
Aşk çok önemli, tartışmasız!
Hayata yön veren gizli güç o. Bazen politikaya, hatta tarihe bile...
Ama kaç farklı tarifi vardır aşkın acaba?
Bin, yüz bin, milyon?..
Elbette zamanın kısa tarihinde kaç gerçek aşk yaşandıysa, o kadar da tarifi yapılabilir bu müthiş duygunun. Olay Dopaminle, Oksitosinle, Vazopressinle ve yani birkaç hormonun kokteyliyle; hele de cinsellikle hiç sınırlı değil...
Üstelik şimdiye dek yaşananlardan ayrı bir de bugün ve sonrasında yaşanacak aşklar var: Trilyonlarca potansiyel aşk, trilyonlarca yeni tanım, tarif, izah...
Bollukta ya da kıtlıkta, sağlıkta ya da salgında, savaşta ve barışta...
Aşk var, daima!..
Öyleyse şimdi, evet ertelemeden tam da şimdi, kendi aşk tarifinizi yapar mısınız? Yanınızda kim varsa ona, hiç kimse yoksa duvara, boşluğa, gökyüzüne ya da haykırın veya fısıldayın. ‘Bence aşk....’ deyin, devamı mutlaka gelir.
Size göre aşk nedir, nasıl bir şeydir?
Bir cümleyle ya da bir paragrafla...
İnkâr etmeyin; ekmek kadar, tuz kadar, su kadar iyi bilirsiniz onu. İllaki yaşamışsınızdır, belki şu an yaşıyorsunuzdur ya da ömrünüz boyunca hep onu aramışsınızdır?
Ne umuyorsunuz, nasıl bir şey arıyorsunuz aşka dair?..
Hadi, hiç olmazsa bir cümle...
★★
Eğer bir cümle ya da cümleler kurduysanız, o tarif sizin hayattaki mutluluk, bağlılık, sadakat potansiyellerinizle ilgili ciddi bir ipucudur.
Ve bakın genç kuşak şairlerimizden Mehmet Ercan, Kapım Sen Ol şiirinde nasıl güzel, nasıl nahif yapıyor aşkın bir tarifini:
‘Yedek anahtarımız olmasın
Evimizin bir tek anahtarı olsun, o da sende olsun..." diyor ve devam ediyor:
"Sen olmazsan ben kapılarda kalayım.
Evimize ya seninle birlikte gireyim
Ya da sen evdeyken girmekten başka şansım kalmasın.
Ya dışarıdan birlikte açalım kapıyı
Ya da sen evdeyken girmekten başka şansım kalmasın.
Ya dışarıdan birlikte açalım kapıyı
Ya da sen içerideyken kapımı açan ol.
Aşağı yukarı istediğim bu kadar
Ben bu kadar istediğimin olmasına hayat demeye hazırım.
Benim için hayat bir kapı
Ve o kapıyı açan senden ibaret olabilir.
Kapımı açan sen ol isterim.
Çilingir gibi değil, içerden;
Benimmiş gibi, evimmiş gibi,
Koynummuş gibi,
Yuvammış gibi…’
★★
Ne dersiniz?
Aşkı evle, mekânla, bir yuvayla birlikte düşlemek çok mu geleneksel.
Diyelim ki öyle; aşkı ve evin simgelediği vuslatı, ikisini aynı çatı altında, bir arada düşlemek; fena mı? Başarabilene ne mutlu!
Herkes Fuzuli mi ki hicranı (aşk ve ayrılık acısını) aşkın kendisinden ve vuslattan daha çok dilesin ve kutsasın?
Ya da herkes Sokrates mi ki ‘Evlenin; eşiniz iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz’ desin, olayı olasılıklar içinde bir müşterek bahis mevzuu gibi görsün?
Aslında filozof haklı...
Ama kendisi kazandı mı, kaybetti mi, işte bunu bilmiyoruz.
★★
Her neyse...
Aşk da vuslat da tartışmasız iyidir de ya firkat ve yani ayrılık?!?
O nasıl tarif edilebilir ki?
Hele de mahkemede, hâkim önünde değil de hastanede, hekim önünde ve de sonsuza dek ayrılıyor olmak! Çok fena!
