
Türk dilinin geçirmiş olduğu değişmelere, yaşadığı olumsuzluklara dikkat çekmek ve bunların çözüme kavuşturulması amacı ile 2017 yılı “Türk Dili Yılı” olarak ilan edildi. Böylece Türkçenin güzel kullanımı ve kollanılması için yasal ve bilimsel tedbirlerin alınması, bilim, sanat, kültür etkinlileri ile halkta dil bilincinin oluşturulması amaçlanmaktadır.
Devletler kültürel varlıklarını sürdürmek, ülkelerini daim kılmak için dillerine bazı statüler kazandırmak zorundadır. Bir devlette statü kazanan dil, siyasetin kendisine sunmuş olduğu imkânları kullanarak varlığını ebedileştirme şansını yakalar. Siyasetin bir dile statü kazandırması, o dilin diğer gruplar tarafından çabuk kabullenilmesinin önünü açarak uzun vadede ülkenin karşısına çıkabilecek “çok dilli olma” problemlerinin aza indirmesine yardımcı olur.
Şu anda dünya dillerinin birçoğu İngilizce karşısında yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Gelecek iki yüz yılda dünyada bin kadar dilin kalacağı konuşulmaktadır. Tehlikenin derinliği belki on yıllar, yüz yıllar sonra kendisini tam olarak gösterecektir. İngilizcenin Amerika’nın desteğini arkasına alarak sinsi bir şekilde okul öncesi eğitimine kadar girmesi, ileri dönemlerde İngilizcenin o toplumda ciddi bir statü kazanacağının ve bu statünün o ülkenin ana dilinin yerini alacağının gizli işaretlerini taşımaktadır.
Almanların birinci ve ikinci dünya savaşında yenik ayrılmalarını en iyi şekilde İngilizler değerlendirmiş, böylece kültürel ve tarihsel yapısı çok sağlam olmasına rağmen Almancanın lingua Franca olmasının önüne geçmişler, yayılmacı politikalarını İngilizce vasıtası ile sürdürmeyi başarmışlardır.
Avrupa Birliği vatandaşlarının % 47’si İngilizceyi konuşmaktadır. Yine % 24’ü Almancayı ana dili olarak, % 8’i ikinci dil olarak kullanmaktadır. Avrupa Birliği vatandaşlarının % 14’ü Fransızcayı ikinci dil olarak kullanmaktadır. Bu durum daha düne kadar dünya insanlarının hemen hepsini Fransızca konuşturmayı hedefleyen Fransızları ciddi derecede rahatsız etmektedir.
Fransızlar, Avrupa Birliği’nde Fransızcanın yok olmasını önlemek için “Montesquieu yok edilemez” sloganı ile AB’nin dil konularında yaşadığı sorunları halletmek için hukukî yorumlarda Fransızcanın otorite olarak alınması kampanyası başlatmışlardır. Fransızlar AB’de tercüme konusunda büyük sıkıntıların yaşandığını, Fransızcanın “kesinlik” dili olduğunu bu yüzden hukukî metinlerin Fransızca olması gerektiğini iddia etmektedirler. Fransızlar bu yolla İngilizceden ve onun bu kadar yayılmasından duymuş oldukları rahatsızlığı farklı şekilde ifade eder olmuşlardır.
Ayrıca Fransızlar İtalyancanın şarkı, Almancanın felsefe, İngilizcenin şiir dili olduğunu, fakat bütün bunların ötesinde Fransızcanın standart yapısının çok sağlam olduğunu, bu dilin İngilizce karşısında ikinci plana itilmesinin yanlış olduğunu söylemektedirler.
İngilizcenin şu anda yayılmacı etkisine karşılık bazı Avrupa ülkeleri dillerini İngilizceye karşı korumak için tedbirler alma gayreti içerisine girmişler, dillerini koruma kanunları çıkarmanın yanında dünya milletlerine de dillerini kabul ettirmek için aleni bir savaşa başlamışlardır.
2017 yılının “Türk Dili Yılı” ilan edilmesi bireylerde farkındalık oluşturması bakımından önemli bir adım olmasına rağmen bu yaklaşımın içinin iyi değerlendirilmesi, “Dilimiz Kimliğimizdir” sloganı ile ülke genelinde verilen seri konferansların Ankara’dan buyurgan bir tavırla gönderilen kişilerle değil, bölgede bu konuda hassasiyet gösteren kişilerin de düşüncesine başvurularak yapılması, etkinliğin tabana yayılması açısından daha faydalı olacaktır.
