
İslam, hayatın bütününü düzenleyen bir sistemdir. Peygamberler ve onları izleyen Müslümanların devletleri, dine bu bütünlük açısından yaklaşmışlardır. Bunu önceki yazımızda belirtmiştik. ‘Osmanlının yıkılışına yakın dönemlerde bu bütüncül yaklaşım ulemada, aydınlarda, gazetecilerde ve bireysel olarak da insanlarda, ortaya çıkmış ve sonra da yeni bir gelenek halini almıştır’, demiştik ve bu geleneğe de İSLAMCILIK adını vermiştik.
Osmanlının son döneminde İSLAMCILIĞIN ortaya çıkıp gelişmesinde, O dönemin büyük alim ve mütefekkirlerinden Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Said Halim Paşa, Mehmed Âkif Ersoy, Mustafa Sabri Efendi, Ferit Kam, Mehmet Ali Ayni, İsmail Fenni Ertuğrul, Said Nursi gibi zatların emeği, çalışması ve katkıları çok fazla olmuştur. İşte bu dönemde ortaya çıkan İslamcılık hızla gelişti, güçlendi ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğindeki kurtuluş hareketlerinde emperyalizme karşı büyük başarılar elde ederek, çeşitli aşamalardan geçti.
Ancak o günden bu yana, İslam beldelerinde İslamcılığı temsil eden Mücahit ruhlu bu insanları ve oluşumları saf dışı kılmak ve diğer Müslümanlarla aralarını açıp emperyalizme karşı mücadele veren bu hareketleri sonuçsuz bırakmak isteyen emperyalistler de boş durmadılar. Onlar bu mücahit ruhlu insanların yani İslamcıların çalışma azmini ve gayretini kırmak için çok uğraştılar, bunlara yönelik çok değişik oyunlar oynadılar. Fakat bir türlü istedikleri sonucu elde edemediler. Son olarak bu insanlara ‘Pan-İslamist yani ‘İslamcı’ ismini verdi ve o bütüncül yaklaşıma sahip İslamcıları, henüz o düzeyde bir anlayışa sahip olamamış avamla karşı karşıya getirerek, aralarını açmak ve mücadelelerinde yalnız kalmalarını sağlamak istediler.
Buradan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: yukarıda değindiğimiz, İslam’a bütüncül yaklaşmayı, Hz. Peygamber’den (AS), İslam devletleri geleneklerinden ve inançlarından Müslümanlar son asırda keşfetmişler ve ona bağlanmışlardır. Onları bununla suçlamak isteyen emperyalistler de onlara İslamcı ismini vermişlerdir. Aslında bu durumun iyi analiz edilmesi ve gerçekçi sonuçlara ulaşılması gerekir. Her şeyden önce emperyalizm, bunu art niyetli olarak yapsa bile, ki öyledir ve onda hiç şüphe yoktur, bunu hiç önemsememek gerekir. Nitekim bazı cemaat yapılanmaları hariç, hiçbir Müslüman topluluk da, ‘haa, demek ki, bunlar İslamcıymış’, deyip onlardan uzaklaşmamışlar, aksine bir asırdan fazla bir zamandan beri İslamcılar kendi halklarıyla bütünleşmiş ve işlevlerini yerine getirmişlerdir ve getirmektedirler. Bugün dünyada, emperyalizmin en çok korktuğu ve asla yaşama hakkı vermek istemediği tek bir oluşum vardır, O da İSLAMCILIKTIR ve İSLAMCILARDIR. Onun dışında, gerek Müslümanlar arasındaki, gerekse başka inanç ve kültür iklimlerinde bulunan cemaat, topluluk ve gruplarla çok rahat anlaşırlar ve anlaşmışlardır. Zaten İslamcılarla, cemaatler ve diğer gruplar arasındaki en büyük ve en önemli fark da buradadır.
