
10 Ağustos’ta yapılacak cumhurbaşkanlığı seçiminin, öncekilere göre önemli bazı ayrıcalıkları vardır. Bunları şöylece gözden geçirebiliriz:
Her şeyden önce bu seçim, Türkiye’de ilk defa cumhurbaşkanının, cumhur tarafından, yani halk tarafından seçilmesiyle öne çıkmaktadır. Böyle bir imkân bugün ilk defa halkımızın önüne serilmiştir. Zira Ülkemizde cumhurbaşkanlığı seçimleri hem dolaylı olurdu (TBMM’de seçilirdi), hem de çok değişik senaryolarla, çok değişik oyunlar oynanır, çok değişik riskler ortaya sürülürdü. Sonunda da, gücü elinde bulunduranlar birisini, zorla da olsa seçtirip oraya oturturlardı. Bu ‘seçtirilen birinin’ cumhurla yani halkla herhangi bir ilişkisi veya ortak bir yönü olmazdı. Çünkü o, orada halkın değil, kendisini seçtiren statükonun temsilcisiydi.
Ayrıca bundan önce cumhurbaşkanlığının aslında Ülke için sembolik bir değeri, belli bürokratik makamlar (statüko) için ise, stratejik bir yeri ve önemi vardı.
Yeni Türkiye’de artık böyle anlayışlar, oyunlar ve dayatmalar olmayacak ve herhangi bir risk oluşmadan, konu doğrudan, halk tarafından 10 Ağustos’ta karara bağlanacaktır.
İkincisi, Artık cumhurbaşkanlığı makamı sembolik bir makam olmaktan çıkıp, stratejik bir yönetim makamı olacak ve önemi daha da artacaktır. Bundan önce cumhurbaşkanlığı makamının ülke yönetiminde etkin bir rolü yoktu. Orada cumhurbaşkanları sembolik olarak dururlardı. Sadece, statükonun güvencesi olan belli makamlara tayin ve atamalar yaparak çarkın çevrilmesine yardım ederdi. Bu anlayış, Rahmetli Özal’la bozulmaya başlamıştı.
Üçüncüsü, artık bundan sonra zorunlu olarak Türkiye’nin, bilgi-beceri, aşk, heyecan ve sürükleyicilik yönünden; sosyal, siyasal ve yönetim bakımından en güçlü insanlarından birisi cumhurbaşkanı olarak seçilecektir. Özal’la başlayan ve Sayın Abdullah Gül ile yükselen bu anlayış, 10 Ağustos seçimleriyle zirveye ulaşacaktır. Muhalefet, özellikle de Sn. Kılıçdaroğlu Ülkemizin gelmiş olduğu bu noktayı göremediği ve okuyamadığı için, bir ara çok düşük profilli bir cumhurbaşkanı adayı gösterilmesinden bahsetmişti. Fakat Ak Parti’nin, dünya çapındaki iki muhtemel adayının meydana çıkması bu oyunu bozdu. Aslında bu noktada muhalefetin işi çok zor, zira muhalefette, bu çapta bir aday yoktur. İşin garibi, böyle bir adayları olsaydı, zaten önceden o partilerin başına geçer ve muhalefeti de bu perişanlıktan kurtarırdı.
Dördüncüsü, cumhurbaşkanının, artık sadece sistemin (statükonun) temsilcisi değil, aynı zamanda, özellikle ve öncelikle doğrudan doğruya cumhurun temsilcisi olacağıdır. 10 Ağustosta seçilecek olan cumhurbaşkanı, halkın hassasiyetlerini paylaşmayacak, onları yaşayacaktır.
