
Ülkemizde, geçmişte ve günümüzde İslam’a ve halka hizmet etmek amacıyla oluşmuş pek çok cemaat vardır. Bunlar İslam’ın ve İslam toplumunun dinamik gücüdürler, toplumun iç dengesini genelde bunlar sağlarlar. Bu cemaatler, ayırım yapmadan bütün Müslümanları kucaklarlar ve herkese karşılıksız yardım yaparlar. Bu yardımlar, hem İslam’ın öğrenilmesi yaşanması ve yeni nesillere aktarılması gibi kültürel boyutu, hem de hayatın bütününü içine alacak anlamında sosyo-ekonomik boyutu temsil eder. Bu cemaatlerde gönül zenginliği ileri düzeydedir. Ülke içindeki ve dışındaki bütün Müslümanlarla ve İslami cemaatlerle de gönül bağları vardır, birbirlerini severler ve sayarlar. Bediüzzaman Said Nursi, Süleyman Hilmi Tunahan, Muhammed Zahid Kotku, Mahmut Sami Efendi ve Muhammed Raşid Efendi Hazretleri’nin cemaatleri, son yarım yüzyıldaki cemaatlerin öncülerindendir.
Gülen cemaati de bunlardan birisi olmaya aday idi. Ancak son yıllarda özellikle son aylardaki tavrıyla, artık onun ayrı bir kategoride ele alınması gerektiği anlayışı kamuoyunda dillendirilmeye başlandı. İşte bu yazımızda bunları ele alacağız. Önceden yaptığı pek çok yanlış ve hatanın yanında, özellikle 17 Aralık süreciyle, ‘kendinden olan’ ‘kendi hükümetine’ yaptığı haksız saldırıyla bu cemaat, normal cemaat olmaktan çıktı. O artık ayrı isimlerle anılıyor. Kamuoyunun bu düşünceye ulaşmasının değişik sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında 17 Aralık darbesi gelir. Bütün bu sebepleri analiz edersek şunları görürüz:
1- Ak Parti Hükümetleri, 12 yıldır hiçbir ayırım yapmadan hem Ülke’yi kalkındırmış, hem de hiçbir ayırım yapmadan herkese hizmet etmiş bir hükümettir. Ak Parti anlayışında, hizmette ayırım asla yoktur. Gülen cemaatine mensup insanlar ise, en çok hizmet alanların başında gelirler. Çünkü Ak Parti bunları sadece hizmet alanlar değil, hizmeti verenler listesinin de ön taraflarına yerleştirmişti. Kendine daha yakın bulduğu için bir yandan bu cemaatin iş dünyasında gelişmesi, bir yandan siyaset ve bürokraside ilerlemesi, bir yandan eğitim dünyasında büyümesi, bir yandan da rahat bir şekilde faaliyetlerini yürütebilmesi için gerekli ortamı hazırladı. Üniversite, okul ve yurt yapımında, her türlü devlet desteğini yasal çerçevede bunlara sundu. Fakat Ak Parti bunun karşılığında, bu cemaatten ne gördü? Sadece ulusal ve uluslararası bir komplonun tetikçileri olarak bunlardan hançer yedi, darbe yedi ve sıkıntı gördü. Yıllardır çok değişik güçlerle yiğitçe mücadele eden Ak Parti ve Sn. Başbakan, hiç böyle avlanmamıştı. Güvenmelerinin ve inanmalarının karşılığı, maalesef bu şekilde ortaya çıktı.