Osmanlının son döneminde ortaya çıkan İSLAMCILIK, Milli Şairimiz, o günkü İslâmcı düşüncenin coşkulu ve etkili sesi olan Mehmet Akif Ersoy ve arkadaşlarının çalışmalarıyla 1930’lara ulaştı. Oradan da Üstat Necip Fazıl Kısakürek, toplumdan aldığı destek ve yılmaz mücadele azmi ve gayretiyle; binbir türlü sıkıntı ve zahmetlerle yürüttüğü çalışmalarıyla da 1960’lara ulaştırdı. Ortaya çıkışından, 1960’lara kadar fikir planında gelen bu İslamcılık Davası, 60’lı yılların ortalarından itibaren fikir ve aksiyon düzeyinde etkin olmaya ve misyonunu gerçekleştirmeğe başlamıştır.
Günümüz İSLAMCILIĞI’nın ilk fonksiyonu, bugünkü kavramlarla ifade edersek İslam’ın iman, ibadet, ahlak, eğitim, sosyal hayat, ticaret, sanayi, ekonomi politik, siyasi, hukuki ve kültürel bütün boyutlarıyla ve bir bütünlük içerisinde yeniden ele alınması; bir bütünlük içerisinde onun bugünkü dilde yeniden üretilmesi, öğrenilmesi, yaşanması, yayılması ve etkin olabilmesi için de çağdaş örgütlenme biçimleriyle örgütlenme yoluna gitmektir. Ya da var olanı daha da geliştirmek ve sürekli ilerilere gitmesini sağlamağa çalışmaktır.
İkinci olarak, yine bugünkü kavramlarla belirtirsek, bugünkü İslam Dışı anlayış, yaşam biçimi ve dünya görüşlerine; şer odaklarının planlı ya da plansız organize etmesi ve nefsani arzuların tahrikiyle ortaya saçılan bireysel ve toplumsal bütün ahlaksızlık, uygunsuzluk ve kötülüklere; emperyalizme ve onun bütün sömürü, soygun, işkence ve zulümlerine karşı çıkmak ve onlarla, top yekûn mücadele etmektir.
Üçüncü olarak ta başta ülkemiz olmak üzere, gönül coğrafyamız, mazlum milletler ve bir bütün halinde insanlığın maddeten ve manen gelişmesi ve ilerlemesini sağlamağa gayret etmektir.
Yarın Ülkemizde İslamcıların başarılarını inceleyelim
Osmanlının son döneminde İSLAMCILIĞIN ortaya çıkıp gelişmesinde, O dönemin büyük alim ve mütefekkirlerinden Şehbenderzâde Ahmed Hilmi, Said Halim Paşa, Mehmed Âkif Ersoy, Mustafa Sabri Efendi, Ferit Kam, Mehmet Ali Ayni, İsmail Fenni Ertuğrul, Said Nursi gibi zatların emeği, çalışması ve katkıları çok fazla olmuştur. İşte bu dönemde ortaya çıkan İslamcılık hızla gelişti, güçlendi ve 20. Yüzyılın ilk çeyreğindeki kurtuluş hareketlerinde emperyalizme karşı büyük başarılar elde ederek, çeşitli aşamalardan geçti.
Ancak o günden bu yana, İslam beldelerinde İslamcılığı temsil eden Mücahit ruhlu bu insanları ve oluşumları saf dışı kılmak ve diğer Müslümanlarla aralarını açıp emperyalizme karşı mücadele veren bu hareketleri sonuçsuz bırakmak isteyen emperyalistler de boş durmadılar. Onlar bu mücahit ruhlu insanların yani İslamcıların çalışma azmini ve gayretini kırmak için çok uğraştılar, bunlara yönelik çok değişik oyunlar oynadılar. Fakat bir türlü istedikleri sonucu elde edemediler. Son olarak bu insanlara ‘Pan-İslamist yani ‘İslamcı’ ismini verdi ve o bütüncül yaklaşıma sahip İslamcıları, henüz o düzeyde bir anlayışa sahip olamamış avamla karşı karşıya getirerek, aralarını açmak ve mücadelelerinde yalnız kalmalarını sağlamak istediler.
