(Cumartesi dizisi - Yazının devamı…)
III. Özel okul algımız…
‘Özel okul’ deyince yüzlerce, binlerce parçalı bir matruşkayı elimize almış oluyoruz. Parçaları açtıkça da en baştaki kavram ve olgulardan belki farklı görünen ama aslında aynı kompozisyonun minyatürü ya da türevi sayılabilecek yığınla ayrıntı çıkıyor karşımıza.
Var olanı, yani özel okulları bizim nasıl gördüğümüz, onları oldukları gibi algılayıp algılamadığımız, işlevleriyle ilgili doğru beklentiler içerisine girip girmediğimiz tartışılır. Böyleyken de farklı bakış açılarından doğmuş çeşitli algılar sıralanıyor karşımızda.
Söz gelimi:
Daha başka da…
Sıraladığım bu sekiz farklı bakış açısından bazılarının bazı konularda birbiriyle benzerlik gösterme ihtimali elbette var. Tersine, bazılarının taban tabana zıtlıklar içermesi de muhtemel ve mümkün. Yine de şu kesin: Bu algılardan birinin ‘gerçek olması ya da gerçeğe en yakın bilgiyi içermesi’ gerekir. Basit bir felsefe kuralıdır: Eğer bir duruma ya da neseneye dönük farklı bakışlar, farklı yaklaşımlar söz konusuysa onların tümü aynı derecede doğru olamaz!
Öyleyse özel okul algılarının hangisi -kimin algısı- gerçek ya da gerçeğe en yakın ve kim haklı durumunda?..
Üstelik; bu denkleme mesela bizzat özel okul sahiplerinin/kurucularının tümünün özel okul algısının da bire bir aynı olmayacağını eklemek gerekir ki o zaman hesap büsbütün karmaşıklaşır.
Yine de ‘kimin algısının gerçeğe en yakın durduğunu’ herkes adına yanıtlamaktansa ‘bir özel okul mensubu’ ve aynı zamanda ‘bir özel okul velisi’ olarak kendi algımı irdelemeyi yeğlerim:
Özel okullarla ilgili sorunların, açmazların, ihtiyaçların, olumlu durumların veya çelişkilerin, tuhaflıkların tümünü bir köşe yazısına sığdırmak elbette mümkün değil. Aynı şekilde türlü olumsuzluklara rağmen bugüne dek özel öğretim kurumları tarafından atılmış dikkate değer adımların tümüne bir tek yazıda değinmek ve tüm iyi örnekleri bu yazıya sığdırmak da imkansız; fakat önem bakımından öne çıkan şeyleri sıralamayı deneyeceksek o zaman en başta ‘bir özel okulun hangi nitelikleri taşıması durumunda gerçekten ’özel’ olarak nitelendirilebileceğine’ değinmemiz gerekir.
Ondan sonra belki sözü esas soruna, ‘toplumda yaygın olan özel okul algısına’ getirebiliriz ve ancak ondan sonra, en nihayet özel okullardan beklediklerimizin, herhangi bir okul tarafından gerçekten karşılanabilecek -ya da karşılanması gereken- şeyler olup olmadığını irdeleyebiliriz.
★★
Bu yazının başlangıcında da kısmen değinmiştim:
Türkiye’de özel okullların hikayesi, 1928 güzünde Türk Eğitim Derneği’nin kuruluşu ile başlıyor. TED’in kuruluş talimatını da bizzat Büyük Önder -ve o günün Cumhurbaşkanı- Başöğretmen Atatürk veriyor.
Kuruluş gerekçesinde geçen, başka bir deyişle TED’in vizyonunda yer alan iki önemli ayrıntıya dikkat etmek lazım:
Birincisi ‘derneğin amacı’:
Üstün niteliklere sahip olduğu halde imkanları kısıtlı olan çocuklarımıza ileri düzeyde eğitim fırsatı sağlamak…
İkincisi ‘derneğin metodu’:
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim kurumlarına model oluşturacak, eğitim alanında ihtiyaç duyulan yeniliklere öncülük edebilecek bir ‘lokomotif’ kurgulamak ve elbette kısa zaman içinde yeni lokomotifler yaratmak…
★★
Şimdi de durup bu iki maddenin satır aralarını yeniden okumayı deneyelim:
Özel öğretimin hikâyesi böyle başlamış.
İdeal şeyler, eskimez doğrular bunlar…
Hiç kuşkusuz!
Gerçek ya da bugünün baskın değerleri de böyle mi peki?
Açıkçası bu konuda ben pek iyimser değilim.
Zira ‘gözümle gördüğüm şey’ şu:
Çoğu kimse, özel okulların yüksek düzeyde eğitim verip vermediğini nesnel ölçütler -mesela önceki yılların akademik, bilimsel, sanatsal ve sportif başarı istatistiği- ışığında değerlendirmeden önce, kendi özel ve kişisel ihtiyaçları söz konusu olunca okulun bunlara olumlu yanıt verip veremeyeceğine bakıyor.
