
Mohandas Karamçand adlı Hindistanlı genç 1888 yılında Londra'da hukuk öğrenimi görmeye başladı. Şanssızlık bu ya, genç Hintlinin hoşgörüsüz, katı kalpli, zaman zaman ırkçılığa kaçan çıkışları olan son derece kibirli bir hocası vardı. Hocayı herkes Profesör Bay Peters diye anıyordu.
Doğudan gelmiş genç öğrenci de öyle yaptı…
Hayata çok farklı açıdan bakmayı ülkesinde öğrenmiş halde İngiltere’ye gelen Hintli genç, hocasıyla karşı karşıya geldiği hiçbir ortamda onun aşağılamalarına boyun eğmedi, yanıt verirken hep saygılı ama hep de gururluydu ve daima dik durdu.
Adının ilk kısmı Mohandas Karamçand olan o genç sonradan ulusunun kurtarıcısı olacak bilge lider Gandi idi (1869-1948)…
“Bir gün Bay Peters üniversite kantininde bir şeyler atıştırırken Gandi tepsisini alıp hocasının yanına oturdu. Genç öğrencinin küçük bir sohbetten başka bir beklentisi yoktu ama hocası ona kibirli bir ifadeyle şöyle dedi:
-Gandi, anlamıyor musun? Hiçbir zaman bir domuz ve bir kuş yan yana oturamaz!
Gandi:
-Sakin olun hocam, ben uçuyorum öyleyse!
deyip bir başka masaya geçti.
Profesör Peters öğrencisinin kendisini domuz yerine koymasına çok içerledi. Bunun acısını çıkarmak amacıyla yapacağı sınavda ona bir ders vermek istedi ama Gandi soruların hepsini doğru cevapladı.
Sıra can alıcı soruya gelmişti.
-Gandi, yolda yürürken iki çanta görüyorsun, biri akıl diğeri para dolu. Hangisini alırdın?
Gandi hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verdi:
-Para olanı hocam!
-Ben, senin yerinde olsam diğerini alırdım. Sence de öyle olması gerekmez mi?
dedi hocası. Gandi'nin yanıtı şu oldu:
-Herkes ihtiyacı olanı alır!
Profesör öyle kızmıştı ki sınav kağıdına ‘APTAL’ yazıp Gandi'ye uzattı.
Gandi bir yere oturup birkaç dakika düşündükten sonra profesöre dönüp şunları söyledi:
-Kâğıda imzanızı atmışsınız ama bana bir not vermemişsiniz!”
***
Eğer birinin seni incitmesine, kırmasına izin verirsen incinir ve kırılırsın.
Eğer izin vermezsen kötülük, çıktığı kaynağa geri döner!
Bahar Uysal Hamaloğlu’nun Türkçeye aktardığı metin, bizi en tepedeki başlığa götürüyor:
Ancak sen izin verirsen kalbini kırabilirler !..
***
Öğrenimin tamamlayıp Hindistan’a dönen Gandi’ye ‘Batı uygarlığının nasıl bir şey olduğunu’ sordular.
Genç bilgenin yanıtı çok vecizdi: ‘Öyle bir şey var olsaydı, kuşkusuz çok iyi olurdu…’
Peki Satyagraha (şiddete başvurmayan mücadele; pasif direniş) anlayışına sahip olan ve birkaç yıl sonra kendi toplumu tarafından ‘Mahatma’ (Sanskritçe: Büyük Ruh) ünvanıyla onurlandırılacak bu genç adam, neden öyle keskin ve genelleyici bir yorum yapmıştı?
Batı uygarlığına katkı koymuş, kendisi gibi yüce ruha sahip onlarca, yüzlerce düşünüre ve bizzat demokrasi fikrine haksızlık etmiyor muydu?
Kuşkusuz Gandi’nin eleştirdiği şey batı dünyasına egemen olan ve Profesör Bay Peters ya da o yıllarda İngiliz siyasetinin dümenindeki Başbakan Lord Salisbury gibi kimselerin sembolize ettiği politik tutumdu.
Ve o tutum çerçevesinde Batı uygarlığı, kendi emperyalist öğütme makinasına koşulsuz itaat edenler dışında hiçbir topluma, hiçbir ulusa ve hiçbir ulusal kahramana yaşam hakkı tanınmıyordu.
Öyle ki Gandi, Mustafa Kemal’in 1920’li yıllarda batılı emperyalistleri alt etmesi üzerine ‘Mustafa Kemal İngilizleri yeninceye kadar ben Tanrı’nın da İngiliz olduğunu zannediyordum’ diyecekti.
Bu söze de 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümü üzerine yayımladığı mesajda yer verecekti.
***
Şimdi aklıma getirmeye çalışıyorum da…
Birbirinden güzel sözleri var Mahatma Gandi’nin:
‘Basit yaşa ki başkaları da var olabilsin’ demiş mesela.
