
Bu gün sizlere değerli arkadaşım Fevzi Demir tarafından kaleme alınan gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanmış yazı dizisinin ilk bölümünü sizlerle paylaşmaya başlıyorum. Değerli hocama yazısını yayınlama iznini verdiği için teşekkür ederim.
Yüksek yamaçların hakim olduğu, endemik türü bitkilerin bulunduğu, çoğu zaman soğuk, bu soğuklukla birlikte köyün etrafından geçen derelerde kırmızı pulluların özgürce yüzdüğü, çocuk seslerinin bülbüller gibi ortamı neşelendirdiği, yazının cennet bahçelerinden bir bahçe, kışının ise Sibirya soğuklarının hakim olduğu, bir değil binlerce gözenin nazar boncukları gibi sıralandığı, büyük medeniyetlerin iz bıraktığı, acının harmanlandığı yerde yaşıyordu Nezo. Evlerinin bitişiğindeki derede iki yaşındaki kardeşi Hayat’ın altını değiştirip, bezlerini yıkarken acı bir gülümseme ile annesini hatırladı. Hatırladığı şeyler boğuk bir aynanın görüntüsü gibiydi, ancak o anları hatırladığında küçücük yüreği korkuya kapılmış bir ceylanın heyecanı gibi göğsüne sığmıyor, mutluluk ile hüzün arası duygular içerisinde göz yaşlarına boğuluyordu. Annesini kaybettiğinde daha sekiz yaşında bir çocuk olmasına rağmen , kendisi gibi çocuk olan beş kişinin sorumluluğu da ağır bir yük olarak omuzlarına binmişti. Babası annesinin ölümü ile birlikte biraz daha başına buyruk hareket edip, farklı arayışlar içine girdiğinden evin bütün yükü Nezo’ya kalmıştı. Oda bir çocuk gibi değil de olgun bir annenin bilinci ile kardeşlerine bakıyordu. Nezo’nun baktığı kişiler yalnız kardeşleri değildi. Nezo’nun dedesi babaannesinin üzerine kuma getirince , babaanneleri bu yapılanı kabul etmeyip, oğlunun evine sığınmıştı. Nezo yalnız kardeşlerine değil aynı zamanda Neno’ya da bakıyor, onun her türlü ihtiyacını gideriyor, bir dediğini iki etmiyordu.
Nezo’nun hayatı ayrılık acıları ile yoğrulmuştu. Hayatındaki ilk ayrılık annesinin, yüzündeki beneklerden dolayı Pullu dedikleri kız kardeşini dünyaya getirdikten sonraki ölümü idi. Annesinin acısını tam olarak yaşamadan , komşularının yardımları ile baktığı Pullu’ nun dayıları tarafından evlatlık alınarak götürülmesi, yavrusundan koparılan bir annenin hüznünü yaşayıp , bir süre hiç kimse ile konuşmayıp, sürekli evlerinin yukarısında bulunan annesinin mezarına gidip, saatlerce annesi ile konuşup, içindekileri annesine anlatmakla meşguldü. Nezo yine yağmurlu bir günde annesinin mezarından eve dönerken iki yaşındaki kardeşi Hayat kapının önünde çamurun içinde oynuyordu, kardeşi onu gördüğünde Ala Ala seslerini duyunca irkilip kendine geldi ve koşar adımlarla Hayat’a doğru gitti, onu kucaklayıp annem annem kurban olurum deyişi yüreği kaskatı kesilmiş baba da duyunca oda duygulanıp başını başka bir tarafa çevirdi. Hayat annesi hayatta iken onu her gördüğünde herkese inat gamzelerini gösterip annesine Ala Ala diye seslenirdi. Babanın arayışları sonuç vermiş, komşu köyde kısa boylu, tombul yanaklı Adile evin yeni hanımı olmuştu. Nezo evin tüm işlerinde analığı Adile ile birlikte çalışıp, onun bir dediğini iki etmeden her istediğini minik elleri ile yapmaya çalışıyordu. Adile evliliğinin ikinci yılında kendi gibi minik, tombul bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Tombul Kudret artık hüzünlü evin yeni neşe kaynağı idi.
