
Eğitimci-yazar Şeref Oğuz, takvimler 7 Aralık 2021’i gösterirken serefoguzkamuspotu.com’da yazmıştı: Okullarda Velikrasi…
Siyasal doktrinlere gönderme yaptığı o yazının girişinde ‘aslında velikrasi diye bir şeyin olmadığını ama bugünün velilerine bakarak böyle bir terim geliştirdiğini’ söylemişti. Metnin sonrası velikrasi eğilimli velilere yönelik tatlı-sert eleştiriler içeriyordu.
Sayın Oğuz diyordu ki: “Anlatmak istediğim (sorun), velilerin kurduğu WhatsApp grupları üzerinden okulları yönetmeye kalkmaları… Öğrenme-öğrenci odağı yerine velileri memnun etmeye kaymış mevcut sistem, özellikle de özel okullarda büyük sorun oluşturmaya başladı”. Hiç kuşkusuz böyle derken bütün özel okul velilerini değil, yaygınlaşan bir eğilimi ve velilerin de bir kısmını kast ediyordu.
Ne dersiniz peki, haklı mı?
Ama durun, önce şu küçük testi geçmeniz lazım: Özel okullarla, bu eleştirinin doğruluğunu veya yanlışlığını değerlendirecek kadar somut ve yeterli bir ilişkiniz var mı, hiç oldu mu öyle bir ilişki, bir tanışıklık?..
Benim naçizane öyle bir ilişkim oldu. Memnunum ki hâlâ sürüyor…
1997’de, tam 24 yıl önce yani Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki görevimden istifa ettim ve özel okullarda çalışmaya başladım. Bunca yıl özel okullarla; özel okul öğretmenleriyle ve öğrencileriyle, yöneticileriyle ve velileriyle ilgili, artı uçtan-eksi uca herhalde sayısız deneyimim olmuştur.
Dolayısıyla evet, velikrasiyi değerlendirmeye hakkım var:

Öncelikle Şeref Oğuz haklı!
En azından ‘bütün çocukların matematik dâhisi olamayacağını, hepsinin Fazıl say gibi piyano çalamayacağını, her 8’nci sınıf öğrencisinin LGS’den 500 tam puan alma potansiyeline sahip olamayacağını, üniversite sınavında Boğaziçi puanı tutturamamış gençlerin hepsinin ileride başarısız insanlar olmayacağını; ilelnihaye çocukların yarış atı gibi koşturulamayacağını, öyle bir yaklaşımın harbî acımasızlık hatta bir çeşit aptallık olduğunu’ ima ederken çok çok haklı…
Ama bilmeliyiz ki bu sorun zamandan ve mekândan azade. Bir çağımıza, bir bölgemize özgü değil.
Başkaları da mütemadiyen yazmış, çizmiş bu sorun üzerine ama görüyorsunuz ya yıllar geçiyor, hükûmetler ve bakanlar değişiyor, toplumun özel okul algısı ne yazık ki olumlu yönde değişmiyor! Aksine yanlış tutumlar daha da yaygınlaşıyor ve hatalar derinleşiyor. O hatalar da kurumsallaşamamış okulları yanlış stratejilere itiyor. Kısır döngü bu…
Çok yazık!
Bakınız; yarım yüzyıl önce, 1967 yılının 3 Şubat günü TED Ankara Koleji Müdürü Burhan Göksel, ‘Ankara Koleji Sayın Veli Adayları’ diye başlayan iki sayfalık tarihi mektubunda Türkiye’nin ilk özel okulunun aday velilerine neler söylemiş, o kapıdan hangi bilinci edindikten sonra girmelerini öğütlemiş. İçerikle birlikte üslubun inceliğine ve 1963-1967 arasında Kolej müdürlüğü yapmış bir eğitimcinin yüksek nezaketine, kullandığı saygın diplomatik dile bilhassa dikkat etmenizi dileyerek o mektuptan alıntılar paylaşıyorum:
(…)
(…)
(…)
(…)
(…)
Saygılarımla, T.E.D. Ankara Koleji ve Tesisi Genel Müdürü
Burhan Göksel (3 Şubat 1967, Ankara)
Bir dipnot: Burhan Göksel’in bu görüşleri, 1964 yılında ‘TED Ankara Koleji Velileri İçin Rehber (1964-1965) - Neyiz, Ne Yaptık, Ne Yapacağız?’ başlığı altında TED Ankara Koleji yayını olarak kitaplaştırılır. Bu kitabı internet üzerinden (nadirkitap.com) edinmek mümkün.
