
Bu hafta ki yazımızda mahallelerin asıl sahipleri olan çocuklarımız üzerinde durmaya çalıştık. Onlar bizim bu gün emanet aldığımız değerlerimizi emanet edeceğimiz en nadide varlıklardır. Onları ihmali demek bir neslin tarumar olması demektir. Bu yüzdendir ki çocuklarımıza milli ve manevi değerleri vermeli ve bu bilinçle büyümelerini sağlamalıyız. Yoksa gelecekten bir şeyler beklenmesi beyhüde bir çaba olacaktır. Buda emanetin zarara uğraması ve tüm fedakarlıkların ve verilen emeklerin zayi olması demektir. Çocuklar, hayallerin ve hayatların var oluş sebepleridir. Hayal kurmak ve hayatta kalmak için çocuklarımıza sahip çıkmalı ve onlara hayatı öğretmeliyiz. İşte o hayatın öğretildiği yerler yani mahalleler ne yazık ki hayatımızdan çıkmış durumdadır.
Mahallelerin neşe kaynağıydı çocuklar. (Bakırcı mahallesinin sokaklarında koşuşturan çocuklardan biride Rüştü Paşadır.Bakırcı Mahallesinde dünyaya gelen Rüşti Paşa’nın babası Ömer annesi ise Besime Hanımdır. Meslek olarak askerliği seçen paşa I.Kafkas Kolordusu emrinde Erzincan, Erzurum-Kars harekatını gerçekleştirmiştir. 1919 yılının kasım ayında III.Tümen komutanlığı ve Trabzon vali vekaletine atandı. 1920’de Erzurum’da Kolordu komutanlığı vekaletini sürdürdü. Kars hareketine Şark Cephesi komutanlığı emrinde katıldı. Aynı yıl Kars Müstahkem Mevki kumandanı oldu. Rütbesi generalliğe yükseltildi. IV.dönem milletvekilliği seçimlerine Erzurum’dan katıldı. 13 Temmuz 1926 yılında idam edildi”, Özdemir, Kaybolan Şehir Erzurum, s.41.)
Günün büyük bir bölümünü dışarıda geçirirdi mahallenin çocukları. Mahallelinin çocuklarıydı; çünkü çocuklar herkesin çocuklarıydı, evlatlarıydı. Birşey alınırken hane halkından olan çocuğa, komşunun çocuğu da düşünülür, alınanlardan birer ikişer alınırdı. Eve, poşetlerde getirilenlerden ilk önce sokakta mahalleli çocuklar tadar, sonra hane halkına sıra gelirdi. Açıkınca hangi ev yakınsa ona gidilir, sıcacık ekmekler içerisinde katığıyla alınırdı. Mahalleli çocuklar aralarında oyunlar oynar, kavga eder,bir sure sonra barışırdı. Anneler, babalar ve yakınlar çocuklar arasında ki karışmazdı. Çocukların kapı önüne çıkartılmadığı günümüzde ise , mahallede gezerken sokak aralarında, çocuklara rastlayamaz onların koşuşturmalarına tanık olamazsınız; çünkü anneleri onları yeni sırça köşklerinde büyütüyor, modern hapishanelerinde tutuyordur. Ağaca tırmanmanın ne demek olduğunu bilmeyen, toprakla, çamurla, suyla oynamamış, çimlerin üzerinde yuvarlanmamış steril çocuklarımız var. Onlar hamuru özel paketlenmiş oyun hamuru olarak biliyorlar sadece. Sözüm ona parmak kaslarının ve, hayal dünyasının gelişmesini bu hamurlardan bekliyoruz. “Koşma yavrum, dokunma çocuğum, yapma evladım, komutlarıyla robot gibi büyütmeye çalıştığımız çocuklarımız bir bakıyoruz ki garip garip davranıyorlar. Doktor doktor geziyoruz ya da psikologlara taşınmaya başlıyoruz. Her şeyi ama her şeyi onlar için yapıyoruz, hiçbir eksikleri yok, bu çocukların nesi var diye kara kara düşünüyoruz. Soru baştan yanlış zaten, nesi var değil, nesi yok bu çocukların? Arkadaşları yok, komşu teyzeleri ya da amcaları yok, ablaları ağabeyleri yok, enerjilerini akıtacakları sokaklar, yakan toplar, saklambaçlar, sek sekler yok. Kör ebeler yok, misketler yok.” (Serap Duygulu, “Mahalle Kültürü”, Erişim tarihi: 07 Ağustos 2020, www.İstanbul burada.com)
Gün geldi, çocuklarımız kendilerine dayatılan bu uydurma hayata, kendi tabii seyrinden uzak, bu yapmacık çocukluğa başkaldırdılar. Bu bir bakıma çocuğun şehirle hesaplaşmasıydı. (Rıdvan Canım, “Şehirler ve Çocuklarımız”, Takip Gazetesi, 12 Eylül 2005) Komşuya çocuk emanet edilip, gözler arkada kalmadan gidilirdi, işe, doktora ya da gezmeye. Çünkü bilinirdi ki o komşular kendi çocuğu gibi sahip çıkardı emanet edilen yaramazlara. Aman hatırlar kırılmasın diye, aman incinmesinler diye ince ince ayrıntılar düşünülürdü. Bu küçük yerleşim birimlerinde, herkes bir birini yakından tanıdığından, çocukların “Tanıdık biri görmeden yaramazlık yapma” ihtimalleri son derece zayıftı. Ufak tefek kusurlar genelde nazar-ı müsamaha ile karşılanırdı, ancak büyücek hataların bir bedeli vardı: Hiçbir çocuk (ya da genç) böyle bir bedel ödeyip mahalleye “rezil” olmayı göze alamazdı. Bu yüzden adımlar dikkatle atılır, “mahallenin namusu”na toz kondurulmaz, herkes kendi alanı içinde mutlu olmaya çalışırdı. Bu da zaman içinde karaktere dönüşür ve toplum “cevher insan”larla beslenirdi. (Yavuz Bahadıroğlu, “Osmanlı Mahallesi”, Erişim tarihi: 01 Ekim 2020, www.restoraturk.com)
Mahallelerin neşe kaynağıydı çocuklar. (Bakırcı mahallesinin sokaklarında koşuşturan çocuklardan biride Rüştü Paşadır.Bakırcı Mahallesinde dünyaya gelen Rüşti Paşa’nın babası Ömer annesi ise Besime Hanımdır. Meslek olarak askerliği seçen paşa I.Kafkas Kolordusu emrinde Erzincan, Erzurum-Kars harekatını gerçekleştirmiştir. 1919 yılının kasım ayında III.Tümen komutanlığı ve Trabzon vali vekaletine atandı. 1920’de Erzurum’da Kolordu komutanlığı vekaletini sürdürdü. Kars hareketine Şark Cephesi komutanlığı emrinde katıldı. Aynı yıl Kars Müstahkem Mevki kumandanı oldu. Rütbesi generalliğe yükseltildi. IV.dönem milletvekilliği seçimlerine Erzurum’dan katıldı. 13 Temmuz 1926 yılında idam edildi”, Özdemir, Kaybolan Şehir Erzurum, s.41.)
