
“Ey imân edenler! Allah Teâlâ’nın sizin için helâl kılmış olduğu temiz şeyleri haram kılmayınız, haddi de aşmayınız. Şüphe yok ki Allah Teâlâ haddi aşanları sevmez.” (Mâide 87)
Allah mü’minlere bazı şeyleri helal bazı şeyleri de haram kılmıştır. Helal ve haram Allah’ın kanunlarından biridir; fizik kanunları gibi değişmezdir. İçki, kumar, zina, faiz, domuz gibi eti yenmeyen hayvanlar haramsa kıyamete kadar haramdır. Zamanın değişmesiyle Allah’ın helal ve haramlarında bir değişiklik olmaz.
Bazı Sahabelerin daha fazla ibadet yapmak maksadıyla az yiyip az uyumak, kadınlardan uzak durmak gibi bir yola tevessül etmeleri, Allah’ın helal kıldıklarını kendi nefislerine haram kılmaları üzerine bu âyetin nazil olduğu ifade edilmiştir. Aç kalarak, meşru ve mubah şeylerden uzak durarak Allah’a yaklaşma çabası Allah teâlanın onaylamadığı bir çabadır.
Tasavvuf hayatında az yemek, az uyumak, az konuşmak gibi nefs tezkiyesinde takip edilen yollar vardır. Ancak bu yolların geçerli olabilmesi için şeriata uygun olması gerekmektedir. Kimse Allah’ın helal ettiği bir şeyi kendi nefsine haram ederek takvaya ulaşamaz. Mü’min kişinin böyle bir yetkisi yoktur. İmam Rabbani Mektubat’ta, nefs terbiyesinde takip edilecek yöntemleri anlatırken aç kalmayı reddeder ve az yemeği kabul eder. Zaten zor olan da az yemektir ve az yemek, az uyumak, az söz söylemek sünnettir.
İslamî zühd hayatında evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak, ilim tahsil etmek, mal mülk edinmek, tarımla ve ticaretle uğraşmak katiyen yasaklanmamıştır. Şeriata uygun her şey fıtrata da uygundur. Allah’ın nimetlerinden uzak kalınarak nefs tezkiyesi İslam’da geçerli bir metot değildir. İslam, her işte orta yolu tercih etmiştir. Çünkü bir şeyin her iki ucuna doğru gidildikçe ifrat ve tefrit halleri ortaya çıkar. Mesela az yemek orta yoldur; aç kalmak ve çok yemek ise uçlara doğru gitmektir ve neticesi mutlaka zarardır. Yine mesela evlenmek helal, fuhuş ise haramdır. Bekâr kalmayı tercih etmek, yahut fuhşa yönelmek uçlarda hareket etmek demektir ve sonucu ruhî ve bedenî helaktir. Başkasına verilen zarar, yapılan kötülük de cabasıdır. Hakeza…
İslam’ın orta yol oluşunun kıymetini anlamak için diğer dinlerdeki zühd hayatına kısaca bakmakta fayda görüyoruz.
Budizm’de zühd/çilecilik:
Hinduizm, Budizm, özellikle Jainizm zühd hayatını öngören referanslarla doludur. Uzakdoğu dinlerinde nefsin terbiyesi amaçlı belli esaslara bağlanmış zühd hayatı, çilecilik söz konusudur. Bugün de mensupları önemli bir yekûn tutan Budizm’de çilecilik önemli bir dini inanıştır. Biz bir örnek olması için Budizm’deki zühd hayatına kısaca değineceğiz.
Budizm’in temel inancı Nirvana’ya ulaşmak ve onda yok olmaktır. Ne var ki bu inanışa göre Nirvana’ya ulaşan kişiler sadece din adamlarıdır; diğer insanlar, Nirvana’ya ulaşamazlar. Nirvana’ya ulaştıran yol da ancak Budist manastırlarından geçmektedir.
Tabii manastır hayatı normal hayattan çok farklıdır. Mesela manastıra mensup kimselerin mülkiyet hakları yoktur. Budist keşişlerin geçim kaynaklarından birisi dilencilik, diğeri ise halkın yardımıdır. Dilenmek keşişler için bir nefis terbiyesidir. Çünkü Buda’ya göre dilenmek kişiyi kibirden korur ve keşişe azla yetinmeyi öğretir. Manastır hayatının önemli ikinci kuralı ise keşişlerin şiddetten uzak durmalarıdır. Hayvanlara saygı göstermek zorunda olan keşişlerin et yemeleri de yasaktır. Bazı Budist tarikatlar bunu daha da ileri götürerek süt içmeyi ve yumurta yemeyi de yasaklamışlardır.
