
Hayatı, ‘zamana karşı yarış’ gibi yaşıyoruz. Panik, telaş, kararsızlık, bir türlü tatmin olamamak, kronik huzursuzluk vesaire vesaire…
Zamana ve kendimize karşı yarışmak…
Ne derin bir yanılgı, değil mi?
Çağın tipik insanı böyleyken dünya da politik ve sosyal anlamda kimi-nasıl-ne kadar mutlu ettiğine dair herhangi bir fikir geliştiremediğimiz olağanüstü yüksek tempolu yarışta kelimenin tam anlamıyla ‘spin atmış’ durumda.
Bütün dünya halklarını mutlu edebilecek düzgün ve istikrarlı bir gelişim rotası oluşturulamıyor.
Zenginlerle yoksullar, güçlülerle zayıflar arasındaki uçurum bir türlü kapatılamıyor…
Var olan istikrarlı rotalar sadece güçlü ve egemen devletlerin emellerine hizmet ediyor gibi görünse de esasen onlar bile sürdürülebilir huzuru elde edebilmiş değiller.
Politik hataların bedelini fidan gibi gencecik çocuklar ödüyor.
‘Vatan sağolsun!’ diyoruz…
Diyoruz ama işte…
***
Peki böyle gider mi?
Ya da daha ne kadar gider?..
Kabileler, toplumlar, halklar, uluslar, uluslararası organizasyonlar, örgütler kendi içlerinde doğru kimyayı bulmak zorundalar.
Barış, içten dışa yayılan bir şey çünkü…
Gökten zembille inmiyor, inmemiş hiç…
Ama bırakın ulusları ve uluslararası ilişkileri, aynı apartmanı paylaşan komşular arasında bile hoşgörüyü, uzlaşmayı, taviz yönetimini ve dolayısıyla da barışı sağlayamıyoruz. Abartıyor muyum?
Haber bültenlerine bir bakın…
Ve fakat…
Zorlanıyoruz diye çabamızdan vazgeçecek değiliz!
Vazgeçersek o zaman dünya hepten cehenneme döner.
Ve biz çocuklarımıza ihanet etmiş oluruz!
O halde kesin olan şu:
Daireden apartmana, apartmandan mahalleye, mahalleden kente, kentten ülkeye ve ülkeden de tüm dünyaya yayılacak gerçek, güçlü, samimi, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir barış ve esenlik doktrinine ihtiyacımız var.
Bu son cümledeki ‘samimi’ sözcüğünün altını bir kere daha çiziyorum.
Sonra bir kere daha çiziyorum.
Ve bir kere daha…
***
‘Samimi’ bir barış politikası tarif etmek gerektiğinde uluslararası ilişkiler literatürünü taramış çoğu kimsenin aklında şu ‘beş ilke’ canlanır. Hoş, literatürden haberdar olmasak da mutlaka bir yerden duymuşuzdur:
Asya-Avrupa-Afrika jeopolitik kesişim hattında ve yani Ortadoğu coğrafyasında yaşıyorsanız; üstelik bu coğrafyada, dış politikada güçlü, komşularınız karşısında etkili olmak istiyorsanız;
1- Komşularınızın iç işlerine karışmayın.
2- Rusya'yı tahrik etmeyin, iyi geçinin.
3- Arap ülkeleriyle tarihi, sosyal, kültürel ilişkilerinizi geliştirin; fakat aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın.
4- Sorulmadan akıl vermeyin.
5- Batı kültürünü benimseyin, fakat onların emperyalist emellerine alet olmayın.
Büyükelçi Özdem Sanberk, CNN Türk’te yayınlanan Eğrisi-Doğrusu programında Taha Akyol’a anlatıyordu bu ilkeleri.
Ve söylediklerini, Dışişleri’nin önce efsane müsteşarı olmuş, sonra diplomasi sahnesine Bakan olarak çıkmış Numan Menemencioğlu’nun (1893-1958) anılarına dayandırıyordu.
Peki, Numan Menemencioğlu kimin dış politika müsteşarıydı?
Kimin prensiplerinden söz ediyordu anılarında?
Tahmin etmek güç değil:
Atatürk’ün elbette…
***
İki gün önce, 27 Şubat gecesi…
Hem de Regaib kandilinde…
Ve Regaib sözcüğü Arapçada ‘bir şeyi istemek, arzulamak’ anlamına gelen ‘reğa-be’ kökünden türetilmiş iken ve ellerimiz, kendimiz için bir şey istemekten evvel onların güvenliğini dilemek için semaya açıkken…
Suriye topraklarında uğradıkları saldırıda hayatlarını kaybeden gencecik fidanlarımıza, şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize baş sağlığı diliyorum.