Beşincisi, 10 Ağustos’ta sadece cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmayacak, yine aynı zamanda yol ayrımındaki Türkiye’nin yönü de, bizzat halk tarafından, büyük ölçüde belirlenmiş olacaktır. Sevgili dostlar, adaylar belli olup, propaganda dönemi başladığında biz yerel veya bölgesel konuları değil, ulusal ve uluslarası konuları konuşmaya başlayacağız. Ülkenin genel durumu, felsefesi, paradigması; bir asırdır sürüp gelen devlet millet çelişkisi, Ülkenin ve milletin birlik beraberliği, kalkınması, ilerlemesi ve gelişmesi gibi konular tartışılacaktır. Demokrasi, insan hakları ve gerçek anlamda hukukun üstünlüğü tartışılacaktır. Ülkemizi içeride ve dışarıda bekleyen tehditler ve fırsatlar enine boyuna ele alınacaktır. Ülkemizin dış dünyayla ilişkileri, dış bağlantılı birçok konuya, bölgesel ve evrensel çaptaki kuruluşlara bakışımız incelenecektir. Emperyalizm, sömürü düzenleri ve dünyada ezilenlerin durumları da yine çok konuşacağımız konulardan birisi olacaktır. Bütün bunların Eski Türkiye’de nasıl algılandığı, ne anlama geldiği, Yeni Türkiye’nin bu konulara nasıl yaklaşacağı gibi hususlar mukayeseli bir şekilde ele alınacaktır. Ak parti bu süreci iyi değerlendirirse, kafasında kurguladığı sistemi yani Yeni Türkiye’yi halka iyi bir şekilde anlatma fırsatı da bulmuş olacaktır.
Altıncısı, ‘yönetim, bir kurum ya da kuruluşun hedefleri doğrultusunda, o kurum ya da kuruluştaki insan ve maddeyi harekete geçirmektir’. Cumhurbaşkanı adayları, bu tanımdan hareketle anayasal kuruluşları harekete geçirerek onların Ülke vizyonunu gerçekleştirmelerini ve anayasal görevi olarak kurumlar arasındaki koordinasyonu nasıl sağlayacağını da tartışmak durumunda kalacağız.
Bütün bu tartışmalar, hem ülke kültürümüzü zenginleştirecek, hem halkın kimi niçin seçtiğinin farkında olmasını sağlayacak, hem de seçilen cumhurbaşkanı, görev ve sorumluluğunu bilerek o makama oturacaktır, pardon o makamda ‘oturmayacaktır’.
Üç Aylarınız ve Regaip Kandiliniz mübarek olsun.
Her şeyden önce bu seçim, Türkiye’de ilk defa cumhurbaşkanının, cumhur tarafından, yani halk tarafından seçilmesiyle öne çıkmaktadır. Böyle bir imkân bugün ilk defa halkımızın önüne serilmiştir. Zira Ülkemizde cumhurbaşkanlığı seçimleri hem dolaylı olurdu (TBMM’de seçilirdi), hem de çok değişik senaryolarla, çok değişik oyunlar oynanır, çok değişik riskler ortaya sürülürdü. Sonunda da, gücü elinde bulunduranlar birisini, zorla da olsa seçtirip oraya oturturlardı. Bu ‘seçtirilen birinin’ cumhurla yani halkla herhangi bir ilişkisi veya ortak bir yönü olmazdı. Çünkü o, orada halkın değil, kendisini seçtiren statükonun temsilcisiydi.
Ayrıca bundan önce cumhurbaşkanlığının aslında Ülke için sembolik bir değeri, belli bürokratik makamlar (statüko) için ise, stratejik bir yeri ve önemi vardı.
Yeni Türkiye’de artık böyle anlayışlar, oyunlar ve dayatmalar olmayacak ve herhangi bir risk oluşmadan, konu doğrudan, halk tarafından 10 Ağustos’ta karara bağlanacaktır.
İkincisi, Artık cumhurbaşkanlığı makamı sembolik bir makam olmaktan çıkıp, stratejik bir yönetim makamı olacak ve önemi daha da artacaktır. Bundan önce cumhurbaşkanlığı makamının ülke yönetiminde etkin bir rolü yoktu. Orada cumhurbaşkanları sembolik olarak dururlardı. Sadece, statükonun güvencesi olan belli makamlara tayin ve atamalar yaparak çarkın çevrilmesine yardım ederdi. Bu anlayış, Rahmetli Özal’la bozulmaya başlamıştı.
