
Forbes, içinde ilginç isimlerin de bulunduğu 2016’da en çok kazanan yazarlar listesini yayınladı. Dünya ölçeğine göre bizim yazarlarımızın çok daha az kazandığı bu listede başka sıkıntılı durumların olduğu göze çarpmaktadır.
Günümüz toplumlarında kitabın ve okumanın değer kazandığının işareti o toplumdaki yazarlarının kitaptan elde etmiş oldukları gelirlerle ölçülmektedir. Serbest piyasa ekonomisinde kitabın bir “meta”ya dönüşmesi ve yine piyasa kuralları içinde okuyucusu ile buluşması gerekmektedir.
Üst okur kitlesinin az olduğu toplumlarda yazarın ve kitabın reklam oranı piyasanın oluşmasında önemli bir etkiye sahiptir. Bu bağlamda piyasaya hakim olmak isteyen büyük şirketler bünyelerinde dergi, gazete ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarını çok iyi kullanmaktadırlar. Kitabını basacakları yazarın reklamını bu araçlar üzerinden yürüterek kitapları okuyucuya sunmakta, böylece bu durumdan hem kendileri hem de yazar para kazanmaktadır.
Bazı yazarların reklamı yapılmasa bile, onların eserleri çıktığı andan itibaren okuyucularla buluşması kolay olurken, bazıları reklamların iteklemesi ile belirli bir sayıya ulaşmaktadır.
Elif Şafak’ın Orhan Pumuk’un milyonları kazandığı listeye baktığımızda keşke Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazarlarımız da bu kadar kazanabilseydi diye hayıflanıyoruz.
Yine aynı listeyi kontrol ettiğimizde okuyucunun kalitesi adına bizleri kaygılandıran bazı durumların ön plana çıktığını görmekteyiz.
Akademik derinliği olmayan, bir sürü laf kalabalığı ile milyonlarca kişiyi arkasından sürükleyen, insanın duyusal özelliklerine hükmeden, akli melekeleri öldüren, gözyaşı, hüzün, süslü cümle üzerine kurulu metin yapıları, kişilerin olayları eleştirel bakış açısı ile değerlendirmelerinin önünü tıkamaktadır. Bu metinler ve onun söylemleri ile kadavra kültüründe yetişen bireylerin ülkenin gelişimi için olumlu kaynak oluşturacakları şüphelidir.
Aşkın gözyaşları ile tutunmaya çalışan, gözyaşı deyip “miri malı çalan” ve süslü cümleden başka bir değeri olmayan yazarların en çok kazananlar listesinde ön sıralarda olması, okur kitlemizin niteliği hakkında ciddi sorun oluşturmaktadır. Aynı kültürel algılayışı televizyon ekranlarına taşıyan ve fon müziğini kullanarak vaaz vermeye çalışan din adamları da bu milletin duygusal damarı ile oynamaktadırlar.
Bir milletin başına gelebilecek en büyük belalardan biri de o ülke edebiyatçılarının mensur şiir anlayışına takılıp kalmalarıdır. Kurgusu ve konusu belli olmayan yazılara hayranlık duyan büyük bir kitle var. Sözlü kültür döneminin özelliklerini barındıran bu türlere, yattığı yerden kitap okumaya alışık nesil büyük bir rağbet göstermektedir.
Batıda, yazarların kendine ait bir okur kitlesi vardır. Yazarlar okur kitlesini artırarak toplumda kitap okuma alışkanlığının kazandırılmasına katkı sağlamaktadır. Türkiye’de ise bu durum yavaş yavaş zemin bulmaktadır. Fakat aynı durum aşk aşk deyip iki büklüm olup gözyaşı döken, anlamaya değil, ağlamaya meylini veren, ilahi aşk ile beşeri aşk arasında sıkışıp hiçbirinde karar kılamayan nesillerin yetişmesine neden olmaktadır.
Teoman Durali’lerin Taha Akyol’ların, Mustafa Kutlu’ların (ve onlarcasının) çok kazananlar listesine giremediği güzel ülkemde, Kahraman Tazeoğlu 1.3 milyon lira ile üçüncü; Sinan Yağmur 1.2 milyon gelirle dördüncü sırada yer bulabildi. Recep İvedik’in gişe rekorları kırdığı bir ülkede bu durum gayet normal görülmektedir.