Zamana ve kendimize karşı yarışmak…
Ne derin bir yanılgı, değil mi?
Çağın tipik insanı böyleyken dünya da politik ve sosyal anlamda kimi-nasıl-ne kadar mutlu ettiğine dair herhangi bir fikir geliştiremediğimiz olağanüstü yüksek tempolu yarışta kelimenin tam anlamıyla ‘spin atmış’ durumda.
Bütün dünya halklarını mutlu edebilecek düzgün ve istikrarlı bir gelişim rotası oluşturulamıyor.
Zenginlerle yoksullar, güçlülerle zayıflar arasındaki uçurum bir türlü kapatılamıyor…
Var olan istikrarlı rotalar sadece güçlü ve egemen devletlerin emellerine hizmet ediyor gibi görünse de esasen onlar bile sürdürülebilir huzuru elde edebilmiş değiller.
Politik hataların bedelini fidan gibi gencecik çocuklar ödüyor.
‘Vatan sağolsun!’ diyoruz…
Diyoruz ama işte…
***
Peki böyle gider mi?
Ya da daha ne kadar gider?..
Kabileler, toplumlar, halklar, uluslar, uluslararası organizasyonlar, örgütler kendi içlerinde doğru kimyayı bulmak zorundalar.
Barış, içten dışa yayılan bir şey çünkü…
Gökten zembille inmiyor, inmemiş hiç…
Ama bırakın ulusları ve uluslararası ilişkileri, aynı apartmanı paylaşan komşular arasında bile hoşgörüyü, uzlaşmayı, taviz yönetimini ve dolayısıyla da barışı sağlayamıyoruz. Abartıyor muyum?
Haber bültenlerine bir bakın…
Ve fakat…
Zorlanıyoruz diye çabamızdan vazgeçecek değiliz!
Vazgeçersek o zaman dünya hepten cehenneme döner.
Ve biz çocuklarımıza ihanet etmiş oluruz!
O halde kesin olan şu:
Daireden apartmana, apartmandan mahalleye, mahalleden kente, kentten ülkeye ve ülkeden de tüm dünyaya yayılacak gerçek, güçlü, samimi, uygulanabilir ve sürdürülebilir bir barış ve esenlik doktrinine ihtiyacımız var.
Bu son cümledeki ‘samimi’ sözcüğünün altını bir kere daha çiziyorum.
Sonra bir kere daha çiziyorum.
Ve bir kere daha…
***
‘Samimi’ bir barış politikası tarif etmek gerektiğinde uluslararası ilişkiler literatürünü taramış çoğu kimsenin aklında şu ‘beş ilke’ canlanır. Hoş, literatürden haberdar olmasak da mutlaka bir yerden duymuşuzdur:
Asya-Avrupa-Afrika jeopolitik kesişim hattında ve yani Ortadoğu coğrafyasında yaşıyorsanız; üstelik bu coğrafyada, dış politikada güçlü, komşularınız karşısında etkili olmak istiyorsanız;
1- Komşularınızın iç işlerine karışmayın.
2- Rusya'yı tahrik etmeyin, iyi geçinin.
3- Arap ülkeleriyle tarihi, sosyal, kültürel ilişkilerinizi geliştirin; fakat aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın.
4- Sorulmadan akıl vermeyin.
5- Batı kültürünü benimseyin, fakat onların emperyalist emellerine alet olmayın.
Büyükelçi Özdem Sanberk, CNN Türk’te yayınlanan Eğrisi-Doğrusu programında Taha Akyol’a anlatıyordu bu ilkeleri.
Ve söylediklerini, Dışişleri’nin önce efsane müsteşarı olmuş, sonra diplomasi sahnesine Bakan olarak çıkmış Numan Menemencioğlu’nun (1893-1958) anılarına dayandırıyordu.
Peki, Numan Menemencioğlu kimin dış politika müsteşarıydı?
Kimin prensiplerinden söz ediyordu anılarında?
Tahmin etmek güç değil:
Atatürk’ün elbette…
***
İki gün önce, 27 Şubat gecesi…
Hem de Regaib kandilinde…
Ve Regaib sözcüğü Arapçada ‘bir şeyi istemek, arzulamak’ anlamına gelen ‘reğa-be’ kökünden türetilmiş iken ve ellerimiz, kendimiz için bir şey istemekten evvel onların güvenliğini dilemek için semaya açıkken…
Suriye topraklarında uğradıkları saldırıda hayatlarını kaybeden gencecik fidanlarımıza, şehitlerimize Allah’tan rahmet, yakınlarına ve milletimize baş sağlığı diliyorum.