
Bazı sunumlar için dört günlük ziyarette bulunduğumuz Almanya’da başta çocukların eğitim alanında olmak üzere birçok noktada Türklere ayrımcı davranıldığının şikâyetini dinledik.
Şikâyetini dinlediğimiz bazı gruplar, Kiliseler Birliği’nin yönlendirmeleri ve Alman hükumetinin uygulamaları ile yaklaşık dört yüz çocuğun ailelerinden alınarak Alman kültürü doğrultusunda eğitildiğini bu çocukların anne babalarını bile tanımadığını söylediler. Bu çocukların yarın öbür gün Alman menfaatini koruma adına fedai şeklinde yetiştirileceği kaygıları vardı.
Bu şikâyet sadece halktan değil, oraya Türk çocuklarına Türkçe öğretmek amacı ile Türk Milli Eğitimi tarafından gönderilmiş Türkçe öğretmenlerinden de gelmekteydi. Bir Türkçe öğretmeni arkadaş, çocuğunun Türkiye’de beşinci sınıfı bitirdiğini, Bilsem (Bilsem, bilim ve sanat merkezi demek, ilköğretim ve orta öğretim kurumlarına devam eden ve üstün zekâlı veya özel yeteneği olduğu uzmanlar tarafından tanılanan öğrencilere eğitim veren özel eğitim kurumu ) öğrencisi olduğunu, çocuğunun burada hiçbir teste, sınava, mülakata tabi tutulmadan, Türkiye’den almış olduğu karneye bakılmadan, Almanya’da çocukların en alt seviye eğitim aldığı “hauptschule”ye kaydedildiğini, çocuğunun normalde altıncı sınıftan devam etmesi gerekirken onu beşinci sınıfa indirdiklerini, bu uygulamalarının hukukta yerinin olmamasına rağmen okul yetkililerinin bu konuda rahat hareket ederken kendilerini özgür hissettiğini dile getirdiler.
Şu anda en zeki Türk çocuklarının Alman eğitim sisteminden başarı ile geçip iyi bir Alman üniversitesinde okuma şansı çok düşüktür.
Türk çocuklarının Alman eğitim sisteminde akademik başarıları çok düşük seviyedeyken nasıl oluyor da üç milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’da dünya çapında çok büyük futbolcular yetişmektedir? Üçüncü nesil Türk çocuklarının Almanca dil problemi bulunmamasına rağmen akademik hayatta bu çocukların önü neden kesilmektedir?
Aslında bu sorunun cevabı basit. Alman kulüpleri kendi başarılarını düşündükleri için yetenekli Türk çocuklarının önünü kesememektedir. Aynı zamanda bu futbolcuları satarak para kazanmayı da amaçlamaktadırlar. Aynı şartlar eğitim öğretim ortamlarında oluşmadığı için bu durum Türk çocuklarının aleyhine işlemektedir.
Alman hükumeti Türklerin Alman kültürüne adapte olmasına engel olarak Türkiye’den gelen Türkçe öğretmenlerini ve din görevlilerini gördüğü için önümüzdeki dönemlerde Türkiye’den gelecek Türkçe öğretmenlerinin Almanya’daki Türk çocuklarına Türkçe dersi vermelerine izin vermeyeceğini, Türkçe öğretmeninin alımına bundan sonra kendisinin karar vereceğini ilan etmiş durumdadır. Yakında Conilerin Türk çocuklarının Türkçe öğretmeni olduğunu görürseniz şaşırmayın.
Bütün bunların daha da kötüsü, Avrupa’da yaşayan Türklerin bazıları bu duruma duyarsız kalmış durumdadır. Duyarlı görünenler ise cemaatlere bölünmüş, Süleymancılar, Nurcular, Menzilciler, eski Milli Görüşçüler dinin kendi tekellerinde olduğu hezeyanındadırlar. Birbirlerinin yaptırmış olduğu mescitlere gitmemekte, birbirlerinin ardında namaz kılmayı bile kendilerine zulüm olarak algılamaktadırlar. Türkiye’deki cemaatlerin bölünmüş hâli Almanya’ya da yansımıştır.
Cemaat olarak bölünmenin bir ülkeye ne kadar zarar verdiğini görmek için Almanya örneğine iyi bakmak lazım. Oradaki Türkler bu bölünmüşlüğü yaşadıkları için sesleri çok cılız çıkmakta ve bunların çocuklarının istikbali yok olmaktadır.
Bu şartlar, insanın cemaat kültüründen cemiyet kültürüne geçememesinin bir ülke için ne kadar büyük bir tehlike oluşturduğunu göstermektedir. İnsanımızın bu duruma bakıp ibret alması “Toplu vurdukça onu topun sindiremeyeceği” gerçeğini kavraması gerekmektedir. Fakat başta Almanya’da yaşayan Müslüman Türkler bu gerçeği çok iyi görmelerine ve dinin de nefsi yenme terbiyesi olduğunu bilmelerine rağmen, kendi cemaatlerinin varlığının erimesini bir türlü kabul edememektedirler.