Yine çocuğunu özel okula gönderen ebeveynlerin önemli bir kısmının zengin olanaklarıyla öne çıkan okullardan yabancı dil, sosyal gelişim, uluslararasılık düşünsel eğitimi gibi entelektüel beklentiler içine girmekten daha çok, ulusal sınavlara dönük çalışmalarla ilgili beklentiler geliştirdiklerini gözlemledim.
Üstüne basa basa ‘Gözlemledim, gözümle gördüm!’ diyorum; çünkü az önce söylemiştim ve affınıza sığınarak yineliyorum ki ben, bir yanımla 12 yıllık kesintisiz özel okul velisiyim, bir yanımla da 19 yıllık özel okul çalışanıyım.
Sanırım bu kadarcık deneyim, bana ‘özel okullar ve toplumun özel okul algısı’ üzerine birkaç cümle kurma hakkı tanıyacaktır…
Dolaylı ya da dolaysız olarak herhangi bir kurumla ilişkilendirmediğim, sadece ve sadece kendimi bağlayan görüşüm şudur ki azımsanmayacak sayıda ebeveyn, ‘Devlet okulu mu, özel okul mu?’ ya da ‘Hangi özel okul?’ sorusuna yanıt ararken çocuğunun yararlanabileceği eğitim olanaklarından önce, kendini ayrıcalıklı kılacak ikincil ayrıntılara, geri plan gerçeklerine, süslere, aksesuarlara, vitrin detaylarına odaklanıyor.
Tekrar ve özellikle vurguluyorum ki tüm veliler öyle değil; entelektüel beklentilerinden ve eşitlik-adalet duygusundan ödün vermeyen ebeveynleri bu bağlamda tenzih ediyorum. (…)
(Devamı var…)
III. Özel okul algımız…
‘Özel okul’ deyince yüzlerce, binlerce parçalı bir matruşkayı elimize almış oluyoruz. Parçaları açtıkça da en baştaki kavram ve olgulardan belki farklı görünen ama aslında aynı kompozisyonun minyatürü ya da türevi sayılabilecek yığınla ayrıntı çıkıyor karşımıza.
Var olanı, yani özel okulları bizim nasıl gördüğümüz, onları oldukları gibi algılayıp algılamadığımız, işlevleriyle ilgili doğru beklentiler içerisine girip girmediğimiz tartışılır. Böyleyken de farklı bakış açılarından doğmuş çeşitli algılar sıralanıyor karşımızda.
Söz gelimi:
- Bizzat özel okul sahiplerinin/kurucularının özel okul algısı,
- Özel okullarda çalışan yönetsel ve akademik mensupların algısı,
- Özel okul öğrencilerinin algısı ve bizzat öznesi ya da nesnesi oldukları süreçleri ve bu süreçler boyunca gerçekleşenleri nasıl değerlendirdikleri,
- Özel okul velilerinin algısı,
- Devlet okullarında okuyan öğrencilerin kafasında oluşmuş imajlar ve onların dışarıdan izleyici olarak geliştirdikleri algı,
- Devlete ait eğitim kurumlarında çalışan öğretmenlerin özel okul algısı,
- Ç ocuklarını devlete ait eğitim kurumlarında okutan velilerin özel okul algısı,
- Diğer kesimlerin özel okul algısı…
Daha başka da…
- Titiz analizlere dayanan ya da kulaktan dolma bilgilerle biçimlenen görüşler. Başka bir deyişle doğrulanmış bilgi durumundaki ya da tam tersine önyargı düzeyindeki düşünceler, çıkarımlar, izlenimler, kanılar, imajlar…
Sıraladığım bu sekiz farklı bakış açısından bazılarının bazı konularda birbiriyle benzerlik gösterme ihtimali elbette var. Tersine, bazılarının taban tabana zıtlıklar içermesi de muhtemel ve mümkün. Yine de şu kesin: Bu algılardan birinin ‘gerçek olması ya da gerçeğe en yakın bilgiyi içermesi’ gerekir. Basit bir felsefe kuralıdır: Eğer bir duruma ya da neseneye dönük farklı bakışlar, farklı yaklaşımlar söz konusuysa onların tümü aynı derecede doğru olamaz!
Öyleyse özel okul algılarının hangisi -kimin algısı- gerçek ya da gerçeğe en yakın ve kim haklı durumunda?..
Üstelik; bu denkleme mesela bizzat özel okul sahiplerinin/kurucularının tümünün özel okul algısının da bire bir aynı olmayacağını eklemek gerekir ki o zaman hesap büsbütün karmaşıklaşır.
Yine de ‘kimin algısının gerçeğe en yakın durduğunu’ herkes adına yanıtlamaktansa ‘bir özel okul mensubu’ ve aynı zamanda ‘bir özel okul velisi’ olarak kendi algımı irdelemeyi yeğlerim:
Özel okullarla ilgili sorunların, açmazların, ihtiyaçların, olumlu durumların veya çelişkilerin, tuhaflıkların tümünü bir köşe yazısına sığdırmak elbette mümkün değil. Aynı şekilde türlü olumsuzluklara rağmen bugüne dek özel öğretim kurumları tarafından atılmış dikkate değer adımların tümüne bir tek yazıda değinmek ve tüm iyi örnekleri bu yazıya sığdırmak da imkansız; fakat önem bakımından öne çıkan şeyleri sıralamayı deneyeceksek o zaman en başta ‘bir özel okulun hangi nitelikleri taşıması durumunda gerçekten ’özel’ olarak nitelendirilebileceğine’ değinmemiz gerekir.