★★
Bugün gelişi güzel seçilmiş herhangi 10 şehirlerden herhangi 100 özel okul velisine aynı bilgilendirmeyi yapsak acaba yüzde kaçından özel okulların bu kaliteli beklentilerine ilişkin olumlu (onaylayan), yüzde kaçından olumsuz (reddeden) yankı alırız?
Ama bu yanlış soru !..
Sorunun doğrusu şu: Kaç özel okul, bugün nasıl tepki alacağını umursamadan ve her şeyi göze alarak TED’in 1967’de yaptığıyla aynı bilgilendirmeyi yapabilir?..
Düşünelim; kaç okul veya okulların yüzde kaçı?
★★
Esas konumuza dönelim:
TED, yıllar içinde nasıl büyüdü, 90 yılı aşan tarihiyle değerli bir simgeye, gerçek bir meşaleye nasıl dönüştü?
Aileleri, velileri, mezunları içine ala ala, kırkı aşkın okulla Türkiye’nin yedi bölgesine yayılan TED kültürü, Ankara’da atan kalbine bugün dünyanın en büyük üniversite öncesi öğrenim (K12) kampüsünü nasıl sığdırdı? Genel Başkan Sayın Sinan Selçuk Pehlivanoğlu’nun tutarlı büyüme politikası nasıl tuttu?
TED, açıldığı şehirlerde niye hep öncü?..
Hiç kuşkusuz bu soruların yanıtlarını, rahmetli Burhan Göksel gibi değerli, kaliteli, aydın eğitimcilerin TED’in harcına koydukları bilişsel katkılarda da aramak gerekir.
Ve az evvel alıntılar yaptığım o tarihi mektupta işlenen mesajın TED velileri tarafından samimiyetle içselleştirilebilmiş olmasının da elbette bu gelişimde payı büyük. Nitekim MEB Talim ve Terbiye Kuruluna ve TED’e çok uzun yıllar hizmet etmiş efsane Genel Müdür Sayın Sevinç Atabay’ın geçtiğimiz günlerde ‘Hayalinizdeki çocukla değil, kendi çocuğunuzla tanışın!’ çağrısından da yine bu doğrultuda mesajlar, çıkarsamalar damıtmak mümkün.
TED, hem Türkiye’nin ilk özel okulu hem de bir sivil toplum kuruluşu olarak ‘eğitim felsefesiyle ilgili’ bu değerli katkılar sayesinde büyüdü, kökleşti ve bugünkü düzeyine erişti dersek doğru bir saptama olur. Kurumsal karakteri önemseyen, gelişim için her türlü yüzleşmeyi göze alabilen başka özel okullar da var, onları tenzih ediyorum ve bugün TED’i burada bir ‘iyi örnek’ olarak paylaşıyorum.
Hakikaten ilham verici bir gerçek hikâyesi var…
★★
Diğer yandan; ‘Eğitim dünyası, sorunlar yumağı’ diyoruz ya hani…
Ne yazık ki o da yüzde yüz gerçek!
Çekirdeğe inemeyen kozmetik çözümler, bu gerçeği değiştirmiyor.
Ele aldığımız bu alt başlık (özel okul algısındaki yanlışlıklar) da tüm o sorunlar içinde ayrı bir öbek. Hem yarım yüzyıl önce Burhan Göksel’in hem bugün Şeref Oğuz’un ve hem de Sayın Sevinç Atabay gibi sorunu doğru çözümleyen diğer eğitimcilerin önerdiği gibi; ‘özel okulun neden özel okul olduğunu egolarımızla değil de aklıselimle idrak edebilirsek’, dolayısıyla algımızı gerçekçi yaklaşımlarla güncellersek; bugün ülkemizde K12 düzeyinde 13 bini aşkın özel okulda öğrenim gören 1 milyon 300 binin üzerindeki çocuğumuza en büyük iyiliği yapmış oluruz.
Başka cephelerde bunun devamı mutlaka gelir.
Siyasal doktrinlere gönderme yaptığı o yazının girişinde ‘aslında velikrasi diye bir şeyin olmadığını ama bugünün velilerine bakarak böyle bir terim geliştirdiğini’ söylemişti. Metnin sonrası velikrasi eğilimli velilere yönelik tatlı-sert eleştiriler içeriyordu.
Sayın Oğuz diyordu ki: “Anlatmak istediğim (sorun), velilerin kurduğu WhatsApp grupları üzerinden okulları yönetmeye kalkmaları… Öğrenme-öğrenci odağı yerine velileri memnun etmeye kaymış mevcut sistem, özellikle de özel okullarda büyük sorun oluşturmaya başladı”. Hiç kuşkusuz böyle derken bütün özel okul velilerini değil, yaygınlaşan bir eğilimi ve velilerin de bir kısmını kast ediyordu.
