
Bu hafta sevgili okurlarım sizlere yaşanmış bir olaydan esinlenerek yazdığım hikâyemim ilk bölümünü paylaşmış olacağım. Bazen insan hayatın koşuşturmalarından yanında ki güzellikleri fark edemez, onu ancak kaybettiğinde anlar. İşte o zamanda her şeyin vaktinde güzel ve anlamlı olduğunu anlar. Sevdiklerimizin her daim kıymetini bilelim ve onlara sımsıkı sarılalım.
Yıllar ne kadar da çabuk gelip geçmişti, daha dün ana sınıfına kaydını yaptırdığı iki gözü, can paresi şimdi liseli olma telaşında idi. Onu ilk kucağına aldığı anı, emeklemesi, yürümesi ve ardından koşması derken, ilkokul ve ortaokul da bitmişti. Ya liseye giriş için sınav süresi o ne zaman başlamıştı ki şimdi tercih dönemine girilmişti. Bunları hiçbirinin aslında şu an bir anlamı yoktu. Hayat onun için iki kelime arasına sıkışıp kalmıştı. Ya duygularının esiri olacaktı yâda duygularını o esir alacaktı. Her şeye rağmen güçlü olmalıydı, gözyaşları akmalı; fakat bunu hiç kimse görmemeliydi. O düşerse sanki oğluyla beraber tüm evde düşecekti. Ayakta kalmalı, param parça da olsa yüreği, bağrına taş basıp, yeni başlangıç için evladına kol kanat germeliydi. O bunun farkında idi. Tüm gücünü toplayıp, gözyaşlarını da sildikten sonra oturma odasına girdi ve kendisini bekleyen hane halkına beklenen müjdeyi verdi. Oğlunun sınavda birincilik kazandığını ve Türkiye’nin her okulu kazanabileceğini söyledi. Başta oğlu buna sevinmiş, evde sevinç yumağı oluşmuştu. Herkes birbirini tebrik ediyor, okullarla ilgili konuşmalar yapılıyordu. Durumdan haberdar olanlar ise sosyal medya ve telefonlar aracılığıyla sevince ortak olmaya çalışıyordu. Ne güzel bir andır, anne ve babaların evlatlarının başarılarını görmesi, onunla gurur duyması. Geç saatlere kadar elde edilen başarı konuşulmuş, oğlunun okul hatıraları anne ve babanın hafızalarında yeniden canlanmıştı. Her şey güzeldi, güzel olmasına rağmen ne zaman ki Semih’in şehir dışından da okullara bakalım, onlardan da tercih edebilirim demesi var ya, işte o an annenin rengi atmış, benzi de solmuştu. Bir oğlunun konuşmasını dinliyor bir kendi ile baş başa kalıyordu. Ne kadar da heyecanlı heyecanlı anlatıyordu ilk göz ağrısı, balası, üzerine titrediği kuzusu Semih. Ah Semih ah yavrum gel birde bana sor, beni dinle, yüreğime bir dokun bak neler anlatır sana demek istiyor; fakat onun en sevinçli anını hüzne boğmak istemiyordu. O gece hiçbir şey demedi, sabah ola hayrola dedi, yaratanına şükredip, yastığa başını koyup uyumak istedi. Anne Azra hariç herkes o gün derin bir uykuya dalmıştı. Azra Hanım bu sonucun beraberinde hasreti de getireceğini en iyi bilendi. O aslında işin nereye varacağını en iyi görendi; gören olmasına rağmen bir türlü kendine kabul ettirmek istemiyordu. Uyumak istiyor, gözlerini kapatıyor, fakat bunu bir türlü başaramıyordu. Her göz kapatışın da Semih’in ayrılığını görüyor, hızlıca göz kapaklarını açıyordu. Semih’ten şimdiye kadar hiç ayrılmamıştı. Onu hiç yalnız bırakmamıştı. Şehir dışını kazanırsa, ya giderse, oralarda ne yapar, ne eder, ne yer, ne içer, o daha küçük, o daha körpe kuzu, onu ben nasıl tek başına bırakabilirim gibi ardı arkası kesilmeyen birçok soru sorular ve kendince cevaplar aramaya çalışıyordu. Hiçbir cevap onu tatmin etmiyordu. Usulca kalktı ve kendini bir anda mutfakta buldu. Gece boyunca Semih’in tüm çocukluğu bir film şeridi gibi gözlerinin önünde geldi ve geçti. Kim bilir ne kadar bu halde kalmıştı, gece bittiğini ve yeni günün başladığını eşi onu uyandırdığında anlamıştı.