Günün büyük bir bölümünü dışarıda geçirirdi mahallenin çocukları. Mahallelinin çocuklarıydı; çünkü çocuklar herkesin çocuklarıydı, evlatlarıydı. Birşey alınırken hane halkından olan çocuğa, komşunun çocuğu da düşünülür, alınanlardan birer ikişer alınırdı. Eve, poşetlerde getirilenlerden ilk önce sokakta mahalleli çocuklar tadar, sonra hane halkına sıra gelirdi. Açıkınca hangi ev yakınsa ona gidilir, sıcacık ekmekler içerisinde katığıyla alınırdı. Mahalleli çocuklar aralarında oyunlar oynar, kavga eder,bir sure sonra barışırdı. Anneler, babalar ve yakınlar çocuklar arasında ki karışmazdı. Çocukların kapı önüne çıkartılmadığı günümüzde ise , mahallede gezerken sokak aralarında, çocuklara rastlayamaz onların koşuşturmalarına tanık olamazsınız; çünkü anneleri onları yeni sırça köşklerinde büyütüyor, modern hapishanelerinde tutuyordur. Ağaca tırmanmanın ne demek olduğunu bilmeyen, toprakla, çamurla, suyla oynamamış, çimlerin üzerinde yuvarlanmamış steril çocuklarımız var. Onlar hamuru özel paketlenmiş oyun hamuru olarak biliyorlar sadece. Sözüm ona parmak kaslarının ve, hayal dünyasının gelişmesini bu hamurlardan bekliyoruz. “Koşma yavrum, dokunma çocuğum, yapma evladım, komutlarıyla robot gibi büyütmeye çalıştığımız çocuklarımız bir bakıyoruz ki garip garip davranıyorlar. Doktor doktor geziyoruz ya da psikologlara taşınmaya başlıyoruz. Her şeyi ama her şeyi onlar için yapıyoruz, hiçbir eksikleri yok, bu çocukların nesi var diye kara kara düşünüyoruz. Soru baştan yanlış zaten, nesi var değil, nesi yok bu çocukların? Arkadaşları yok, komşu teyzeleri ya da amcaları yok, ablaları ağabeyleri yok, enerjilerini akıtacakları sokaklar, yakan toplar, saklambaçlar, sek sekler yok. Kör ebeler yok, misketler yok.” (Serap Duygulu, “Mahalle Kültürü”, Erişim tarihi: 07 Ağustos 2020, www.İstanbul burada.com)
Gün geldi, çocuklarımız kendilerine dayatılan bu uydurma hayata, kendi tabii seyrinden uzak, bu yapmacık çocukluğa başkaldırdılar. Bu bir bakıma çocuğun şehirle hesaplaşmasıydı. (Rıdvan Canım, “Şehirler ve Çocuklarımız”, Takip Gazetesi, 12 Eylül 2005) Komşuya çocuk emanet edilip, gözler arkada kalmadan gidilirdi, işe, doktora ya da gezmeye. Çünkü bilinirdi ki o komşular kendi çocuğu gibi sahip çıkardı emanet edilen yaramazlara. Aman hatırlar kırılmasın diye, aman incinmesinler diye ince ince ayrıntılar düşünülürdü. Bu küçük yerleşim birimlerinde, herkes bir birini yakından tanıdığından, çocukların “Tanıdık biri görmeden yaramazlık yapma” ihtimalleri son derece zayıftı. Ufak tefek kusurlar genelde nazar-ı müsamaha ile karşılanırdı, ancak büyücek hataların bir bedeli vardı: Hiçbir çocuk (ya da genç) böyle bir bedel ödeyip mahalleye “rezil” olmayı göze alamazdı. Bu yüzden adımlar dikkatle atılır, “mahallenin namusu”na toz kondurulmaz, herkes kendi alanı içinde mutlu olmaya çalışırdı. Bu da zaman içinde karaktere dönüşür ve toplum “cevher insan”larla beslenirdi. (Yavuz Bahadıroğlu, “Osmanlı Mahallesi”, Erişim tarihi: 01 Ekim 2020, www.restoraturk.com)