
Ziya Gökalp’in klasik Türk musikisinin çok sesliliğe uygun olmadığı görüşünden sonra Türkiye’de Batı müziğine karşı hayranlık iyice artmış, insanlar modern olduklarını ispat etmek için Batı müziği dinlemeye başlamışlardı. Daha sonra Necip Fazıl, Peyami Safa gibi sağ görüşlü kişilerin Batı müziğine olan hayranlıklarını dile getirmeleri halkın bir kısmında musiki alanında ciddi şekilde kimlik bunalımı meydana getirmişti.
Bir zaman sonra klasik sanat müziği konservatuarlarda yasaklanarak halk müziği ile Batı müziğinin evliliğinden yeni bir Türk müziği icat etme hayali neticesinde, Selçuklu ile başlayan ve Osmanlı ile devam eden bin yıllık musikimize alaturka etiketi vurulmuş, bu musikimiz küçümsenmeye ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştı.
1934-1936 yılları arasında toplam yirmi aylık bir dilimi kapsayan süreçte halkı çok sesli müzik kültürüne alıştırmak ve halk müziğine çok sesli bir müzik formu kazandırmak amacıyla radyolarda klasik müziğin çalınmasının yasaklanması, halk nazarında karşılık bulmamıştı. İnsanlar kulaklarında iz bırakmış musiki ritmini duymak için radyolarının dalgalarıyla oynayarak Kahire Radyosu’ndan musiki dinleme yoluna gitmiş, o dönemlerde bu boşluğun ürünü olarak arabesk müziğinin temelleri atılmıştı.
Bu arada Batılı kavramlar ile ifade edilen yenilikler insanların zihninde farklı algılar oluşturmaya başlamıştı. Kavramlarını kaybeden veya yeni kavramların mahiyetini çözemeyen birçok kişi, dinlediği musikiye farklı ve derin anlam yüklemeye çalışmıştı.
Gençlik çağlarımızda TRT spikerinin şimdi aranjörlüğünü Garo Mafyan’ın veya Onna Tunç’un yaptığı, Alpay’ın seslendirdiği (veya başkasının) şarkıyı dinleyeceksiniz dediğinde aranjmanın ne olduğunu bilmeyen bizler için parça daha da gizemli hâle gelmekte, bizler de aranjmanı yapan kişiyi gözümüzde büyüterek büyük bir Türk müzisyeninin varlığını hisseder gibi olurduk.
Bir zamanlar gericiliğin sembolü olarak gördüğümüz Dede Efendilerden, Itrilerden vaz geçerek aranjörlerden musiki gıdamızı beslemelerini bekler olduk.
Yabancı bir parçanın bestesini, akışını bozmadan onu başka dilde ifade etmeye aranjman, bunu yapan kişiyi de aranjör denilmektedir. Bazen bu kişiler bu bestenin içine iki tane farklı enstrüman aleti katınca aynı zamanda düzenleyici konumuna gelerek kendilerine ve eserlerine yeni bir kimlik kazandırdıklarını düşündürmektedirler.
Zamanla aranjörlüğün modern bir kolaycılık (belki hırsızlık) olduğunu, fakat Batı’nın kavramları ile karşımıza çıkan bu karmaşık ifadelerin bizi yıllarca aldattığını fark ettik.
Bir dönem şarap içene ilerici; şerbet içenin gerici, kola içene ilerici; ayran içene gerici dediğimiz gibi, Batı dilinin kavramlarını kullanarak insanları etiketleyip içeriği, özü kaybettik. Gösterişli kelimeler kullanarak insanlar üzerinde saltanat kuran cahillerin hegemonyası birçok alanda devam etti.
Batı’nın bu salgın hâli gençlerimizi de şiddetli şekilde etkilemektedir. Kültürel boşluğun getirmiş olduğu marazlar ileri dönemlerde daha büyük sorunlara neden olacaktır.
Bir Fıkra
Bir gün kümeste horoz ölünce tavuklar canhıraş bir şekilde ağlamaya, feryat etmeye başlamışlar. Tavukların bu kadar canı gönülden ağladıklarını görenler: horozu çok mu seviyordunuz? Niçin böyle yana yana ağlıyorsunuz dediklerinde, tavuklar: Hayır, horoz ötmeyeceği için yarın Güneş doğmayacak, biz onun için ağlıyoruz, demişler.