Ne dersiniz peki, haklı mı?
Ama durun, önce şu küçük testi geçmeniz lazım: Özel okullarla, bu eleştirinin doğruluğunu veya yanlışlığını değerlendirecek kadar somut ve yeterli bir ilişkiniz var mı, hiç oldu mu öyle bir ilişki, bir tanışıklık?..
Benim naçizane öyle bir ilişkim oldu. Memnunum ki hâlâ sürüyor…
1997’de, tam 24 yıl önce yani Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki görevimden istifa ettim ve özel okullarda çalışmaya başladım. Bunca yıl özel okullarla; özel okul öğretmenleriyle ve öğrencileriyle, yöneticileriyle ve velileriyle ilgili, artı uçtan-eksi uca herhalde sayısız deneyimim olmuştur.
Dolayısıyla evet, velikrasiyi değerlendirmeye hakkım var:

Öncelikle Şeref Oğuz haklı!
En azından ‘bütün çocukların matematik dâhisi olamayacağını, hepsinin Fazıl say gibi piyano çalamayacağını, her 8’nci sınıf öğrencisinin LGS’den 500 tam puan alma potansiyeline sahip olamayacağını, üniversite sınavında Boğaziçi puanı tutturamamış gençlerin hepsinin ileride başarısız insanlar olmayacağını; ilelnihaye çocukların yarış atı gibi koşturulamayacağını, öyle bir yaklaşımın harbî acımasızlık hatta bir çeşit aptallık olduğunu’ ima ederken çok çok haklı…
Ama bilmeliyiz ki bu sorun zamandan ve mekândan azade. Bir çağımıza, bir bölgemize özgü değil.
Başkaları da mütemadiyen yazmış, çizmiş bu sorun üzerine ama görüyorsunuz ya yıllar geçiyor, hükûmetler ve bakanlar değişiyor, toplumun özel okul algısı ne yazık ki olumlu yönde değişmiyor! Aksine yanlış tutumlar daha da yaygınlaşıyor ve hatalar derinleşiyor. O hatalar da kurumsallaşamamış okulları yanlış stratejilere itiyor. Kısır döngü bu…
Çok yazık!
Bakınız; yarım yüzyıl önce, 1967 yılının 3 Şubat günü TED Ankara Koleji Müdürü Burhan Göksel, ‘Ankara Koleji Sayın Veli Adayları’ diye başlayan iki sayfalık tarihi mektubunda Türkiye’nin ilk özel okulunun aday velilerine neler söylemiş, o kapıdan hangi bilinci edindikten sonra girmelerini öğütlemiş. İçerikle birlikte üslubun inceliğine ve 1963-1967 arasında Kolej müdürlüğü yapmış bir eğitimcinin yüksek nezaketine, kullandığı saygın diplomatik dile bilhassa dikkat etmenizi dileyerek o mektuptan alıntılar paylaşıyorum:
- Kolejimizden bu broşürü istediğiniz ve yavrunuzu okulumuzda yetiştirmek arzusunda olduğunuz için size müteşekkiriz.
(…)
- Çocuğunuzu vereceğiniz Ankara koleji bir özel okuldur. Bu (özel) lik, onun bir hayır kurumuna (1928’de kuruluş adlandırmasıyla Türk Maarif Cemiyeti’ne; 1946 yılından sonraki adlandırmayla Türk Eğitim Derneği’ne) bağlı oluşundan ve ücretle öğretim yapmasından ibarettir...
(…)
- Bazı çevrelerin ve kişilerin ücretli ve özel bir okulda okuma konusundaki eski ve yanlış anlayışına katılmadığınızı umuyoruz. Çocuğunuz için vereceğiniz ücretin tek sağlayacağı hak, onun bir Kolej öğrencisi olarak Kolej kapısından içeri girebilme hakkından ibarettir. Eğer siz de bu anlayışta iseniz bize geliniz.
(…)
- Kolej özel okuldur, lakin varlıklı aile çocuklarının toplandığı bir imtiyazlılar okulu değildir. (…) Öğrencinin velisine şüphesiz ki çok değer verir fakat asıl görevi çocukla ilgilenmektir. Onun soyadı ile değil, kendisiyle ilgilenir.
(…)
- Bir çocuğun mükemmel bir okula verilmesi ile anne ve babanın yetiştirme görevinin bittiğini sananlar (maalesef) bulunmaktadır. Çocuğu yalnız okulun yetiştirdiğine inanmıyoruz. Okul, aile ve çevrenin, çocuğun yetişmesinde orantılı sorumlulukları vardır. Özellikle okul dışı zamanlarında velinin bu sorumluluğu daha da fazladır. Çocuğunuzun öğrenim süresince bu sorumluluğu taşıyacak, okulla daima el ele olacaksanız, bu görüşte de berabersek bize geliniz…
(…)
- Çok sevdiğiniz yavrunuzun yetkili ve güvenilir ellerde bu amaca (her bakımdan kaliteli eğitime-öğretime) ulaşacağına inanınız.