Bunlar 17 Aralıktan bu yana bir yolsuzluk teranesidir tutturmuş gidiyorlar. Önce şunu bilmek gerekir ki, Ak Parti kardeş bildiği için bunlara her türlü desteği verirken, bunlar birilerinin kışkırtmasıyla, üç yıldır gizlice Ak Parti’nin kuyusunu kazımışlar, bu partiyi ve hükümetini, ahlaksızca gece gündüz dikizlemişlerdir. Önce bunu, inancımız ve ahlakımız açısından düşünmek gerekir. Demokrasi tarihimizde en uzun dönem hükümet olan Ak Parti’nin ne bir ihale yolsuzluğu, ne bir banka hortumlaması, ne devletten bir kuruş kaçırması gibi bir eylemini bulamamışlardır. Çünkü Hamdolsun böyle bir şey yoktur, olmamıştır ve olmayacaktır da. Ancak yetkili yetkisiz üç beş insanın bir birine bir şeyler verip aldığını iddia etmektedirler. Bunların doğruluğu-yanlışlığı yargıda belli olacaktır. Bunlarla ilgili küçük bir yargı operasyonuyla bu iş halledilebilecekken, ortalığı velveleye verdiler, Ülkeyi kaos ortamına sürüklediler ve günahsız insanları arkadan hançerleyerek bugünkü ortamı oluşturdular. Kardeşlik hukukunu bozanlar, bunu yapanlardır. 20 milyonluk bir kitlenin adı olan Ak Parti, asla yolsuzluğa prim vermemiştir ve vermez de. Nitekim o işe adı karışanlar görevden alınmış ve haklarında yasal işlemler de yürümektedir. Ancak bir hiç uğruna hem Ülkede kardeşlik hukuku, onarılmaz bir biçimde bozuldu, hem de Ülkemiz yüz milyarlarca dolar kaybetti. Bunu hiç unutmamak gerekir.
2- Gülen cemaatine gelince, Fethullah Gülen Hoca, vaizliğe başladığı 1960’lı yılların başından itibaren, İslam’ın evrenselliğine paralel olarak Ülke ve dünya Müslümanlarını kucaklamak yerine; bugünkü gibi kendisine aşırı derecede bağlı bir cemaat oluşturmak için bütün gücüyle çalışmıştır. Böyle bir cemaat oluşturmak için vaizlik mesleğini, Risale-Nur Camiasının bütün birikimlerini ve kazanımlarını, hitabet gücünü ve çevresindeki iyi niyetli bütün insanların maddi-manevi güçlerini hep bu yola sevk etmiştir. Daha ilk günlerden itibaren onun etrafında oluşan küçük bir yapının dışında kalan milyonlar, onun ilgi ve alakasını hiç çekmemiştir. Diğer bir deyişle, kendisi resmen bir vaiz olmasına ve Müslümanların bütününü kucaklaması gerekmesine rağmen O, hep, kendisine tam bağlı, onun emrinde, toplumdan izole edilmiş bir topluluk oluşturmayı hedeflemiştir. Oluşum sürecinde ve sonrasında, kendi topluluğunun üyelerini aşırı derecede övmüş, şımartmış; kendisi bir İslam toplumunda yetişmiş, yaşamış olmasına rağmen ‘kendisinin bir kurtarıcı (mesih)’ ‘İslami anlamda kurtuluşa erenlerin de sadece kendi bağlıları olduğunu’, ağlaya sızlaya sürekli dile getirmiştir. Oluşum sürecinde sürekli yaşanan bu fetiş psikolojisi, cemaatin zavallı bir kısım bağlılarını inandırmış ve onlar da bu dünyada İslami hizmet yapanların ve dolayısıyla kurtuluşa erenlerin sadece kendileri olduğu vehmine kapılmışlardır.
Bugün Gülen Cemaati, halkımızı İslami şuurdan yoksun, yoldan çıkmış ve iflah olmaz insanlar olarak görmektedirler. Ülkemizdeki tüm İslami oluşum, cemaat ve hareketlerin, en hafif tabiriyle yanlış yolda olduklarını ve var olmamalarının daha iyi olduğunu düşünürler. Onlara göre Gülen hareketi varken, başka hiçbir İslami oluşum, cemaat ve harekete asla ve asla ihtiyaç yoktur, gerek yoktur, var olanlar da bir yolla ortadan kaldırılmalıdır.
Gülen cemaati başından beri, içeride ‘laikçilerle’; dışarıda da ‘diyalog’ bağlamında Hristiyan, Yahudi ve gücü elinde bulunduran emperyalist egemen güçlerle hep hoş geçinmiş, onlara karşı aşırı sevgi ve iltifat dolu kelimelerle iletişim kurmuş ve onlara hep boyun bükmüştür. Ancak hiçbir Müslüman camiayla bu anlamda bir ilişki içerisine girmemiştir. Aksine Müslümanları hep küçük görmüş, hep onları yok saymıştır. Bu yönüyle Gülen Cemaati, Erzurum’da sevdiğim bir insanın deyişiyle, cemaat ırkçılığı boyutuna varmış tam bir ‘Cemaat Milliyetçisi’ olmuştur. Bugün de bakınız, şu kavgada, Risale-i Nur talebeleri başta olmak üzere hiçbir İslami oluşum ve cemaat onlara en ufak bir destek vermemektedirler. Aksine hepsi Ak Parti’yi ve Sn. Başbakan’ı haklı bulmakta ve desteklemektedirler.