Ondan sonra belki sözü esas soruna, ‘toplumda yaygın olan özel okul algısına’ getirebiliriz ve ancak ondan sonra, en nihayet özel okullardan beklediklerimizin, herhangi bir okul tarafından gerçekten karşılanabilecek -ya da karşılanması gereken- şeyler olup olmadığını irdeleyebiliriz.
★★
Bu yazının başlangıcında da kısmen değinmiştim:
Türkiye’de özel okullların hikayesi, 1928 güzünde Türk Eğitim Derneği’nin kuruluşu ile başlıyor. TED’in kuruluş talimatını da bizzat Büyük Önder -ve o günün Cumhurbaşkanı- Başöğretmen Atatürk veriyor.
Kuruluş gerekçesinde geçen, başka bir deyişle TED’in vizyonunda yer alan iki önemli ayrıntıya dikkat etmek lazım:
Birincisi ‘derneğin amacı’:
Üstün niteliklere sahip olduğu halde imkanları kısıtlı olan çocuklarımıza ileri düzeyde eğitim fırsatı sağlamak…
İkincisi ‘derneğin metodu’:
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim kurumlarına model oluşturacak, eğitim alanında ihtiyaç duyulan yeniliklere öncülük edebilecek bir ‘lokomotif’ kurgulamak ve elbette kısa zaman içinde yeni lokomotifler yaratmak…
★★
Şimdi de durup bu iki maddenin satır aralarını yeniden okumayı deneyelim:
- Bir özel okul, kendisinden öğrenim -bilgi ve kültür- talep edenlere, bunları ileri düzeyde edinme fırsatı sunar. Bu sunuma yetecek binaya, yerleşkeye, soyut-somut kurguya, yazılım ve donanıma, akademik dürüstlüğe; bütün bunları somutlaştıracak yeterlilikte idealist bir kadroya ve stratejiye sahip olmak koşuluyla tabii…
- Bir özel okul, çevresini geleceğe taşıma, daha ileri ve daha iyi olana sürükleme işlevi üstlenir. Bu ağır sorumluluğu yerine getirecek kültürel birikime ve öngörü becerisine sahip olmak koşuluyla tabii…
Özel öğretimin hikâyesi böyle başlamış.
İdeal şeyler, eskimez doğrular bunlar…
Hiç kuşkusuz!
Gerçek ya da bugünün baskın değerleri de böyle mi peki?
Açıkçası bu konuda ben pek iyimser değilim.
Zira ‘gözümle gördüğüm şey’ şu:
Çoğu kimse, özel okulların yüksek düzeyde eğitim verip vermediğini nesnel ölçütler -mesela önceki yılların akademik, bilimsel, sanatsal ve sportif başarı istatistiği- ışığında değerlendirmeden önce, kendi özel ve kişisel ihtiyaçları söz konusu olunca okulun bunlara olumlu yanıt verip veremeyeceğine bakıyor.
Yine çocuğunu özel okula gönderen ebeveynlerin önemli bir kısmının zengin olanaklarıyla öne çıkan okullardan yabancı dil, sosyal gelişim, uluslararasılık düşünsel eğitimi gibi entelektüel beklentiler içine girmekten daha çok, ulusal sınavlara dönük çalışmalarla ilgili beklentiler geliştirdiklerini gözlemledim.
Üstüne basa basa ‘Gözlemledim, gözümle gördüm!’ diyorum; çünkü az önce söylemiştim ve affınıza sığınarak yineliyorum ki ben, bir yanımla 12 yıllık kesintisiz özel okul velisiyim, bir yanımla da 19 yıllık özel okul çalışanıyım.
Sanırım bu kadarcık deneyim, bana ‘özel okullar ve toplumun özel okul algısı’ üzerine birkaç cümle kurma hakkı tanıyacaktır…
Dolaylı ya da dolaysız olarak herhangi bir kurumla ilişkilendirmediğim, sadece ve sadece kendimi bağlayan görüşüm şudur ki azımsanmayacak sayıda ebeveyn, ‘Devlet okulu mu, özel okul mu?’ ya da ‘Hangi özel okul?’ sorusuna yanıt ararken çocuğunun yararlanabileceği eğitim olanaklarından önce, kendini ayrıcalıklı kılacak ikincil ayrıntılara, geri plan gerçeklerine, süslere, aksesuarlara, vitrin detaylarına odaklanıyor.
Tekrar ve özellikle vurguluyorum ki tüm veliler öyle değil; entelektüel beklentilerinden ve eşitlik-adalet duygusundan ödün vermeyen ebeveynleri bu bağlamda tenzih ediyorum. (…)
(Devamı var…)