
Çocuk, evrende yaratılmış en büyük mucizelerden biri ve belki de en değerlisidir. Kişinin anne veya baba olmasına vesile olan en nadide varlıktır. Çocuk, kimin, hangi ırkın, dinin, mezhebin veya çevrenin bireyi olduğunu bilmeden, kendi ağlarken çevresinde gülücüklerin açılmasına ön ayak olan, yüce yaratanın en güzel armağanlarından biridir. O, sadece size güler, hayatınıza mana katar, tüm dertlerinizi unutturur, siz o olursunuz; ama farkında olmazsınız ve tüm dünyanız, hatta aldığınız nefes bile onun adıyla atmayı daha çok ister, emek verir, çaba sarf eder sonunda ondan size gelen küçük de olsa bir tebessümle her şeyi unutuverirsiniz.
Evlendiğiniz ilk günden itibaren onun hayali saran tüm benliğimizi, daha olmadan özler, hasretini çeker, sohbetini yapar, mutlu haberi almak için dört göz, birde kulaklarımızla gelecek müjdeli haberi bekleriz. Bazen uzun sürer bu bekleyiş, bazen de beklenen de daha önce olur. Nede olsa bu çocuk sürprizleri de sever der; yüce rabbimize şükrederiz işte o an. Bilmeden düşer anne rahmine bir çocuğun hayatı bilinmeyen bir tarihte. Kim bilir belki 9 ay 10 günden daha fazla, kim bilir belki ondan daha azdır burada geçirdiği süre. Nohuttan küçüktür; ama vardır ve canlıdır, hayat kaynağı, umut ve ümittir ana ve baba olacak canlara. Kalp atışı, cinsiyetin belirlenmesi, kıpırdanmalar ve daha nice güzellikler gelir peşi sıra. En çokta cennetin ayakları altına serildiği ana hisseder bu duyguları, bazen ağlar bazen güler manasızca hem de zamansızca. Günler günleri kovalarken tatlı bir telaş olur ve sarar sevgi tüm haneyi, aileyi, sülale ve aslında tüm evreni…
Ne büyük bir mucizedir anne rahminden dünya coğrafyasına olan yolculukta sizi hayata bağlayan ve bir an koparan o kordon bağı. Ana rahmindeki hayat sona ererken orda ölür aslında insan ve dünya yeniden bir doğuştur. İşte dünya yolculuğu da böyle bir son olacaktır ve burada biterken bir hayat, gittiğimiz yerde başlayacak yeni bir hayat. Bilmediğimiz ve sadece varlığına inandığımız bir üçüncü hayat…
Doğmadan başlayıp doğumla beraber farklı bir havaya bürünen çocuk sevgisi ve bizler acaba sonrasında ne tür hatalar yapıyor ve çocuğumuzu bizden ve kendinden uzaklaştırmayı başarabiliyoruz. Hiç düşündük mü? Hatalarımızın olduğunu kabul ettik mi? Onları bir birey olarak gördük mü? Düşüncelerine değer verdik mi? Ne düşündüklerini sorduk mu? Yoksa tüm bunları yapıyorum derken onları doyumsuz bir canavara mı dönüştürdük? Ana ve babalık unvanına layık mıyız? Ellerinde bir imkân olsaydı yine bizi ana ve baba olarak seçerler mi diye sorduk mu? Onları hayatın içerisine sokabildik mi? Ben yaşamadım bari o yaşasın derken o, siz mi oldu? Hayallerine dokunabildiniz mi? Acılarına ortak oldunuz mu? Beraberce ne kadar zaman geçirdiniz? Başarılarını alkışlarken yetersiz kaldığı zamanlarda ona el uzattınız mı? Gerçekten ana ve baba olmayı başarabildiniz mi? Hiç beraber kitap okudunuz mu? Bir kitabı tartıştınız mı? Doğru söyleyin empati kurdunuz mu?
İşte tüm bu sorulara cevap verecek ve onların ruh dünyasına dokunabilecek adımları atmalıyız; çünkü teknoloji bağımlısı, sosyal hayattan kopuk, düşünemeyen, paylaşmayan, yardımlaşma duygusunu kaybetmiş, acımayan, acı çekmemiş, yokluğu görmemiş, varlığın kıymetini bilmemiş, diplomalı; fakat ruhunu kaybetmiş nesillerle yeni fetihlere çıkamaz, yeni Fatihlerin doğmasını bekleyemeyiz.