Buradan şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: yukarıda değindiğimiz, İslam’a bütüncül yaklaşmayı, Hz. Peygamber’den (AS), İslam devletleri geleneklerinden ve inançlarından Müslümanlar son asırda keşfetmişler ve ona bağlanmışlardır. Onları bununla suçlamak isteyen emperyalistler de onlara İslamcı ismini vermişlerdir. Aslında bu durumun iyi analiz edilmesi ve gerçekçi sonuçlara ulaşılması gerekir. Her şeyden önce emperyalizm, bunu art niyetli olarak yapsa bile, ki öyledir ve onda hiç şüphe yoktur, bunu hiç önemsememek gerekir. Nitekim bazı cemaat yapılanmaları hariç, hiçbir Müslüman topluluk da, ‘haa, demek ki, bunlar İslamcıymış’, deyip onlardan uzaklaşmamışlar, aksine bir asırdan fazla bir zamandan beri İslamcılar kendi halklarıyla bütünleşmiş ve işlevlerini yerine getirmişlerdir ve getirmektedirler. Bugün dünyada, emperyalizmin en çok korktuğu ve asla yaşama hakkı vermek istemediği tek bir oluşum vardır, O da İSLAMCILIKTIR ve İSLAMCILARDIR. Onun dışında, gerek Müslümanlar arasındaki, gerekse başka inanç ve kültür iklimlerinde bulunan cemaat, topluluk ve gruplarla çok rahat anlaşırlar ve anlaşmışlardır. Zaten İslamcılarla, cemaatler ve diğer gruplar arasındaki en büyük ve en önemli fark da buradadır.
Osmanlının son döneminde ortaya çıkan İSLAMCILIK, Milli Şairimiz, o günkü İslâmcı düşüncenin coşkulu ve etkili sesi olan Mehmet Akif Ersoy ve arkadaşlarının çalışmalarıyla 1930’lara ulaştı. Oradan da Üstat Necip Fazıl Kısakürek, toplumdan aldığı destek ve yılmaz mücadele azmi ve gayretiyle; binbir türlü sıkıntı ve zahmetlerle yürüttüğü çalışmalarıyla da 1960’lara ulaştırdı. Ortaya çıkışından, 1960’lara kadar fikir planında gelen bu İslamcılık Davası, 60’lı yılların ortalarından itibaren fikir ve aksiyon düzeyinde etkin olmaya ve misyonunu gerçekleştirmeğe başlamıştır.
Günümüz İSLAMCILIĞI’nın ilk fonksiyonu, bugünkü kavramlarla ifade edersek İslam’ın iman, ibadet, ahlak, eğitim, sosyal hayat, ticaret, sanayi, ekonomi politik, siyasi, hukuki ve kültürel bütün boyutlarıyla ve bir bütünlük içerisinde yeniden ele alınması; bir bütünlük içerisinde onun bugünkü dilde yeniden üretilmesi, öğrenilmesi, yaşanması, yayılması ve etkin olabilmesi için de çağdaş örgütlenme biçimleriyle örgütlenme yoluna gitmektir. Ya da var olanı daha da geliştirmek ve sürekli ilerilere gitmesini sağlamağa çalışmaktır.
İkinci olarak, yine bugünkü kavramlarla belirtirsek, bugünkü İslam Dışı anlayış, yaşam biçimi ve dünya görüşlerine; şer odaklarının planlı ya da plansız organize etmesi ve nefsani arzuların tahrikiyle ortaya saçılan bireysel ve toplumsal bütün ahlaksızlık, uygunsuzluk ve kötülüklere; emperyalizme ve onun bütün sömürü, soygun, işkence ve zulümlerine karşı çıkmak ve onlarla, top yekûn mücadele etmektir.
Üçüncü olarak ta başta ülkemiz olmak üzere, gönül coğrafyamız, mazlum milletler ve bir bütün halinde insanlığın maddeten ve manen gelişmesi ve ilerlemesini sağlamağa gayret etmektir.
Yarın Ülkemizde İslamcıların başarılarını inceleyelim