Manastır hayatında üçüncü önemli kural keşişin bekar kalmasıdır. Karısına ve çocuklarına aşırı bağlanarak Nirvana’dan uzaklaşır düşüncesiyle bu kural şart koşulmuştur. Çünkü Buda’ya göre bir kadın meditasyona engeldir. Budizm’de manastır hayatındaki bekarlık kuralı 2000 yıldır sürmektedir. Erkek keşişler bu yasaktan dolayı ellerini kadınlara dokunmazlar. Bu kural bazı keşişler için çok büyük önem arz etmektedir. Bu kurallara sımsıkı bağlı olan keşişler dişi ata binmeyi bile reddederler. Kadınlara bakmamak için bazı keşişler yüzlerini yelpaze ile gizler. Bir Budist keşiş kazara bir bayanla aynı arabaya binerse kesinlikle onunla ne konuşur, ne de ona bakar…
Yahudilikte zühd hayatı:
Yahidilikte zühd hayatı Ortaçağ Kabalacı çevrelerde, sofu Aşkenaz cemaatlerinde ve XVIII. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmaya başlayan Hasidik çevrelerde görülür. Yahudi zühd hayatına dair birtakım uygulamaların Kutsal Kitap’ta yer aldığı bilinmektedir. Medyenli Yahudi bir kabile olan Rekabiler, şehirlerde yerleşmeye karşı çıkmışlardır. Bu Yahudiler şarap içmez, keyif verici yiyeceklerden uzak durur, sade giyinir ve çölde yaşarlardı. Yine bazı Yahudi kabilelerinin Ölüdeniz civarındaki Kumran mağaralarında, Mısır çölünde zühd hayatına benzer bir hayat yaşadıkları bilinmektedir.
İkinci diasporadan sonra sürgün psikolojisi Yahudi zühd hayatına hız vermiştir. Hasidik gruplar arasında az yeme, az uyuma, dua ederek ve yalnız kalarak sadece Tanrı’yı düşünmeyi öngören bir yaşam modeli geçerlidir. Yine Yahudi mezheplerinden bir kısmı kendini tamamen zühde adamıştır. Talmud bilgelerinin ilk öğüdü ekmeğini tuz ile ye, suyunu azar-azar iç, yerde yat, kapalı bir hayat sür ve çok çalış, şeklindedir. Hasidler tarikatı günde dokuz saati ruhi antrenmanlarla geçirir ve o kadar çok oruç tutarlardı ki, günlerce bağırsak hastalığı çekip sonunda ölenler olurdu. Ferisiler tarikatı, bedeni, ilahın suretinde yaratıldığı için, kutsal kabul ediyor ve bedene eziyeti tasvip etmiyorlardı. Rabbiler tarikatı et, meyve, ekmek vb. yiyecekleri yemeyi yasakladılar
Hıristiyanlıkta zühd hayatı:
Zühd hayatının çok önemli olduğu ve kurumsallaştığı bir diğer inanç Hristiyanlıktır. Zühd kültürünün henüz sistemleştirilmediği dönemlerde Hıristiyan dindarlarının kendi başlarına geliştirdiği yaşam tarzları vardı. Yemeden içmeden uzak duran, az uyuyan, çöllerde yaşayan, cinselliği terk eden ilk zâhidler çöl sakini (hermit), dünyadan uzaklaşan (ankorit), tek başına yaşayan (monk) gibi adlarla anılmaktaydı. Açık bir alanda yaşayarak bedenini bir yere zincirleyen ve ömrünün sonuna kadar orada kalan zâhidlere “hypaitraes”, ömrünü bir ağaç üzerinde tamamlayanlara ‘dendritae’, bir sütun üzerinde yaşayanlara ‘stylite’ denilirdi.
Hıristiyanlıkta manastır diğer fonksiyonlarının yanı sıra önemli bir zühd kurumudur. Protestanlık hariç pek çok Hıristiyan mezhebi arınmak için manastıra bağlı zühd hayatını benimsemiştir. Zühd anlayışı hiçbir zaman Hıristiyanlığın marjinal yorumu olmamış, aksine ana Hıristiyanlık akımı resmî görüş olarak bu fikri baş tacı etmiştir.
Hıristiyan zühd hayatı birtakım kavramlardan esinlenir. Bunların en önemlisi Îsâ’yı taklit etmek, dünya nimetlerini terk ve melekvâri yaşamdır. Bir Hıristiyan zâhidin yaşama prensibi olan bu temel kurallar, hayatın geçiciliği, yaşamın, aslî günaha kadar uzanan kirli bir yanının bulunduğu ve Tanrı’ya yakınlaşmak için dünyaya ait her şeyden uzak durulması gerektiği şeklindeki bir inançtan kaynaklanır.
Manastır yaşamının temeli itaat, bekârlık ve fakirlik olmak üzere üç kavram altında toplanmıştır. Keşişlerin en önemli hedefi İsa’nın yolunu takip etmektir. Her manastırda hiyerarşik bir düzen vardır ve emirler kayıtsız şartsız yerine getirilir. Bu nedenle yönetici konumundaki keşişlerin manastıra yeni gelenlerin sabrını ölçmek için yanan ateş üzerinde yürüme, taş taşıma, toprağa bir sopa dikerek üç yıl boyunca sulama ve filizlenmesini bekleme gibi yöntemlere başvurdukları bilinmektedir. İtaati bozmak büyük günah olarak kabul edilir ve bu kişilerin cezası hapis, aç kalma ya da kırbaçlanma olurdu. Cezaların en ağırı ise topluluktan çıkarılmaktır.