Ertesi sabah Güneşin doğduğun gören tavuklar, vay ş… horoz, yıllarca bizi kandırmış, demişler.
Bir zaman sonra klasik sanat müziği konservatuarlarda yasaklanarak halk müziği ile Batı müziğinin evliliğinden yeni bir Türk müziği icat etme hayali neticesinde, Selçuklu ile başlayan ve Osmanlı ile devam eden bin yıllık musikimize alaturka etiketi vurulmuş, bu musikimiz küçümsenmeye ve itibarsızlaştırılmaya çalışılmıştı.
1934-1936 yılları arasında toplam yirmi aylık bir dilimi kapsayan süreçte halkı çok sesli müzik kültürüne alıştırmak ve halk müziğine çok sesli bir müzik formu kazandırmak amacıyla radyolarda klasik müziğin çalınmasının yasaklanması, halk nazarında karşılık bulmamıştı. İnsanlar kulaklarında iz bırakmış musiki ritmini duymak için radyolarının dalgalarıyla oynayarak Kahire Radyosu’ndan musiki dinleme yoluna gitmiş, o dönemlerde bu boşluğun ürünü olarak arabesk müziğinin temelleri atılmıştı.
Bu arada Batılı kavramlar ile ifade edilen yenilikler insanların zihninde farklı algılar oluşturmaya başlamıştı. Kavramlarını kaybeden veya yeni kavramların mahiyetini çözemeyen birçok kişi, dinlediği musikiye farklı ve derin anlam yüklemeye çalışmıştı.
Gençlik çağlarımızda TRT spikerinin şimdi aranjörlüğünü Garo Mafyan’ın veya Onna Tunç’un yaptığı, Alpay’ın seslendirdiği (veya başkasının) şarkıyı dinleyeceksiniz dediğinde aranjmanın ne olduğunu bilmeyen bizler için parça daha da gizemli hâle gelmekte, bizler de aranjmanı yapan kişiyi gözümüzde büyüterek büyük bir Türk müzisyeninin varlığını hisseder gibi olurduk.
Bir zamanlar gericiliğin sembolü olarak gördüğümüz Dede Efendilerden, Itrilerden vaz geçerek aranjörlerden musiki gıdamızı beslemelerini bekler olduk.
Yabancı bir parçanın bestesini, akışını bozmadan onu başka dilde ifade etmeye aranjman, bunu yapan kişiyi de aranjör denilmektedir. Bazen bu kişiler bu bestenin içine iki tane farklı enstrüman aleti katınca aynı zamanda düzenleyici konumuna gelerek kendilerine ve eserlerine yeni bir kimlik kazandırdıklarını düşündürmektedirler.
Zamanla aranjörlüğün modern bir kolaycılık (belki hırsızlık) olduğunu, fakat Batı’nın kavramları ile karşımıza çıkan bu karmaşık ifadelerin bizi yıllarca aldattığını fark ettik.
Bir dönem şarap içene ilerici; şerbet içenin gerici, kola içene ilerici; ayran içene gerici dediğimiz gibi, Batı dilinin kavramlarını kullanarak insanları etiketleyip içeriği, özü kaybettik. Gösterişli kelimeler kullanarak insanlar üzerinde saltanat kuran cahillerin hegemonyası birçok alanda devam etti.
Batı’nın bu salgın hâli gençlerimizi de şiddetli şekilde etkilemektedir. Kültürel boşluğun getirmiş olduğu marazlar ileri dönemlerde daha büyük sorunlara neden olacaktır.
Bir Fıkra
Bir gün kümeste horoz ölünce tavuklar canhıraş bir şekilde ağlamaya, feryat etmeye başlamışlar. Tavukların bu kadar canı gönülden ağladıklarını görenler: horozu çok mu seviyordunuz? Niçin böyle yana yana ağlıyorsunuz dediklerinde, tavuklar: Hayır, horoz ötmeyeceği için yarın Güneş doğmayacak, biz onun için ağlıyoruz, demişler.
Ertesi sabah Güneşin doğduğun gören tavuklar, vay ş… horoz, yıllarca bizi kandırmış, demişler.