya’da Mevlana Dergâhı’nı ziyaret ediyorlar.
‘Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair’ 30.11.1925 tarih ve 677 Sayılı Kanun’un neden Mevlana Dergâhı’nı istisna saydığını ve 1925’ten sonra ‘müze statüsünde’ de olsa faaliyetine niye izin verildiğini öğreniyor çocuklar.
Ve hayatları boyunca neyin, nasıl bir yaklaşımın kendilerini iyi insan, iyi yurttaş yapacağını, hiç unutmayacakları biçimde öğreniyorlar.
Ortaokul öğrenimleri, bu öğretiyle son buluyor.
Muhtemelen çocukların Konya’da öğrendiği şu tarihi anekdotu sizler daha önceden biliyordunuz:
‘Atatürk, dokuzuncu Konya ziyaretinde, 21 Şubat 1931 günü o günkü adıyla Konya Asar-ı Atika Müzesi’ne (Dergâh’a) bir kere daha uğramıştır. Bu ziyaretinde niyaz penceresinin üzerindeki Farsça dörtlük Ata’nın dikkatini çekmiştir. Rübai, çok şaşırtıcı bir kehanet gibidir: ‘Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu Allahım / Garip aşıklar senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün kapılar kapanmış ve yalnız senin bu kapın açık kalmıştır’
Ata, bu mucizevî rübaiyi okuduktan sonra müze kayıtlarına giren şu cümleleri kurar: ‘Hazreti Mevlana’nın büyüklüğü burada bir kez daha kendini gösteriyor. Doğrusu ben, 1923’teki ziyeretim sırasında bu dergâhı kapatmayalım, müze olarak dâhi olsa halkın ziyaretine açık tutalım diye düşünmüş; dergâh ve tekkelerin kapatılmasına dair kanun çıkar çıkmaz da İsmet Paşa’ya Mevlana Dergahı’nı bütün eşyası ile derhal halka açık bir müze haline getirme emri vermiştim. Görüyorum ki aslında şu rübainin hükmünü yerine getirmeye vesile olmuşum…’
(Kaynak: www.mevlana.com)
(Devamı 6 Haziran 2017-Salı günü…)
Ankara’da Anıtkabir’i…
İstanbul’u, imparatorluk payitahtını…
Konya’da Mevlana Dergâhı’nı…
Kapadokya’yı, ‘Güzel Atlar Ülkesi’ni…
Kaş’tan İntepe’ye, Truva’ya; Akdeniz ve Ege’nin bütün antik kentlerini; uygarlık kalıntılarını koklayarak, çıplak ayaklarla dokunarak tanımalı bütün öğrenciler…
Sonra Mersin’i, Hatay’ı, Urfa’yı, Van’ı görmeliler…
İshak Paşa Sarayı’nın kapısında dikilip Ağrı Dağı’nın serin esintisini ciğerlerine çekmeliler; oradan Ani’yi ve Çoruh vadisini izleyerek Kadırga Yaylası’na geçmeliler; muazzam görkemiyle Sümela’nın hikâyesini dinlemeliler…
Karadeniz’e dalmalılar; o bir deniz değil, uçsuz bucaksız, benzersiz bir ummandır. Samsun ve Amasya üzerinden kongre kentlerine ulaşmalılar…
Yaklaşık 5 bin kilometrelik; tümünü tek seferde katetmek isterseniz bir aydan fazla zamanınızı alacak; yüksek maliyetli bir rotadır bu çizdiğim.
Zor yani…
Ama biliniz ki bu rota üzerinde yürümeden Türkiye’yi bütün ayrıntılarıyla tam olarak tanıyabilmek, bu eşsiz ülkeyi hak ettiği biçimde sevebilmek mümkün değil !
O halde öğrencilerin her yıl bir bölümünü tamamlayacakları, zorunlu eğitim sürecinin bütününe yayılmış büyük ve büyüleyici bir gezi hayal edebiliriz.
Türkiye’ye özgü olacak…
Türk insanının yurt algısını ve sevgisini değiştirecek…
Türkiye’de turizme yeni bir boyut kazandıracak büyük bir proje…
***
Şimdi, tam da Haziran başında, okullar bir yandan karne telaşı yaşıyorlar, bir yandan da yaz programlarını oluşturuyorlar ve durum bu iken bu aşamada okullara düşen, böyle bir rotanın bu yılki kısmını gerçeğe dönüştürmek olabilir.