İçine girip biraz açayım desen herhalde yüz fasiküllük bir anti-emperyalist ansiklopedi çıkar bu sözün içinden. Yunus çıkar, Paul Valery çıkar, Pablo Neruda çıkar, Nazım Hikmet çıkar, Bertolt Brecht çıkar, Louis Aragon çıkar, Yannis Ritsos çıkar, Konstantin Kavafis ve belki Ömer Hayyam çıkar şiirleriyle bu yedi sözcüğün içinden…
Yine Gandi, kimilerinin çok yücelttiği, kimilerinin küçümsediği ve korkakça bulduğu ‘Satyagraha (pasif direniş)’ anlayışını tarif ederken ‘Önce seni önemsemezler, sonra sana gülerler, sonra seni kıskanırlar… Ama en sonunda sana yenilirler…’ der ki bu da içine öğretiler sığdırabileceğiniz bir kitap özetidir…
Mazlum insanlara ve mazlum toplumlara hâlâ umut verir bu söz. İnanç, güç, enerji aşılar onlara.
Dünyanın dört bir yanında…
***
Unutmadan…
‘Herhangi bir siyasal mücadelede sayısal çoğunlukta olmak ya da olmamak sanıldığı kadar önemli değildir. Çünkü yola çıkarken Tanrı’yla beraber olan kişi, zaten çoğunluğu sağlamış demektir!’ diyen o sıradışı siyasi ve ruhani lider, 30 Ocak 1948’de suikastle öldürüldü.
Radikal inanışlı bir Hindu militan, onu kalbine, ciğerine ve karnına isabet eden üç kurşunla öldürdü. İdamla yargılanan genç militan ‘Mahatma Gandi, bütün köklü Hint değerlerini aşağıladı. Bizi Müslümanlarla bir araya getirme girişimi kanıma dokunuyordu. Onun için bu cinayeti işledim!’ dedi.
Gandi, -sadece onun bedeni tabii- böyle düşünen kesin inançlı birisi tarafından öldürüldü. Yargıç, katille ilgili kararını açıklamadan önce, onun bir tahtakurusundan çok daha cahil olduğunu söyledi.
Bu ifade kayıtlara geçti ve radikal Hindular, yargıç aleyhine büyük bir linç kampanyası başlattı…
Trajediye bakın!
Mohandas Karamçand ya da bizim bildiğimiz adıyla Gandi, ölürken bile başkalarının kendini incitmesine izin vermemişti. Onun fikirleri ve demokrasi literatürüne ‘barışçıl pasif direniş’ (Satyagraha) olarak geçen özgün öğretisi, bugün de bazı liderleri ve kitleleri etkilemeyi sürdürüyor.
Ve bireyler düzeyine geçtiğimizde görüyoruz ki bugün de ancak ‘başkalarının kendisini kırmasına izin veren insanlar’ incitilebiliyor.
Doğudan gelmiş genç öğrenci de öyle yaptı…
Hayata çok farklı açıdan bakmayı ülkesinde öğrenmiş halde İngiltere’ye gelen Hintli genç, hocasıyla karşı karşıya geldiği hiçbir ortamda onun aşağılamalarına boyun eğmedi, yanıt verirken hep saygılı ama hep de gururluydu ve daima dik durdu.
Adının ilk kısmı Mohandas Karamçand olan o genç sonradan ulusunun kurtarıcısı olacak bilge lider Gandi idi (1869-1948)…
“Bir gün Bay Peters üniversite kantininde bir şeyler atıştırırken Gandi tepsisini alıp hocasının yanına oturdu. Genç öğrencinin küçük bir sohbetten başka bir beklentisi yoktu ama hocası ona kibirli bir ifadeyle şöyle dedi:
-Gandi, anlamıyor musun? Hiçbir zaman bir domuz ve bir kuş yan yana oturamaz!
Gandi:
-Sakin olun hocam, ben uçuyorum öyleyse!
deyip bir başka masaya geçti.
Profesör Peters öğrencisinin kendisini domuz yerine koymasına çok içerledi. Bunun acısını çıkarmak amacıyla yapacağı sınavda ona bir ders vermek istedi ama Gandi soruların hepsini doğru cevapladı.
Sıra can alıcı soruya gelmişti.
-Gandi, yolda yürürken iki çanta görüyorsun, biri akıl diğeri para dolu. Hangisini alırdın?
Gandi hiç tereddüt etmeden şu yanıtı verdi:
-Para olanı hocam!
-Ben, senin yerinde olsam diğerini alırdım. Sence de öyle olması gerekmez mi?
dedi hocası. Gandi'nin yanıtı şu oldu:
-Herkes ihtiyacı olanı alır!
Profesör öyle kızmıştı ki sınav kağıdına ‘APTAL’ yazıp Gandi'ye uzattı.
Gandi bir yere oturup birkaç dakika düşündükten sonra profesöre dönüp şunları söyledi:
-Kâğıda imzanızı atmışsınız ama bana bir not vermemişsiniz!”
***
Eğer birinin seni incitmesine, kırmasına izin verirsen incinir ve kırılırsın.
Eğer izin vermezsen kötülük, çıktığı kaynağa geri döner!