Maalesef ülkemizde güldüren ve ağlatanlar para kazanmakta, düşündürenler ise ikinci plana itilmektedir. Ülke adını bizleri de işte bu durum kaygılandırmaktadır.
Günümüz toplumlarında kitabın ve okumanın değer kazandığının işareti o toplumdaki yazarlarının kitaptan elde etmiş oldukları gelirlerle ölçülmektedir. Serbest piyasa ekonomisinde kitabın bir “meta”ya dönüşmesi ve yine piyasa kuralları içinde okuyucusu ile buluşması gerekmektedir.
Üst okur kitlesinin az olduğu toplumlarda yazarın ve kitabın reklam oranı piyasanın oluşmasında önemli bir etkiye sahiptir. Bu bağlamda piyasaya hakim olmak isteyen büyük şirketler bünyelerinde dergi, gazete ve televizyon gibi kitle iletişim araçlarını çok iyi kullanmaktadırlar. Kitabını basacakları yazarın reklamını bu araçlar üzerinden yürüterek kitapları okuyucuya sunmakta, böylece bu durumdan hem kendileri hem de yazar para kazanmaktadır.
Bazı yazarların reklamı yapılmasa bile, onların eserleri çıktığı andan itibaren okuyucularla buluşması kolay olurken, bazıları reklamların iteklemesi ile belirli bir sayıya ulaşmaktadır.
Elif Şafak’ın Orhan Pumuk’un milyonları kazandığı listeye baktığımızda keşke Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazarlarımız da bu kadar kazanabilseydi diye hayıflanıyoruz.
Yine aynı listeyi kontrol ettiğimizde okuyucunun kalitesi adına bizleri kaygılandıran bazı durumların ön plana çıktığını görmekteyiz.
Akademik derinliği olmayan, bir sürü laf kalabalığı ile milyonlarca kişiyi arkasından sürükleyen, insanın duyusal özelliklerine hükmeden, akli melekeleri öldüren, gözyaşı, hüzün, süslü cümle üzerine kurulu metin yapıları, kişilerin olayları eleştirel bakış açısı ile değerlendirmelerinin önünü tıkamaktadır. Bu metinler ve onun söylemleri ile kadavra kültüründe yetişen bireylerin ülkenin gelişimi için olumlu kaynak oluşturacakları şüphelidir.
Aşkın gözyaşları ile tutunmaya çalışan, gözyaşı deyip “miri malı çalan” ve süslü cümleden başka bir değeri olmayan yazarların en çok kazananlar listesinde ön sıralarda olması, okur kitlemizin niteliği hakkında ciddi sorun oluşturmaktadır. Aynı kültürel algılayışı televizyon ekranlarına taşıyan ve fon müziğini kullanarak vaaz vermeye çalışan din adamları da bu milletin duygusal damarı ile oynamaktadırlar.
Bir milletin başına gelebilecek en büyük belalardan biri de o ülke edebiyatçılarının mensur şiir anlayışına takılıp kalmalarıdır. Kurgusu ve konusu belli olmayan yazılara hayranlık duyan büyük bir kitle var. Sözlü kültür döneminin özelliklerini barındıran bu türlere, yattığı yerden kitap okumaya alışık nesil büyük bir rağbet göstermektedir.
Batıda, yazarların kendine ait bir okur kitlesi vardır. Yazarlar okur kitlesini artırarak toplumda kitap okuma alışkanlığının kazandırılmasına katkı sağlamaktadır. Türkiye’de ise bu durum yavaş yavaş zemin bulmaktadır. Fakat aynı durum aşk aşk deyip iki büklüm olup gözyaşı döken, anlamaya değil, ağlamaya meylini veren, ilahi aşk ile beşeri aşk arasında sıkışıp hiçbirinde karar kılamayan nesillerin yetişmesine neden olmaktadır.
Teoman Durali’lerin Taha Akyol’ların, Mustafa Kutlu’ların (ve onlarcasının) çok kazananlar listesine giremediği güzel ülkemde, Kahraman Tazeoğlu 1.3 milyon lira ile üçüncü; Sinan Yağmur 1.2 milyon gelirle dördüncü sırada yer bulabildi. Recep İvedik’in gişe rekorları kırdığı bir ülkede bu durum gayet normal görülmektedir.
Maalesef ülkemizde güldüren ve ağlatanlar para kazanmakta, düşündürenler ise ikinci plana itilmektedir. Ülke adını bizleri de işte bu durum kaygılandırmaktadır.