Yıllar ne kadar da çabuk gelip geçmişti, daha dün ana sınıfına kaydını yaptırdığı iki gözü, can paresi şimdi liseli olma telaşında idi. Onu ilk kucağına aldığı anı, emeklemesi, yürümesi ve ardından koşması derken, ilkokul ve ortaokul da bitmişti. Ya liseye giriş için sınav süresi o ne zaman başlamıştı ki şimdi tercih dönemine girilmişti. Bunları hiçbirinin aslında şu an bir anlamı yoktu. Hayat onun için iki kelime arasına sıkışıp kalmıştı. Ya duygularının esiri olacaktı yâda duygularını o esir alacaktı. Her şeye rağmen güçlü olmalıydı, gözyaşları akmalı; fakat bunu hiç kimse görmemeliydi. O düşerse sanki oğluyla beraber tüm evde düşecekti. Ayakta kalmalı, param parça da olsa yüreği, bağrına taş basıp, yeni başlangıç için evladına kol kanat germeliydi. O bunun farkında idi. Tüm gücünü toplayıp, gözyaşlarını da sildikten sonra oturma odasına girdi ve kendisini bekleyen hane halkına beklenen müjdeyi verdi. Oğlunun sınavda birincilik kazandığını ve Türkiye’nin her okulu kazanabileceğini söyledi. Başta oğlu buna sevinmiş, evde sevinç yumağı oluşmuştu. Herkes birbirini tebrik ediyor, okullarla ilgili konuşmalar yapılıyordu. Durumdan haberdar olanlar ise sosyal medya ve telefonlar aracılığıyla sevince ortak olmaya çalışıyordu. Ne güzel bir andır, anne ve babaların evlatlarının başarılarını görmesi, onunla gurur duyması. Geç saatlere kadar elde edilen başarı konuşulmuş, oğlunun okul hatıraları anne ve babanın hafızalarında yeniden canlanmıştı. Her şey güzeldi, güzel olmasına rağmen ne zaman ki Semih’in şehir dışından da okullara bakalım, onlardan da tercih edebilirim demesi var ya, işte o an annenin rengi atmış, benzi de solmuştu. Bir oğlunun konuşmasını dinliyor bir kendi ile baş başa kalıyordu. Ne kadar da heyecanlı heyecanlı anlatıyordu ilk göz ağrısı, balası, üzerine titrediği kuzusu Semih. Ah Semih ah yavrum gel birde bana sor, beni dinle, yüreğime bir dokun bak neler anlatır sana demek istiyor; fakat onun en sevinçli anını hüzne boğmak istemiyordu. O gece hiçbir şey demedi, sabah ola hayrola dedi, yaratanına şükredip, yastığa başını koyup uyumak istedi. Anne Azra hariç herkes o gün derin bir uykuya dalmıştı. Azra Hanım bu sonucun beraberinde hasreti de getireceğini en iyi bilendi. O aslında işin nereye varacağını en iyi görendi; gören olmasına rağmen bir türlü kendine kabul ettirmek istemiyordu. Uyumak istiyor, gözlerini kapatıyor, fakat bunu bir türlü başaramıyordu. Her göz kapatışın da Semih’in ayrılığını görüyor, hızlıca göz kapaklarını açıyordu. Semih’ten şimdiye kadar hiç ayrılmamıştı. Onu hiç yalnız bırakmamıştı. Şehir dışını kazanırsa, ya giderse, oralarda ne yapar, ne eder, ne yer, ne içer, o daha küçük, o daha körpe kuzu, onu ben nasıl tek başına bırakabilirim gibi ardı arkası kesilmeyen birçok soru sorular ve kendince cevaplar aramaya çalışıyordu. Hiçbir cevap onu tatmin etmiyordu. Usulca kalktı ve kendini bir anda mutfakta buldu. Gece boyunca Semih’in tüm çocukluğu bir film şeridi gibi gözlerinin önünde geldi ve geçti. Kim bilir ne kadar bu halde kalmıştı, gece bittiğini ve yeni günün başladığını eşi onu uyandırdığında anlamıştı.