
Önceki yazıda eşyanın (varlık) Allah’ın isim ve sıfatlarının görünmesi olduğunu vurguladık. Yaratıcıyı tanımak eşyada esma-i hüsnayı görmek...
İkinci doğumu yapmış ruhu ilerleten en önemli gelişme varlık (eşya) hakkında düşünmeye başlamak.
İlahî isim ve sıfatları eşyada okumak ve bu okumaya bağlı düşünce üretmek, ruhu geliştirmek ve Rabbine yaklaştırmak.
“Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal 22)
Düşünemeyen sağır ve dilsizdir; bir şey işitmiyor ki bir şey söylesin! Neden kötü? Çünkü potansiyelini kullanmıyor: düşünmeyi gerçekleştirecek donanıma sahip fakat manevi gayreti yok
Birinci doğumlu kalmış ruh, maneviyatı düşünüp idrak edemeyen nefs-i emmare mertebesindedir. Böylesi ruh, kendini görür başkasını göremez. Hele eşyada (varlık) ilahî isim ve sıfatları görmesi ve onların hakkında derin düşünmesi pek mümkün olmadığından, kişi canlı ayet olan eşyaya karşı kör, sağır ve dilsiz kesilir.
Bu hâli ana rahmindeki bebeğin durumuna da benzetebiliriz. Rahimdeki bebeğin ne rahimden, ne kendinden ne de dış dünyadan haberi yoktur, oysa o canlıdır, hayat sahibidir. Biyolojik doğumdan sonra manevi programları yüklenip uyanamayan ruh da işte bir başka ana rahmi hayatı sürer.
İkinci doğum gerçekleşip Kuran eğitimi alan ruh ise, dış dünyadan beş duyu ile gelen verileri, Yaratıcının hikmet kitabı olarak okur. Yaprak, çiçek, meyve birer harf ise ağaçlar, bitkiler birer kelimedir; hava, su, toprak, ısı ise birer cümle. İnsan, hayvan, bitki… cümle fiillerin faili Allah.
Eşya ile canlı yazı yazan Hak Teâlâ, varlık kitabında hikmetini, kudretini anlatır, sanatını gösterir. İlahî varlık kitabının harfleri, kelimeleri, cümleleri üzerinde düşüncesi derinleşen ruh, Rabi’nin varlık metniyle anlattığı manaya aşinalığını artırdıkça Rabbine sevgisi, saygısı, korkusu, umudu artar. Kendinden de eşyadan da kendinin ve eşyanın yaratıcısı olan Allah’a kaçar.
“…Allah’a kaçın…” (Zariyat 50)
Ruh, canlı ayetleri anladıkça haddini bilir, kendinin de büyük bir ayet, anlamlar dolu bir sayfa olduğunu fakat aynı zamanda aciz bir varlıktan öte olmadığını anlar. Kendisinden istenen ve beklenen emredildiği gibi kulluktur, o da ona yönelir.
Canlı kitap okumayı öğrenmiş ve kul olduğunu anlamış ruh şunu da anlar ki kimseyle hır gür etmeye gerek yoktur, çünkü canlı kitaptaki şeyler (varlık, eşya) Yaratıcının fiilidir. Uyanmayan fiili görür uyanan faili. Faili gören Rabbine sığınır ve sükût eder.
Uyanmış ruha düşen canlı ayetleri düşünmek, anlamak, emredilen kulluk görevlerini yapmak, tek özgürlük alanı olan dış dünyayı, manevi alana uygun seçmek ve böylece, hepsi kendi demek olan, iç-dış dünyasında Allah’ı anmak.
Düşünce varsa ruh uyanıktır. Fıtrat zaten ayet; fıtratlar Yaratıcıyı tabii bir şekilde bilmekte. Muazzam bir hilkat olan insanın her hücresi ve kütlesi, diğer her şey gibi, Halikını tanır, emrine uygun var olarak, Onu anar. Uyanmış ruh ise, fıtrî uyanıklığı iradî uyanıklıkla kemale erdirir. İnsan için değerli olan da zaten bu iradî tefekkür seviyesine ermektir.