Yüksek yamaçların hakim olduğu, endemik türü bitkilerin bulunduğu, çoğu zaman soğuk, bu soğuklukla birlikte köyün etrafından geçen derelerde kırmızı pulluların özgürce yüzdüğü, çocuk seslerinin bülbüller gibi ortamı neşelendirdiği, yazının cennet bahçelerinden bir bahçe, kışının ise Sibirya soğuklarının hakim olduğu, bir değil binlerce gözenin nazar boncukları gibi sıralandığı, büyük medeniyetlerin iz bıraktığı, acının harmanlandığı yerde yaşıyordu Nezo. Evlerinin bitişiğindeki derede iki yaşındaki kardeşi Hayat’ın altını değiştirip, bezlerini yıkarken acı bir gülümseme ile annesini hatırladı. Hatırladığı şeyler boğuk bir aynanın görüntüsü gibiydi, ancak o anları hatırladığında küçücük yüreği korkuya kapılmış bir ceylanın heyecanı gibi göğsüne sığmıyor, mutluluk ile hüzün arası duygular içerisinde göz yaşlarına boğuluyordu. Annesini kaybettiğinde daha sekiz yaşında bir çocuk olmasına rağmen , kendisi gibi çocuk olan beş kişinin sorumluluğu da ağır bir yük olarak omuzlarına binmişti. Babası annesinin ölümü ile birlikte biraz daha başına buyruk hareket edip, farklı arayışlar içine girdiğinden evin bütün yükü Nezo’ya kalmıştı. Oda bir çocuk gibi değil de olgun bir annenin bilinci ile kardeşlerine bakıyordu. Nezo’nun baktığı kişiler yalnız kardeşleri değildi. Nezo’nun dedesi babaannesinin üzerine kuma getirince , babaanneleri bu yapılanı kabul etmeyip, oğlunun evine sığınmıştı. Nezo yalnız kardeşlerine değil aynı zamanda Neno’ya da bakıyor, onun her türlü ihtiyacını gideriyor, bir dediğini iki etmiyordu.
Nezo’nun hayatı ayrılık acıları ile yoğrulmuştu. Hayatındaki ilk ayrılık annesinin, yüzündeki beneklerden dolayı Pullu dedikleri kız kardeşini dünyaya getirdikten sonraki ölümü idi. Annesinin acısını tam olarak yaşamadan , komşularının yardımları ile baktığı Pullu’ nun dayıları tarafından evlatlık alınarak götürülmesi, yavrusundan koparılan bir annenin hüznünü yaşayıp , bir süre hiç kimse ile konuşmayıp, sürekli evlerinin yukarısında bulunan annesinin mezarına gidip, saatlerce annesi ile konuşup, içindekileri annesine anlatmakla meşguldü. Nezo yine yağmurlu bir günde annesinin mezarından eve dönerken iki yaşındaki kardeşi Hayat kapının önünde çamurun içinde oynuyordu, kardeşi onu gördüğünde Ala Ala seslerini duyunca irkilip kendine geldi ve koşar adımlarla Hayat’a doğru gitti, onu kucaklayıp annem annem kurban olurum deyişi yüreği kaskatı kesilmiş baba da duyunca oda duygulanıp başını başka bir tarafa çevirdi. Hayat annesi hayatta iken onu her gördüğünde herkese inat gamzelerini gösterip annesine Ala Ala diye seslenirdi. Babanın arayışları sonuç vermiş, komşu köyde kısa boylu, tombul yanaklı Adile evin yeni hanımı olmuştu. Nezo evin tüm işlerinde analığı Adile ile birlikte çalışıp, onun bir dediğini iki etmeden her istediğini minik elleri ile yapmaya çalışıyordu. Adile evliliğinin ikinci yılında kendi gibi minik, tombul bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Tombul Kudret artık hüzünlü evin yeni neşe kaynağı idi.