Bunu da karısına duyduğu derin aşkı romanlarına, eleştirmenlerin gözünden kaçmayacak ölçüde yansıtmış birinden, Rus romancı Tolstoy'dan öğreniyoruz. Tolstoy (1828-1910) demiş ki:
‘Bana hastanede ‘Karın öldü!’ dediklerinde ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Hemen eve gidip tahammül edemeyeceğim bu olayı karıma anlatmak ve şimdi ne yapmam gerektiğini ona sormak, içimden geçen ilk şey oldu...’
Burda da aşkın bir başka tarifi gizli diyebilir miyiz?
★★
Instagram’da ogretmen-caps sayfasında Onur Özsümbül paylaşmış bunu. Kendi aşk tarifinde diyor ki:
Sırılsıklam âşık olduğunu söyleyen bir arkadaşıma bunu nasıl anladığını sordum. Bana dedi ki ‘Kriterlerimi unuttum! Hayallerim, hedeflerim söz konusu olduğundaysa sadece içinde onun yer aldığı hayallerin ve hedeflerin benim için bir anlam ifade ettiğini hissediyorum artık...’
İşte aşkın en güzel tariflerinden biri daha...
Ve bir yerlere not ettiğim son aşk tarifi...
47 yıllık eşini kaybeden yaşlı kadın, hastane odasındaki boş yatağın ucuna ilişir, kendi kendine mırıldanır:
‘Şimdi ben, derdimi anlatırken konuşmak zorunda kalacağım...’
Gerçek aşk; kara sevdanın, tutkunun, herkese karşı koyabilmenin, kopmamacasına birleşmiş olmanın ve yıllara meydan okumanın daha ilerisinde bir çeşit telepati, sözsüz iletişim de demek öyleyse.
Katılır mısınız?
★★
Mehmet Ercan’ınki, Fuzuli’ninki, Sokrates’inki, Tolstoy’unki, Onur öğretmeninki, yaşlı kadınınki ve sizinki...
Etti mi yedi tarif?
Peki, en romantik olan hangisi ve ona karşılık en realist olan hangisi?
Son bir soru daha: Aşk, realizmi içine sığdırabilir mi, onu sindirebilir mi? Gerçekle ne kadar bağdaşır?
Ne dersiniz?
Hayata yön veren gizli güç o. Bazen politikaya, hatta tarihe bile...
Ama kaç farklı tarifi vardır aşkın acaba?
Bin, yüz bin, milyon?..
Elbette zamanın kısa tarihinde kaç gerçek aşk yaşandıysa, o kadar da tarifi yapılabilir bu müthiş duygunun. Olay Dopaminle, Oksitosinle, Vazopressinle ve yani birkaç hormonun kokteyliyle; hele de cinsellikle hiç sınırlı değil...
Üstelik şimdiye dek yaşananlardan ayrı bir de bugün ve sonrasında yaşanacak aşklar var: Trilyonlarca potansiyel aşk, trilyonlarca yeni tanım, tarif, izah...
Bollukta ya da kıtlıkta, sağlıkta ya da salgında, savaşta ve barışta...
Aşk var, daima!..
Öyleyse şimdi, evet ertelemeden tam da şimdi, kendi aşk tarifinizi yapar mısınız? Yanınızda kim varsa ona, hiç kimse yoksa duvara, boşluğa, gökyüzüne ya da haykırın veya fısıldayın. ‘Bence aşk....’ deyin, devamı mutlaka gelir.
Size göre aşk nedir, nasıl bir şeydir?
Bir cümleyle ya da bir paragrafla...
İnkâr etmeyin; ekmek kadar, tuz kadar, su kadar iyi bilirsiniz onu. İllaki yaşamışsınızdır, belki şu an yaşıyorsunuzdur ya da ömrünüz boyunca hep onu aramışsınızdır?
Ne umuyorsunuz, nasıl bir şey arıyorsunuz aşka dair?..
Hadi, hiç olmazsa bir cümle...
★★
Eğer bir cümle ya da cümleler kurduysanız, o tarif sizin hayattaki mutluluk, bağlılık, sadakat potansiyellerinizle ilgili ciddi bir ipucudur.
Ve bakın genç kuşak şairlerimizden Mehmet Ercan, Kapım Sen Ol şiirinde nasıl güzel, nasıl nahif yapıyor aşkın bir tarifini:
‘Yedek anahtarımız olmasın
Evimizin bir tek anahtarı olsun, o da sende olsun..." diyor ve devam ediyor:
"Sen olmazsan ben kapılarda kalayım.