Neden çocuklarımızı kaybediyor ve onlardan uzaklaşıyoruz aslında verilmesi gereken tek soru budur ve buna cevap bulmak her eğitmenin ve ana-babanın aslı görevidir. Peki çocuklarımız nasıl bu duruma geldi ve içinden çıkılamaz bir hal aldı.
Evlendiğiniz ilk günden itibaren onun hayali saran tüm benliğimizi, daha olmadan özler, hasretini çeker, sohbetini yapar, mutlu haberi almak için dört göz, birde kulaklarımızla gelecek müjdeli haberi bekleriz. Bazen uzun sürer bu bekleyiş, bazen de beklenen de daha önce olur. Nede olsa bu çocuk sürprizleri de sever der; yüce rabbimize şükrederiz işte o an. Bilmeden düşer anne rahmine bir çocuğun hayatı bilinmeyen bir tarihte. Kim bilir belki 9 ay 10 günden daha fazla, kim bilir belki ondan daha azdır burada geçirdiği süre. Nohuttan küçüktür; ama vardır ve canlıdır, hayat kaynağı, umut ve ümittir ana ve baba olacak canlara. Kalp atışı, cinsiyetin belirlenmesi, kıpırdanmalar ve daha nice güzellikler gelir peşi sıra. En çokta cennetin ayakları altına serildiği ana hisseder bu duyguları, bazen ağlar bazen güler manasızca hem de zamansızca. Günler günleri kovalarken tatlı bir telaş olur ve sarar sevgi tüm haneyi, aileyi, sülale ve aslında tüm evreni…
Ne büyük bir mucizedir anne rahminden dünya coğrafyasına olan yolculukta sizi hayata bağlayan ve bir an koparan o kordon bağı. Ana rahmindeki hayat sona ererken orda ölür aslında insan ve dünya yeniden bir doğuştur. İşte dünya yolculuğu da böyle bir son olacaktır ve burada biterken bir hayat, gittiğimiz yerde başlayacak yeni bir hayat. Bilmediğimiz ve sadece varlığına inandığımız bir üçüncü hayat…
Doğmadan başlayıp doğumla beraber farklı bir havaya bürünen çocuk sevgisi ve bizler acaba sonrasında ne tür hatalar yapıyor ve çocuğumuzu bizden ve kendinden uzaklaştırmayı başarabiliyoruz. Hiç düşündük mü? Hatalarımızın olduğunu kabul ettik mi? Onları bir birey olarak gördük mü? Düşüncelerine değer verdik mi? Ne düşündüklerini sorduk mu? Yoksa tüm bunları yapıyorum derken onları doyumsuz bir canavara mı dönüştürdük? Ana ve babalık unvanına layık mıyız? Ellerinde bir imkân olsaydı yine bizi ana ve baba olarak seçerler mi diye sorduk mu? Onları hayatın içerisine sokabildik mi? Ben yaşamadım bari o yaşasın derken o, siz mi oldu? Hayallerine dokunabildiniz mi? Acılarına ortak oldunuz mu? Beraberce ne kadar zaman geçirdiniz? Başarılarını alkışlarken yetersiz kaldığı zamanlarda ona el uzattınız mı? Gerçekten ana ve baba olmayı başarabildiniz mi? Hiç beraber kitap okudunuz mu? Bir kitabı tartıştınız mı? Doğru söyleyin empati kurdunuz mu?
İşte tüm bu sorulara cevap verecek ve onların ruh dünyasına dokunabilecek adımları atmalıyız; çünkü teknoloji bağımlısı, sosyal hayattan kopuk, düşünemeyen, paylaşmayan, yardımlaşma duygusunu kaybetmiş, acımayan, acı çekmemiş, yokluğu görmemiş, varlığın kıymetini bilmemiş, diplomalı; fakat ruhunu kaybetmiş nesillerle yeni fetihlere çıkamaz, yeni Fatihlerin doğmasını bekleyemeyiz.
Neden çocuklarımızı kaybediyor ve onlardan uzaklaşıyoruz aslında verilmesi gereken tek soru budur ve buna cevap bulmak her eğitmenin ve ana-babanın aslı görevidir. Peki çocuklarımız nasıl bu duruma geldi ve içinden çıkılamaz bir hal aldı.