Üçüncüsü, artık bundan sonra zorunlu olarak Türkiye’nin, bilgi-beceri, aşk, heyecan ve sürükleyicilik yönünden; sosyal, siyasal ve yönetim bakımından en güçlü insanlarından birisi cumhurbaşkanı olarak seçilecektir. Özal’la başlayan ve Sayın Abdullah Gül ile yükselen bu anlayış, 10 Ağustos seçimleriyle zirveye ulaşacaktır. Muhalefet, özellikle de Sn. Kılıçdaroğlu Ülkemizin gelmiş olduğu bu noktayı göremediği ve okuyamadığı için, bir ara çok düşük profilli bir cumhurbaşkanı adayı gösterilmesinden bahsetmişti. Fakat Ak Parti’nin, dünya çapındaki iki muhtemel adayının meydana çıkması bu oyunu bozdu. Aslında bu noktada muhalefetin işi çok zor, zira muhalefette, bu çapta bir aday yoktur. İşin garibi, böyle bir adayları olsaydı, zaten önceden o partilerin başına geçer ve muhalefeti de bu perişanlıktan kurtarırdı.
Dördüncüsü, cumhurbaşkanının, artık sadece sistemin (statükonun) temsilcisi değil, aynı zamanda, özellikle ve öncelikle doğrudan doğruya cumhurun temsilcisi olacağıdır. 10 Ağustosta seçilecek olan cumhurbaşkanı, halkın hassasiyetlerini paylaşmayacak, onları yaşayacaktır.
Beşincisi, 10 Ağustos’ta sadece cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmayacak, yine aynı zamanda yol ayrımındaki Türkiye’nin yönü de, bizzat halk tarafından, büyük ölçüde belirlenmiş olacaktır. Sevgili dostlar, adaylar belli olup, propaganda dönemi başladığında biz yerel veya bölgesel konuları değil, ulusal ve uluslarası konuları konuşmaya başlayacağız. Ülkenin genel durumu, felsefesi, paradigması; bir asırdır sürüp gelen devlet millet çelişkisi, Ülkenin ve milletin birlik beraberliği, kalkınması, ilerlemesi ve gelişmesi gibi konular tartışılacaktır. Demokrasi, insan hakları ve gerçek anlamda hukukun üstünlüğü tartışılacaktır. Ülkemizi içeride ve dışarıda bekleyen tehditler ve fırsatlar enine boyuna ele alınacaktır. Ülkemizin dış dünyayla ilişkileri, dış bağlantılı birçok konuya, bölgesel ve evrensel çaptaki kuruluşlara bakışımız incelenecektir. Emperyalizm, sömürü düzenleri ve dünyada ezilenlerin durumları da yine çok konuşacağımız konulardan birisi olacaktır. Bütün bunların Eski Türkiye’de nasıl algılandığı, ne anlama geldiği, Yeni Türkiye’nin bu konulara nasıl yaklaşacağı gibi hususlar mukayeseli bir şekilde ele alınacaktır. Ak parti bu süreci iyi değerlendirirse, kafasında kurguladığı sistemi yani Yeni Türkiye’yi halka iyi bir şekilde anlatma fırsatı da bulmuş olacaktır.
Altıncısı, ‘yönetim, bir kurum ya da kuruluşun hedefleri doğrultusunda, o kurum ya da kuruluştaki insan ve maddeyi harekete geçirmektir’. Cumhurbaşkanı adayları, bu tanımdan hareketle anayasal kuruluşları harekete geçirerek onların Ülke vizyonunu gerçekleştirmelerini ve anayasal görevi olarak kurumlar arasındaki koordinasyonu nasıl sağlayacağını da tartışmak durumunda kalacağız.
Bütün bu tartışmalar, hem ülke kültürümüzü zenginleştirecek, hem halkın kimi niçin seçtiğinin farkında olmasını sağlayacak, hem de seçilen cumhurbaşkanı, görev ve sorumluluğunu bilerek o makama oturacaktır, pardon o makamda ‘oturmayacaktır’.
Üç Aylarınız ve Regaip Kandiliniz mübarek olsun.