Bahar Uysal Hamaloğlu’nun Türkçeye aktardığı metin, bizi en tepedeki başlığa götürüyor:
Ancak sen izin verirsen kalbini kırabilirler !..
***
Öğrenimin tamamlayıp Hindistan’a dönen Gandi’ye ‘Batı uygarlığının nasıl bir şey olduğunu’ sordular.
Genç bilgenin yanıtı çok vecizdi: ‘Öyle bir şey var olsaydı, kuşkusuz çok iyi olurdu…’
Peki Satyagraha (şiddete başvurmayan mücadele; pasif direniş) anlayışına sahip olan ve birkaç yıl sonra kendi toplumu tarafından ‘Mahatma’ (Sanskritçe: Büyük Ruh) ünvanıyla onurlandırılacak bu genç adam, neden öyle keskin ve genelleyici bir yorum yapmıştı?
Batı uygarlığına katkı koymuş, kendisi gibi yüce ruha sahip onlarca, yüzlerce düşünüre ve bizzat demokrasi fikrine haksızlık etmiyor muydu?
Kuşkusuz Gandi’nin eleştirdiği şey batı dünyasına egemen olan ve Profesör Bay Peters ya da o yıllarda İngiliz siyasetinin dümenindeki Başbakan Lord Salisbury gibi kimselerin sembolize ettiği politik tutumdu.
Ve o tutum çerçevesinde Batı uygarlığı, kendi emperyalist öğütme makinasına koşulsuz itaat edenler dışında hiçbir topluma, hiçbir ulusa ve hiçbir ulusal kahramana yaşam hakkı tanınmıyordu.
Öyle ki Gandi, Mustafa Kemal’in 1920’li yıllarda batılı emperyalistleri alt etmesi üzerine ‘Mustafa Kemal İngilizleri yeninceye kadar ben Tanrı’nın da İngiliz olduğunu zannediyordum’ diyecekti.
Bu söze de 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümü üzerine yayımladığı mesajda yer verecekti.
***
Şimdi aklıma getirmeye çalışıyorum da…
Birbirinden güzel sözleri var Mahatma Gandi’nin:
‘Basit yaşa ki başkaları da var olabilsin’ demiş mesela.
İçine girip biraz açayım desen herhalde yüz fasiküllük bir anti-emperyalist ansiklopedi çıkar bu sözün içinden. Yunus çıkar, Paul Valery çıkar, Pablo Neruda çıkar, Nazım Hikmet çıkar, Bertolt Brecht çıkar, Louis Aragon çıkar, Yannis Ritsos çıkar, Konstantin Kavafis ve belki Ömer Hayyam çıkar şiirleriyle bu yedi sözcüğün içinden…
Yine Gandi, kimilerinin çok yücelttiği, kimilerinin küçümsediği ve korkakça bulduğu ‘Satyagraha (pasif direniş)’ anlayışını tarif ederken ‘Önce seni önemsemezler, sonra sana gülerler, sonra seni kıskanırlar… Ama en sonunda sana yenilirler…’ der ki bu da içine öğretiler sığdırabileceğiniz bir kitap özetidir…
Mazlum insanlara ve mazlum toplumlara hâlâ umut verir bu söz. İnanç, güç, enerji aşılar onlara.
Dünyanın dört bir yanında…
***
Unutmadan…
‘Herhangi bir siyasal mücadelede sayısal çoğunlukta olmak ya da olmamak sanıldığı kadar önemli değildir. Çünkü yola çıkarken Tanrı’yla beraber olan kişi, zaten çoğunluğu sağlamış demektir!’ diyen o sıradışı siyasi ve ruhani lider, 30 Ocak 1948’de suikastle öldürüldü.
Radikal inanışlı bir Hindu militan, onu kalbine, ciğerine ve karnına isabet eden üç kurşunla öldürdü. İdamla yargılanan genç militan ‘Mahatma Gandi, bütün köklü Hint değerlerini aşağıladı. Bizi Müslümanlarla bir araya getirme girişimi kanıma dokunuyordu. Onun için bu cinayeti işledim!’ dedi.
Gandi, -sadece onun bedeni tabii- böyle düşünen kesin inançlı birisi tarafından öldürüldü. Yargıç, katille ilgili kararını açıklamadan önce, onun bir tahtakurusundan çok daha cahil olduğunu söyledi.
Bu ifade kayıtlara geçti ve radikal Hindular, yargıç aleyhine büyük bir linç kampanyası başlattı…
Trajediye bakın!
Mohandas Karamçand ya da bizim bildiğimiz adıyla Gandi, ölürken bile başkalarının kendini incitmesine izin vermemişti. Onun fikirleri ve demokrasi literatürüne ‘barışçıl pasif direniş’ (Satyagraha) olarak geçen özgün öğretisi, bugün de bazı liderleri ve kitleleri etkilemeyi sürdürüyor.
Ve bireyler düzeyine geçtiğimizde görüyoruz ki bugün de ancak ‘başkalarının kendisini kırmasına izin veren insanlar’ incitilebiliyor.