Bu konuya yarın devam edeceğiz.
Gülen cemaati de bunlardan birisi olmaya aday idi. Ancak son yıllarda özellikle son aylardaki tavrıyla, artık onun ayrı bir kategoride ele alınması gerektiği anlayışı kamuoyunda dillendirilmeye başlandı. İşte bu yazımızda bunları ele alacağız. Önceden yaptığı pek çok yanlış ve hatanın yanında, özellikle 17 Aralık süreciyle, ‘kendinden olan’ ‘kendi hükümetine’ yaptığı haksız saldırıyla bu cemaat, normal cemaat olmaktan çıktı. O artık ayrı isimlerle anılıyor. Kamuoyunun bu düşünceye ulaşmasının değişik sebepleri vardır. Bu sebeplerin başında 17 Aralık darbesi gelir. Bütün bu sebepleri analiz edersek şunları görürüz:
1- Ak Parti Hükümetleri, 12 yıldır hiçbir ayırım yapmadan hem Ülke’yi kalkındırmış, hem de hiçbir ayırım yapmadan herkese hizmet etmiş bir hükümettir. Ak Parti anlayışında, hizmette ayırım asla yoktur. Gülen cemaatine mensup insanlar ise, en çok hizmet alanların başında gelirler. Çünkü Ak Parti bunları sadece hizmet alanlar değil, hizmeti verenler listesinin de ön taraflarına yerleştirmişti. Kendine daha yakın bulduğu için bir yandan bu cemaatin iş dünyasında gelişmesi, bir yandan siyaset ve bürokraside ilerlemesi, bir yandan eğitim dünyasında büyümesi, bir yandan da rahat bir şekilde faaliyetlerini yürütebilmesi için gerekli ortamı hazırladı. Üniversite, okul ve yurt yapımında, her türlü devlet desteğini yasal çerçevede bunlara sundu. Fakat Ak Parti bunun karşılığında, bu cemaatten ne gördü? Sadece ulusal ve uluslararası bir komplonun tetikçileri olarak bunlardan hançer yedi, darbe yedi ve sıkıntı gördü. Yıllardır çok değişik güçlerle yiğitçe mücadele eden Ak Parti ve Sn. Başbakan, hiç böyle avlanmamıştı. Güvenmelerinin ve inanmalarının karşılığı, maalesef bu şekilde ortaya çıktı.
Bunlar 17 Aralıktan bu yana bir yolsuzluk teranesidir tutturmuş gidiyorlar. Önce şunu bilmek gerekir ki, Ak Parti kardeş bildiği için bunlara her türlü desteği verirken, bunlar birilerinin kışkırtmasıyla, üç yıldır gizlice Ak Parti’nin kuyusunu kazımışlar, bu partiyi ve hükümetini, ahlaksızca gece gündüz dikizlemişlerdir. Önce bunu, inancımız ve ahlakımız açısından düşünmek gerekir. Demokrasi tarihimizde en uzun dönem hükümet olan Ak Parti’nin ne bir ihale yolsuzluğu, ne bir banka hortumlaması, ne devletten bir kuruş kaçırması gibi bir eylemini bulamamışlardır. Çünkü Hamdolsun böyle bir şey yoktur, olmamıştır ve olmayacaktır da. Ancak yetkili yetkisiz üç beş insanın bir birine bir şeyler verip aldığını iddia etmektedirler. Bunların doğruluğu-yanlışlığı yargıda belli olacaktır. Bunlarla ilgili küçük bir yargı operasyonuyla bu iş halledilebilecekken, ortalığı velveleye verdiler, Ülkeyi kaos ortamına sürüklediler ve günahsız insanları arkadan hançerleyerek bugünkü ortamı oluşturdular. Kardeşlik hukukunu bozanlar, bunu yapanlardır. 20 milyonluk bir kitlenin adı olan Ak Parti, asla yolsuzluğa prim vermemiştir ve vermez de. Nitekim o işe adı karışanlar görevden alınmış ve haklarında yasal işlemler de yürümektedir. Ancak bir hiç uğruna hem Ülkede kardeşlik hukuku, onarılmaz bir biçimde bozuldu, hem de Ülkemiz yüz milyarlarca dolar kaybetti. Bunu hiç unutmamak gerekir.