Ve şeytan cemaat kılığına girerek onların çocuklarından intikam almaktadır.
Şikâyetini dinlediğimiz bazı gruplar, Kiliseler Birliği’nin yönlendirmeleri ve Alman hükumetinin uygulamaları ile yaklaşık dört yüz çocuğun ailelerinden alınarak Alman kültürü doğrultusunda eğitildiğini bu çocukların anne babalarını bile tanımadığını söylediler. Bu çocukların yarın öbür gün Alman menfaatini koruma adına fedai şeklinde yetiştirileceği kaygıları vardı.
Bu şikâyet sadece halktan değil, oraya Türk çocuklarına Türkçe öğretmek amacı ile Türk Milli Eğitimi tarafından gönderilmiş Türkçe öğretmenlerinden de gelmekteydi. Bir Türkçe öğretmeni arkadaş, çocuğunun Türkiye’de beşinci sınıfı bitirdiğini, Bilsem (Bilsem, bilim ve sanat merkezi demek, ilköğretim ve orta öğretim kurumlarına devam eden ve üstün zekâlı veya özel yeteneği olduğu uzmanlar tarafından tanılanan öğrencilere eğitim veren özel eğitim kurumu ) öğrencisi olduğunu, çocuğunun burada hiçbir teste, sınava, mülakata tabi tutulmadan, Türkiye’den almış olduğu karneye bakılmadan, Almanya’da çocukların en alt seviye eğitim aldığı “hauptschule”ye kaydedildiğini, çocuğunun normalde altıncı sınıftan devam etmesi gerekirken onu beşinci sınıfa indirdiklerini, bu uygulamalarının hukukta yerinin olmamasına rağmen okul yetkililerinin bu konuda rahat hareket ederken kendilerini özgür hissettiğini dile getirdiler.
Şu anda en zeki Türk çocuklarının Alman eğitim sisteminden başarı ile geçip iyi bir Alman üniversitesinde okuma şansı çok düşüktür.
Türk çocuklarının Alman eğitim sisteminde akademik başarıları çok düşük seviyedeyken nasıl oluyor da üç milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’da dünya çapında çok büyük futbolcular yetişmektedir? Üçüncü nesil Türk çocuklarının Almanca dil problemi bulunmamasına rağmen akademik hayatta bu çocukların önü neden kesilmektedir?
Aslında bu sorunun cevabı basit. Alman kulüpleri kendi başarılarını düşündükleri için yetenekli Türk çocuklarının önünü kesememektedir. Aynı zamanda bu futbolcuları satarak para kazanmayı da amaçlamaktadırlar. Aynı şartlar eğitim öğretim ortamlarında oluşmadığı için bu durum Türk çocuklarının aleyhine işlemektedir.
Alman hükumeti Türklerin Alman kültürüne adapte olmasına engel olarak Türkiye’den gelen Türkçe öğretmenlerini ve din görevlilerini gördüğü için önümüzdeki dönemlerde Türkiye’den gelecek Türkçe öğretmenlerinin Almanya’daki Türk çocuklarına Türkçe dersi vermelerine izin vermeyeceğini, Türkçe öğretmeninin alımına bundan sonra kendisinin karar vereceğini ilan etmiş durumdadır. Yakında Conilerin Türk çocuklarının Türkçe öğretmeni olduğunu görürseniz şaşırmayın.
Bütün bunların daha da kötüsü, Avrupa’da yaşayan Türklerin bazıları bu duruma duyarsız kalmış durumdadır. Duyarlı görünenler ise cemaatlere bölünmüş, Süleymancılar, Nurcular, Menzilciler, eski Milli Görüşçüler dinin kendi tekellerinde olduğu hezeyanındadırlar. Birbirlerinin yaptırmış olduğu mescitlere gitmemekte, birbirlerinin ardında namaz kılmayı bile kendilerine zulüm olarak algılamaktadırlar. Türkiye’deki cemaatlerin bölünmüş hâli Almanya’ya da yansımıştır.
Cemaat olarak bölünmenin bir ülkeye ne kadar zarar verdiğini görmek için Almanya örneğine iyi bakmak lazım. Oradaki Türkler bu bölünmüşlüğü yaşadıkları için sesleri çok cılız çıkmakta ve bunların çocuklarının istikbali yok olmaktadır.
Bu şartlar, insanın cemaat kültüründen cemiyet kültürüne geçememesinin bir ülke için ne kadar büyük bir tehlike oluşturduğunu göstermektedir. İnsanımızın bu duruma bakıp ibret alması “Toplu vurdukça onu topun sindiremeyeceği” gerçeğini kavraması gerekmektedir. Fakat başta Almanya’da yaşayan Müslüman Türkler bu gerçeği çok iyi görmelerine ve dinin de nefsi yenme terbiyesi olduğunu bilmelerine rağmen, kendi cemaatlerinin varlığının erimesini bir türlü kabul edememektedirler.
Ve şeytan cemaat kılığına girerek onların çocuklarından intikam almaktadır.