Bekârlık, Mesih’in yolundan gitmek isteyen münzevilerin hem bedenlerini bakir tutmak hem zihinlerini kirli düşüncelerden arındırmak için kullandıkları bir yöntemdir. Evlenen kişilerin tanrı yolundan ayrılacağına inanılmıştır. Bekâr keşişler ve evlenmemiş papazlar kilise hiyerarşisi içinde en üst derecelere getirilmiştir. Manastırlarda yaşayan keşişler el işçiliği ve sanat dallarıyla da uğraşmışlardır
Manastır hayatına eleştiri
Dünyanın her yanına yayılmış Hıristiyan manastırları aynı zamanda geniş toprakları, çeşitli akarları olan ekonomik kuruluşlardır. Manastırlardaki ruhbanların kişisel servetleri yoktur ancak manastırların akarlarını, bir hiyerarşi içinde, bu insanlar kullanmaktadır. Hıristiyanlık tarihinde manastırların sahip olduğu mal varlıklarının yol açtığı sorunlar önemli tartışma ve çatışma konular arasındadır. Öte yandan manastır hayatının kapalı ortamında nice sapkın davranışlar dün olduğu gibi bu günde görülmeye devam etmektedir. (İnternet’te kısa bir tur atmakla bu konuda pek çok bilgiye ulaşılabilir.) Manastır hayatı yaşayan rahiplerin ve rahibelerin karıştığı sapkın davranışlar, hatta çocuklara varıncaya kadar, işlenen tecavüzler, bu tür bir hayatın insan fıtratına ne derece aykırı olduğunun somut bir kanıtı kabul edilmelidir.
Zühd kavramına İslam’ın bakışı
Zühd sözcüğü Kur’ân’da geçmemektedir. Zühd, İslamî kaynaklarda daha çok bir tasavvuf terimi olarak şöhret bulmuştur. Zühd sözcüğüne, sözlüklerde, bir şeye rağbet etmemek, ona karşı ilgisiz davranmak, ondan yüz çevirmek gibi anlamlar verilmiştir. Tasavvuf terimi olarak zühd, dünya malına, makama, mevkiye, şan ve şöhrete önem vermemeyi; azla yetinmeyi, çokça ibadet etmeyi, âhiret için hayırlı işlere yönelmeyi ifade eder. “Siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz ama âhiret hayatı daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” Vb. âyetler yine zühd hayatına kanıt olarak ileri sürülmüştür. Ayrıca Hz. Peygamber’in ve ilk Müslümanların hayat tarzının azla yetinmeyi esas aldığı tezi de yine zühd hayatına bir delil olarak gösterilmiştir.
Ne var ki dönemsel olan bu tür durumları kalıcı bir emir görmek Kur’ân ve Sünnete uygun olmayacaktır. İslam dünya sevgisinin kalbe girmesini hoş görmez, bunun dışında çalışıp çabalamak, kazanmak, zengin olmak, zekat vermek, yardımda bulunmak, hacca gitmek, cihat etmek vb. emirlerin gereğini yapmak mü’minlere emredilmiştir.
Sonuç: İslam; dünya-ahiret dengesini gözetir. Bedenî çilecilik İslam’da yoktur. İslam’da fıtratı inkâr etmek, nefse eziyet haramdır. Az yemek, az uyumak, az konuşmak ise caizdir; sünnettir. Fakat Allah’a yaklaşmak gayesiyle nimetlerden uzak durmak, açlığı esas alan perhizkârlık, İslam orta yoluna uygun bir hayat anlayışı kabul edilmemiştir. Çalışıp çabalamamak, geceleri uyumamak, et ve yağ yememek, süt içmemek, gündüzleri daima oruçlu geçirmek, evlenmemek, mağaralara çekilmek, sürekli ibadet yapmak İslamî bir yol değildir.
Hz. Muhammed (sav) Bu tür uygulamalardan Ashabını men etmiştir. Hatta bu konuyu bir hutbesinde şu şekilde dile getirmiştir: “Bana böyle şeyler emredilmiş değildir, nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır; bu yüzden oruç da tutun, yiyin de. Geceleri ibadet ettiğiniz gibi uyuyun da. Ben bazı günler oruç tutarım, bazı günler tutmam; et de yerim, yağ da, benim sünnetimi beğenmeyen benden değildir.”
Bir diğer hadisinde de Efendimiz şu uyarıları yapmıştır: “Bazı insanlara ne oluyor da kadınları, güzel yiyecekleri, uykuyu ve dünyanın daha başka güzel şeylerini kendilerine haram ediyorlar? Ben size rahipler olmayı öğretmedim. Benim öğrettiğim yaşama şekli ne kadınlardan uzaklaşmaya, ne et yememeye izin verir, ne de dünyadan el etek çekmeye… Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak tutmayın. Haccınızı ve umrenizi yapın, zekâtı verin ve Ramazan ayında da oruç tutun. Sizden önce helâk olan insanlar kendilerine göre bir zühd yolu tuttukları için helâk oldular; böyle yaptıkları için de Allah aynı şeyi kendilerine emretti. Şu anda manastırlarda gördükleriniz aynı türdendirler.”