2- Gülen cemaatine gelince, Fethullah Gülen Hoca, vaizliğe başladığı 1960’lı yılların başından itibaren, İslam’ın evrenselliğine paralel olarak Ülke ve dünya Müslümanlarını kucaklamak yerine; bugünkü gibi kendisine aşırı derecede bağlı bir cemaat oluşturmak için bütün gücüyle çalışmıştır. Böyle bir cemaat oluşturmak için vaizlik mesleğini, Risale-Nur Camiasının bütün birikimlerini ve kazanımlarını, hitabet gücünü ve çevresindeki iyi niyetli bütün insanların maddi-manevi güçlerini hep bu yola sevk etmiştir. Daha ilk günlerden itibaren onun etrafında oluşan küçük bir yapının dışında kalan milyonlar, onun ilgi ve alakasını hiç çekmemiştir. Diğer bir deyişle, kendisi resmen bir vaiz olmasına ve Müslümanların bütününü kucaklaması gerekmesine rağmen O, hep, kendisine tam bağlı, onun emrinde, toplumdan izole edilmiş bir topluluk oluşturmayı hedeflemiştir. Oluşum sürecinde ve sonrasında, kendi topluluğunun üyelerini aşırı derecede övmüş, şımartmış; kendisi bir İslam toplumunda yetişmiş, yaşamış olmasına rağmen ‘kendisinin bir kurtarıcı (mesih)’ ‘İslami anlamda kurtuluşa erenlerin de sadece kendi bağlıları olduğunu’, ağlaya sızlaya sürekli dile getirmiştir. Oluşum sürecinde sürekli yaşanan bu fetiş psikolojisi, cemaatin zavallı bir kısım bağlılarını inandırmış ve onlar da bu dünyada İslami hizmet yapanların ve dolayısıyla kurtuluşa erenlerin sadece kendileri olduğu vehmine kapılmışlardır.
Bugün Gülen Cemaati, halkımızı İslami şuurdan yoksun, yoldan çıkmış ve iflah olmaz insanlar olarak görmektedirler. Ülkemizdeki tüm İslami oluşum, cemaat ve hareketlerin, en hafif tabiriyle yanlış yolda olduklarını ve var olmamalarının daha iyi olduğunu düşünürler. Onlara göre Gülen hareketi varken, başka hiçbir İslami oluşum, cemaat ve harekete asla ve asla ihtiyaç yoktur, gerek yoktur, var olanlar da bir yolla ortadan kaldırılmalıdır.
Gülen cemaati başından beri, içeride ‘laikçilerle’; dışarıda da ‘diyalog’ bağlamında Hristiyan, Yahudi ve gücü elinde bulunduran emperyalist egemen güçlerle hep hoş geçinmiş, onlara karşı aşırı sevgi ve iltifat dolu kelimelerle iletişim kurmuş ve onlara hep boyun bükmüştür. Ancak hiçbir Müslüman camiayla bu anlamda bir ilişki içerisine girmemiştir. Aksine Müslümanları hep küçük görmüş, hep onları yok saymıştır. Bu yönüyle Gülen Cemaati, Erzurum’da sevdiğim bir insanın deyişiyle, cemaat ırkçılığı boyutuna varmış tam bir ‘Cemaat Milliyetçisi’ olmuştur. Bugün de bakınız, şu kavgada, Risale-i Nur talebeleri başta olmak üzere hiçbir İslami oluşum ve cemaat onlara en ufak bir destek vermemektedirler. Aksine hepsi Ak Parti’yi ve Sn. Başbakan’ı haklı bulmakta ve desteklemektedirler.
Bu konuya yarın devam edeceğiz.