
Eli dört farzın dokuzuncusu Allaha TEVEKKÜL etmektir.
Meşru her işin yürütülmesinde kişinin, öncelikle kendisi gibi fani ve sınırlı kimselere itimat etmesi büyük bir yanlıştır.
Sebeplere sarıldıktan sonra, Yüce varlığı ölümsüz, ‘hay’ ve ‘baki’ olan Allah’a güvenip asıl samimi şekilde O’na dayanmak, yani Allah’a tevekkül etmek, farzdır.
Allahü teâla buyurdu:
“Ve tevekkel alel hayyillezi la yemutu ve sebbih bi hamdih.. / Ve sen, ölümsüz olana güvenip dayan; O'nu övgüyle yücelt…” (Furkan 58)
Resulullah (sav) buyurdu:
“Her kimi insanların en cömerdi olmak mutlu ederse Allah’tan korksun; her kimi insanların en güçlüsü olmak mutlu ederse; Allah’a tevekkül etsin. Her kimi insanların en zengini olmak mutlu ederse, elindeki zenginlikten daha çok Allah’ın hazinelerine güvensin.”
“Bir gün bir Arap Peygamber Efendimize gelerek devesini taşrada boş salıverip mescide girmiş.
Peygamberimiz;
—Deveni ne yaptın? Diye sormuş.
—Salıverdim ve Allah tevekkül ettim, diye cevap vermiş.
—Onu bağla ve ondan sonra Allah tevekkül et, diye uyarmış Rasulullah.”
Sebeplere sarılmak tevekküle mani değildir; aksine işleri yürütürken sebeplere sarılmak ve eş zamanlı olarak tevekkül etmek dinin emridir.
Yine Rasulullah buyurdu:
“Bir kimsenin Allah’a tevekkül edip ihsan ettiği rızka kanaat etmesi ona yeter.”
*
Tevekkülle birlikte sebeplere sarılıp gerekeni yaptıktan sonra işlerin olumlu ya da olumsuz sonuçlanması rıza ile karşılanmalıdır.
‘Bize göre iyi ve kötü’ sonuçlar karşısında, Yaratıcı‘ya teslim olup kalbimizi bozmamamız bize emredilmiştir.
Çünkü biz hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz, tevekkül ettiğimiz için, işimizin sonucu aleyhimize gibi görünse de, ilerleyen bir zamanda lehimize sonuçlar doğurması, daha hayırlı kapıların açılması, tecrübeyle de sabit bir gerçekliktir.
Hayatımızın ve gücümüzün kaynağı Rabbimizdir; hayatını Kuran’a bağlı olarak, Allah teâlânın rızasına uygun şekilde yaşayan ve sadece O’na güvenip her durumda O’na tevekkül eden insana ne mutlu.
Meşru her işin yürütülmesinde kişinin, öncelikle kendisi gibi fani ve sınırlı kimselere itimat etmesi büyük bir yanlıştır.
Sebeplere sarıldıktan sonra, Yüce varlığı ölümsüz, ‘hay’ ve ‘baki’ olan Allah’a güvenip asıl samimi şekilde O’na dayanmak, yani Allah’a tevekkül etmek, farzdır.
Allahü teâla buyurdu:
“Ve tevekkel alel hayyillezi la yemutu ve sebbih bi hamdih.. / Ve sen, ölümsüz olana güvenip dayan; O'nu övgüyle yücelt…” (Furkan 58)
Resulullah (sav) buyurdu:
“Her kimi insanların en cömerdi olmak mutlu ederse Allah’tan korksun; her kimi insanların en güçlüsü olmak mutlu ederse; Allah’a tevekkül etsin. Her kimi insanların en zengini olmak mutlu ederse, elindeki zenginlikten daha çok Allah’ın hazinelerine güvensin.”
“Bir gün bir Arap Peygamber Efendimize gelerek devesini taşrada boş salıverip mescide girmiş.
Peygamberimiz;
—Deveni ne yaptın? Diye sormuş.
—Salıverdim ve Allah tevekkül ettim, diye cevap vermiş.
—Onu bağla ve ondan sonra Allah tevekkül et, diye uyarmış Rasulullah.”
Sebeplere sarılmak tevekküle mani değildir; aksine işleri yürütürken sebeplere sarılmak ve eş zamanlı olarak tevekkül etmek dinin emridir.
Yine Rasulullah buyurdu:
“Bir kimsenin Allah’a tevekkül edip ihsan ettiği rızka kanaat etmesi ona yeter.”
*
Tevekkülle birlikte sebeplere sarılıp gerekeni yaptıktan sonra işlerin olumlu ya da olumsuz sonuçlanması rıza ile karşılanmalıdır.
‘Bize göre iyi ve kötü’ sonuçlar karşısında, Yaratıcı‘ya teslim olup kalbimizi bozmamamız bize emredilmiştir.
Çünkü biz hakkımızda neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz, tevekkül ettiğimiz için, işimizin sonucu aleyhimize gibi görünse de, ilerleyen bir zamanda lehimize sonuçlar doğurması, daha hayırlı kapıların açılması, tecrübeyle de sabit bir gerçekliktir.
Hayatımızın ve gücümüzün kaynağı Rabbimizdir; hayatını Kuran’a bağlı olarak, Allah teâlânın rızasına uygun şekilde yaşayan ve sadece O’na güvenip her durumda O’na tevekkül eden insana ne mutlu.