Evimize ya seninle birlikte gireyim
Ya da sen evdeyken girmekten başka şansım kalmasın.
Ya dışarıdan birlikte açalım kapıyı
Ya da sen evdeyken girmekten başka şansım kalmasın.
Ya dışarıdan birlikte açalım kapıyı
Ya da sen içerideyken kapımı açan ol.
Aşağı yukarı istediğim bu kadar
Ben bu kadar istediğimin olmasına hayat demeye hazırım.
Benim için hayat bir kapı
Ve o kapıyı açan senden ibaret olabilir.
Kapımı açan sen ol isterim.
Çilingir gibi değil, içerden;
Benimmiş gibi, evimmiş gibi,
Koynummuş gibi,
Yuvammış gibi…’
★★
Ne dersiniz?
Aşkı evle, mekânla, bir yuvayla birlikte düşlemek çok mu geleneksel.
Diyelim ki öyle; aşkı ve evin simgelediği vuslatı, ikisini aynı çatı altında, bir arada düşlemek; fena mı? Başarabilene ne mutlu!
Herkes Fuzuli mi ki hicranı (aşk ve ayrılık acısını) aşkın kendisinden ve vuslattan daha çok dilesin ve kutsasın?
Ya da herkes Sokrates mi ki ‘Evlenin; eşiniz iyi çıkarsa mutlu, kötü çıkarsa filozof olursunuz’ desin, olayı olasılıklar içinde bir müşterek bahis mevzuu gibi görsün?
Aslında filozof haklı...
Ama kendisi kazandı mı, kaybetti mi, işte bunu bilmiyoruz.
★★
Her neyse...
Aşk da vuslat da tartışmasız iyidir de ya firkat ve yani ayrılık?!?
O nasıl tarif edilebilir ki?
Hele de mahkemede, hâkim önünde değil de hastanede, hekim önünde ve de sonsuza dek ayrılıyor olmak! Çok fena!
Bunu da karısına duyduğu derin aşkı romanlarına, eleştirmenlerin gözünden kaçmayacak ölçüde yansıtmış birinden, Rus romancı Tolstoy'dan öğreniyoruz. Tolstoy (1828-1910) demiş ki:
‘Bana hastanede ‘Karın öldü!’ dediklerinde ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Hemen eve gidip tahammül edemeyeceğim bu olayı karıma anlatmak ve şimdi ne yapmam gerektiğini ona sormak, içimden geçen ilk şey oldu...’
Burda da aşkın bir başka tarifi gizli diyebilir miyiz?
★★
Instagram’da ogretmen-caps sayfasında Onur Özsümbül paylaşmış bunu. Kendi aşk tarifinde diyor ki:
Sırılsıklam âşık olduğunu söyleyen bir arkadaşıma bunu nasıl anladığını sordum. Bana dedi ki ‘Kriterlerimi unuttum! Hayallerim, hedeflerim söz konusu olduğundaysa sadece içinde onun yer aldığı hayallerin ve hedeflerin benim için bir anlam ifade ettiğini hissediyorum artık...’
İşte aşkın en güzel tariflerinden biri daha...
Ve bir yerlere not ettiğim son aşk tarifi...
47 yıllık eşini kaybeden yaşlı kadın, hastane odasındaki boş yatağın ucuna ilişir, kendi kendine mırıldanır:
‘Şimdi ben, derdimi anlatırken konuşmak zorunda kalacağım...’
Gerçek aşk; kara sevdanın, tutkunun, herkese karşı koyabilmenin, kopmamacasına birleşmiş olmanın ve yıllara meydan okumanın daha ilerisinde bir çeşit telepati, sözsüz iletişim de demek öyleyse.
Katılır mısınız?
★★
Mehmet Ercan’ınki, Fuzuli’ninki, Sokrates’inki, Tolstoy’unki, Onur öğretmeninki, yaşlı kadınınki ve sizinki...
Etti mi yedi tarif?
Peki, en romantik olan hangisi ve ona karşılık en realist olan hangisi?
Son bir soru daha: Aşk, realizmi içine sığdırabilir mi, onu sindirebilir mi? Gerçekle ne kadar bağdaşır?
Ne dersiniz?