Tabii eğer bugüne kadar çocukları için öyle bir serüven yaratmadılarsa…
***
Ama biliyoruz, öyle bir serüveni çoktan başlatan okullar var:
Büyük kentlerin uzağında bir okul…
Manavgat Başarı Koleji, yukarıda çizdiğim büyüleyici rotayı, tarif etmeye çalıştığım ‘sistematik yaklaşımla’, yaklaşık 10 yıldır öğrencilerine ‘geleneksel gezi rotası’ olarak sunuyor. Okul, verdiği o çok önemli hayat bilgisi eğitimi, bu rota üzerinde somutlaştırıyor ve gerçek hayat bilgisine dönüştürüyor.
Bir yöneticisi ve tüm bilimsel-sosyal projelerinin doğal ortağı olmaktan onur duyduğum bu okul, az evvel de vurguladığım gibi, ‘yaklaşık 5 bin kilometrelik; tümünü tek seferde katetmek isterseyenleri işten güçten bir ay kadar alıkoyacak; yüksek maliyetli’ bu rotayı üç yıla ve üç kuşağa bölmüş…
Bu yaklaşım, sabırla ve iğne oyası gibi titizce örülmüş:
Ortaokul başlangıcında 5’inci sınıfı -biraz da çocukların yaş ve gelişim durumlarına bağlı olarak- yakın çevrenin coğrafi, kültürel, arkeolojik keşfine ayıran okul, 6’ncı sınıfa geldiklerinde çocukları Ege kıyılarındaki uygarlık izleri üzerinde ve Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını yaşatan İstanbul’da dolaştırıyor…
7’nci sınıfa geçen çocuklar, Çanakkale’de toprağa ve boğaz suyuna karışmış o ruhla tanışıyor. Yeniden İstanbul’a dönülüyor ve bu kez Türkiye’nin modern, üretken, batıya dönük yüzü tanıtılıyor çocuklara…
Yolun sonunda, 8’inci sınıfa geçen ve ‘mezuniyete hazırlanan’ çocuklar, okulun en köklü mezuniyet rituelini gerçekleştiriyorlar: Ankara’da Anıtkabir’i ve Konya’da Mevlana Dergâhı’nı ziyaret ediyorlar.
‘Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair’ 30.11.1925 tarih ve 677 Sayılı Kanun’un neden Mevlana Dergâhı’nı istisna saydığını ve 1925’ten sonra ‘müze statüsünde’ de olsa faaliyetine niye izin verildiğini öğreniyor çocuklar.
Ve hayatları boyunca neyin, nasıl bir yaklaşımın kendilerini iyi insan, iyi yurttaş yapacağını, hiç unutmayacakları biçimde öğreniyorlar.
Ortaokul öğrenimleri, bu öğretiyle son buluyor.
Muhtemelen çocukların Konya’da öğrendiği şu tarihi anekdotu sizler daha önceden biliyordunuz:
‘Atatürk, dokuzuncu Konya ziyaretinde, 21 Şubat 1931 günü o günkü adıyla Konya Asar-ı Atika Müzesi’ne (Dergâh’a) bir kere daha uğramıştır. Bu ziyaretinde niyaz penceresinin üzerindeki Farsça dörtlük Ata’nın dikkatini çekmiştir. Rübai, çok şaşırtıcı bir kehanet gibidir: ‘Ey keremde, yücelikte ve nur saçıcılıkta güneşin, ayın, yıldızların kul olduğu Allahım / Garip aşıklar senin kapından başka bir kapıya yol bulmasınlar diye öteki bütün kapılar kapanmış ve yalnız senin bu kapın açık kalmıştır’
Ata, bu mucizevî rübaiyi okuduktan sonra müze kayıtlarına giren şu cümleleri kurar: ‘Hazreti Mevlana’nın büyüklüğü burada bir kez daha kendini gösteriyor. Doğrusu ben, 1923’teki ziyeretim sırasında bu dergâhı kapatmayalım, müze olarak dâhi olsa halkın ziyaretine açık tutalım diye düşünmüş; dergâh ve tekkelerin kapatılmasına dair kanun çıkar çıkmaz da İsmet Paşa’ya Mevlana Dergahı’nı bütün eşyası ile derhal halka açık bir müze haline getirme emri vermiştim. Görüyorum ki aslında şu rübainin hükmünü yerine getirmeye vesile olmuşum…’
(Kaynak: www.mevlana.com)
(Devamı 6 Haziran 2017-Salı günü…)