Burhan Göksel (3 Şubat 1967, Ankara)
Bir dipnot: Burhan Göksel’in bu görüşleri, 1964 yılında ‘TED Ankara Koleji Velileri İçin Rehber (1964-1965) - Neyiz, Ne Yaptık, Ne Yapacağız?’ başlığı altında TED Ankara Koleji yayını olarak kitaplaştırılır. Bu kitabı internet üzerinden (nadirkitap.com) edinmek mümkün.
★★
Bugün gelişi güzel seçilmiş herhangi 10 şehirlerden herhangi 100 özel okul velisine aynı bilgilendirmeyi yapsak acaba yüzde kaçından özel okulların bu kaliteli beklentilerine ilişkin olumlu (onaylayan), yüzde kaçından olumsuz (reddeden) yankı alırız?
Ama bu yanlış soru !..
Sorunun doğrusu şu: Kaç özel okul, bugün nasıl tepki alacağını umursamadan ve her şeyi göze alarak TED’in 1967’de yaptığıyla aynı bilgilendirmeyi yapabilir?..
Düşünelim; kaç okul veya okulların yüzde kaçı?
★★

TED, yıllar içinde nasıl büyüdü, 90 yılı aşan tarihiyle değerli bir simgeye, gerçek bir meşaleye nasıl dönüştü?
Aileleri, velileri, mezunları içine ala ala, kırkı aşkın okulla Türkiye’nin yedi bölgesine yayılan TED kültürü, Ankara’da atan kalbine bugün dünyanın en büyük üniversite öncesi öğrenim (K12) kampüsünü nasıl sığdırdı? Genel Başkan Sayın Sinan Selçuk Pehlivanoğlu’nun tutarlı büyüme politikası nasıl tuttu?
TED, açıldığı şehirlerde niye hep öncü?..
Hiç kuşkusuz bu soruların yanıtlarını, rahmetli Burhan Göksel gibi değerli, kaliteli, aydın eğitimcilerin TED’in harcına koydukları bilişsel katkılarda da aramak gerekir.
Ve az evvel alıntılar yaptığım o tarihi mektupta işlenen mesajın TED velileri tarafından samimiyetle içselleştirilebilmiş olmasının da elbette bu gelişimde payı büyük. Nitekim MEB Talim ve Terbiye Kuruluna ve TED’e çok uzun yıllar hizmet etmiş efsane Genel Müdür Sayın Sevinç Atabay’ın geçtiğimiz günlerde ‘Hayalinizdeki çocukla değil, kendi çocuğunuzla tanışın!’ çağrısından da yine bu doğrultuda mesajlar, çıkarsamalar damıtmak mümkün.
TED, hem Türkiye’nin ilk özel okulu hem de bir sivil toplum kuruluşu olarak ‘eğitim felsefesiyle ilgili’ bu değerli katkılar sayesinde büyüdü, kökleşti ve bugünkü düzeyine erişti dersek doğru bir saptama olur. Kurumsal karakteri önemseyen, gelişim için her türlü yüzleşmeyi göze alabilen başka özel okullar da var, onları tenzih ediyorum ve bugün TED’i burada bir ‘iyi örnek’ olarak paylaşıyorum.
Hakikaten ilham verici bir gerçek hikâyesi var…
★★

Ne yazık ki o da yüzde yüz gerçek!
Çekirdeğe inemeyen kozmetik çözümler, bu gerçeği değiştirmiyor.
Ele aldığımız bu alt başlık (özel okul algısındaki yanlışlıklar) da tüm o sorunlar içinde ayrı bir öbek. Hem yarım yüzyıl önce Burhan Göksel’in hem bugün Şeref Oğuz’un ve hem de Sayın Sevinç Atabay gibi sorunu doğru çözümleyen diğer eğitimcilerin önerdiği gibi; ‘özel okulun neden özel okul olduğunu egolarımızla değil de aklıselimle idrak edebilirsek’, dolayısıyla algımızı gerçekçi yaklaşımlarla güncellersek; bugün ülkemizde K12 düzeyinde 13 bini aşkın özel okulda öğrenim gören 1 milyon 300 binin üzerindeki çocuğumuza en büyük iyiliği yapmış oluruz.
Başka cephelerde bunun devamı mutlaka gelir.