İkinci doğumu yapmış ruhu ilerleten en önemli gelişme varlık (eşya) hakkında düşünmeye başlamak.
İlahî isim ve sıfatları eşyada okumak ve bu okumaya bağlı düşünce üretmek, ruhu geliştirmek ve Rabbine yaklaştırmak.
“Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal 22)
Düşünemeyen sağır ve dilsizdir; bir şey işitmiyor ki bir şey söylesin! Neden kötü? Çünkü potansiyelini kullanmıyor: düşünmeyi gerçekleştirecek donanıma sahip fakat manevi gayreti yok
Birinci doğumlu kalmış ruh, maneviyatı düşünüp idrak edemeyen nefs-i emmare mertebesindedir. Böylesi ruh, kendini görür başkasını göremez. Hele eşyada (varlık) ilahî isim ve sıfatları görmesi ve onların hakkında derin düşünmesi pek mümkün olmadığından, kişi canlı ayet olan eşyaya karşı kör, sağır ve dilsiz kesilir.
Bu hâli ana rahmindeki bebeğin durumuna da benzetebiliriz. Rahimdeki bebeğin ne rahimden, ne kendinden ne de dış dünyadan haberi yoktur, oysa o canlıdır, hayat sahibidir. Biyolojik doğumdan sonra manevi programları yüklenip uyanamayan ruh da işte bir başka ana rahmi hayatı sürer.
İkinci doğum gerçekleşip Kuran eğitimi alan ruh ise, dış dünyadan beş duyu ile gelen verileri, Yaratıcının hikmet kitabı olarak okur. Yaprak, çiçek, meyve birer harf ise ağaçlar, bitkiler birer kelimedir; hava, su, toprak, ısı ise birer cümle. İnsan, hayvan, bitki… cümle fiillerin faili Allah.
Eşya ile canlı yazı yazan Hak Teâlâ, varlık kitabında hikmetini, kudretini anlatır, sanatını gösterir. İlahî varlık kitabının harfleri, kelimeleri, cümleleri üzerinde düşüncesi derinleşen ruh, Rabi’nin varlık metniyle anlattığı manaya aşinalığını artırdıkça Rabbine sevgisi, saygısı, korkusu, umudu artar. Kendinden de eşyadan da kendinin ve eşyanın yaratıcısı olan Allah’a kaçar.
“…Allah’a kaçın…” (Zariyat 50)
Ruh, canlı ayetleri anladıkça haddini bilir, kendinin de büyük bir ayet, anlamlar dolu bir sayfa olduğunu fakat aynı zamanda aciz bir varlıktan öte olmadığını anlar. Kendisinden istenen ve beklenen emredildiği gibi kulluktur, o da ona yönelir.
Canlı kitap okumayı öğrenmiş ve kul olduğunu anlamış ruh şunu da anlar ki kimseyle hır gür etmeye gerek yoktur, çünkü canlı kitaptaki şeyler (varlık, eşya) Yaratıcının fiilidir. Uyanmayan fiili görür uyanan faili. Faili gören Rabbine sığınır ve sükût eder.
Uyanmış ruha düşen canlı ayetleri düşünmek, anlamak, emredilen kulluk görevlerini yapmak, tek özgürlük alanı olan dış dünyayı, manevi alana uygun seçmek ve böylece, hepsi kendi demek olan, iç-dış dünyasında Allah’ı anmak.
Düşünce varsa ruh uyanıktır. Fıtrat zaten ayet; fıtratlar Yaratıcıyı tabii bir şekilde bilmekte. Muazzam bir hilkat olan insanın her hücresi ve kütlesi, diğer her şey gibi, Halikını tanır, emrine uygun var olarak, Onu anar. Uyanmış ruh ise, fıtrî uyanıklığı iradî uyanıklıkla kemale erdirir. İnsan için değerli olan da zaten bu iradî tefekkür seviyesine ermektir.