Devletler kültürel varlıklarını sürdürmek, ülkelerini daim kılmak için dillerine bazı statüler kazandırmak zorundadır. Bir devlette statü kazanan dil, siyasetin kendisine sunmuş olduğu imkânları kullanarak varlığını ebedileştirme şansını yakalar. Siyasetin bir dile statü kazandırması, o dilin diğer gruplar tarafından çabuk kabullenilmesinin önünü açarak uzun vadede ülkenin karşısına çıkabilecek “çok dilli olma” problemlerinin aza indirmesine yardımcı olur.
Şu anda dünya dillerinin birçoğu İngilizce karşısında yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Gelecek iki yüz yılda dünyada bin kadar dilin kalacağı konuşulmaktadır. Tehlikenin derinliği belki on yıllar, yüz yıllar sonra kendisini tam olarak gösterecektir. İngilizcenin Amerika’nın desteğini arkasına alarak sinsi bir şekilde okul öncesi eğitimine kadar girmesi, ileri dönemlerde İngilizcenin o toplumda ciddi bir statü kazanacağının ve bu statünün o ülkenin ana dilinin yerini alacağının gizli işaretlerini taşımaktadır.
Almanların birinci ve ikinci dünya savaşında yenik ayrılmalarını en iyi şekilde İngilizler değerlendirmiş, böylece kültürel ve tarihsel yapısı çok sağlam olmasına rağmen Almancanın lingua Franca olmasının önüne geçmişler, yayılmacı politikalarını İngilizce vasıtası ile sürdürmeyi başarmışlardır.
Avrupa Birliği vatandaşlarının % 47’si İngilizceyi konuşmaktadır. Yine % 24’ü Almancayı ana dili olarak, % 8’i ikinci dil olarak kullanmaktadır. Avrupa Birliği vatandaşlarının % 14’ü Fransızcayı ikinci dil olarak kullanmaktadır. Bu durum daha düne kadar dünya insanlarının hemen hepsini Fransızca konuşturmayı hedefleyen Fransızları ciddi derecede rahatsız etmektedir.
Fransızlar, Avrupa Birliği’nde Fransızcanın yok olmasını önlemek için “Montesquieu yok edilemez” sloganı ile AB’nin dil konularında yaşadığı sorunları halletmek için hukukî yorumlarda Fransızcanın otorite olarak alınması kampanyası başlatmışlardır. Fransızlar AB’de tercüme konusunda büyük sıkıntıların yaşandığını, Fransızcanın “kesinlik” dili olduğunu bu yüzden hukukî metinlerin Fransızca olması gerektiğini iddia etmektedirler. Fransızlar bu yolla İngilizceden ve onun bu kadar yayılmasından duymuş oldukları rahatsızlığı farklı şekilde ifade eder olmuşlardır.
Ayrıca Fransızlar İtalyancanın şarkı, Almancanın felsefe, İngilizcenin şiir dili olduğunu, fakat bütün bunların ötesinde Fransızcanın standart yapısının çok sağlam olduğunu, bu dilin İngilizce karşısında ikinci plana itilmesinin yanlış olduğunu söylemektedirler.
İngilizcenin şu anda yayılmacı etkisine karşılık bazı Avrupa ülkeleri dillerini İngilizceye karşı korumak için tedbirler alma gayreti içerisine girmişler, dillerini koruma kanunları çıkarmanın yanında dünya milletlerine de dillerini kabul ettirmek için aleni bir savaşa başlamışlardır.
2017 yılının “Türk Dili Yılı” ilan edilmesi bireylerde farkındalık oluşturması bakımından önemli bir adım olmasına rağmen bu yaklaşımın içinin iyi değerlendirilmesi, “Dilimiz Kimliğimizdir” sloganı ile ülke genelinde verilen seri konferansların Ankara’dan buyurgan bir tavırla gönderilen kişilerle değil, bölgede bu konuda hassasiyet gösteren kişilerin de düşüncesine başvurularak yapılması, etkinliğin tabana yayılması açısından daha faydalı olacaktır.