
Değerli eğitimciler, sevgili veliler, bir düşünün lütfen: İnsanlar için en önemli bilgi nedir?
Bizi kanserin, MS’in, alzheimerın tedavisine götürecek tıbbi bir bilgi mi; varoluşumuzu ve nihai varış yerimizi açıklayacak biçimde metafizikle ve dinlerle ilgili bir bilgi mi; gençlerimizin hayat ve gelecek algısıyla ilgili çok şaşırtıcı yeni bir veri, bir bulgu mu?
Ya da daha başka bir bilgi, belki de henüz keşfedilmemiş bir teori mi?
Hangi bilgi, en ama en önemli bilgidir?
Bu elbette çok göreceli bir şey; ama bir eğitimci iseniz ya da diyelim ki eğitim dünyasındaki sorunlara eğitimcilerden de fazla kafayı takmış biriyseniz KONDA’nın ‘Gelecek Kaygısı’ anketinin verileri, sizin için diğer bilgilerin biraz üzerine çıkabilir.
★★
NTV’de yayınlanan Pandora’nın Kutusu’nda uzun zaman önce KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, eğitim algımızı bir kez daha masaya yatırmamıza yetecek bir şey paylaşmıştı bizimle. Bir anketin bulgularını:
Bahsettiğim anketin ortaya çıkardığı birbirinden önemli ve her biri işlenebilir bulgular içinde bana göre en çarpıcı olanı şuydu:
Gençlere, ‘hayatla ilgili bilgilerinin birincil (ana, temel) kaynağının ne olduğu’ sorulmuş anket içeriğinde:
‘Dış çevre’ olarak tanımlanan geniş kültür ve enformasyon ortamı -ki buna sanal ortam ve diğer elektronik olanaklar da dahil- % 9 oranında ‘hayat bilgisinin ana kaynağı’ olarak gösterilmiş.
Okullar: % 9…
Öğretmenler: % 7…
Anne ve babalar: % 68…
Bu son rakam ve içerdiği anlam müthiş, çok önemli!..
Biliyoruz ki aynı anket Tutankamon’un Mısır’ında ya da Preveze’den dönen levendler arasında yapılsa da sonuç değişmezdi; çünkü aslında bütün çağlarda, kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın ‘armut, hep dibine düştü’. Yer çekimini değiştirecek çok büyük bir travma yaşanmazsa yine öyle olacak!
Bu durumdan, gençlerin ana-babalarının yazgısına mahkum oldukları, dolayısıyla onların ekonomik ya da sosyo-kültürel düzeylerininin belirlediği hayali kast sınırını aşmak gibi bir şanslarının hiç olmayacağı sonucunu çıkarmamalıyız. Elbette dibine düşen armutlara karşın tarih boyunca ‘kulağı geçen boynuzlar da hep var oldu’…
Bununla birlikte; bugün için esas irdelenmeye değer ayrıntı şu:
Gençler, uyudukları saatler dışında günün kalanını çok büyük oranda okullarda, öğretmenleriyle geçiriyorlar; bu süre 9-10 saati bulabiliyor.
Uyanık geçen zamanın neredeyse dörtte üçü bu!
Kalan birkaç saatin önemli kısmını ise bilgisayar ya da televizyon başında ve ebeveynlerin ‘Kalk artık şu kutunun başından!’ serzenişlerini savuşturmakla geçiriyor gençler.
Ama aynı gençler, KONDA’nın anketinde ‘hayat hakkında’ edindikleri dört bilgiden üçünün ana kaynağı olarak ebeveynlerini göstermişler.
★★
Peki gençler, bunca bilgiyi ebeveynlerinden ne zaman alıyorlar? Hayatları okulda geçtiğine göre, okul öncesi çağda, bebeklikte mi?.. Anket, bu ayrıntıya girmiyor ama yine de anlayabiliyoruz ki bilgisayarlar, medya, bilim-teknoloji, sanal eksenli iletişimsel devrimler ve karmaşık değişimler, hayatın şu basit ama çok önemli gerçeğini değiştirmeye yetmiyor:
Çocukların asıl hayat öğretmenleri, hala ebeveynler! Anneler ve babalar…
Annemiz ve babamız hayattaki durumları nasıl ele alıyor, onlara karşılık nasıl tepkiler sergiliyorlar ise biz de büyük oranda aynılarını yineliyoruz.
‘Davranış üzerinden ve doğrudan eğitim’ diyelim biz buna kısaca.
Biz neleri yineliyor, hayata nasıl bakıyorsak, çocuklarımız da aynı ‘bakış/algılayış geleneğini’ kendileri olgunlaştıkça, üstelik daha da muhafazakârlaşan bir yaklaşımla sahipleniyorlar. İleride kendi çocuklarına aktarmak için.
Döngüsel biçimde…
★★
Ankete göre, gün be gün geliştiğini düşündüğümüz eğitim sistemimiz -ve yani okullarımız- ile o okulları var eden; düşünce, donanım ve yeni öğretim yöntemleri bakımından modern çağı yakaladıklarını umut ettiğimiz öğretmenlerimiz, ne yazık ki gençlere ‘gerçek hayat bilgisi’ kazandırmakta yetersizler.
İkinci, üçüncü planda yer alıyorlar…
Yanlış anlaşılmasın; bu sadece bir anketin bir tek sorusundan çıkardığımız bir genelleme ve okullarımız, öğretmenlerimiz ankete göre ‘hayatı öğretmeyi’ biraz ıskalamış gözükürken, belki başka teorileri ve sınav hazırlıklarını öğrencilere kavratmakta bundan çok daha başarılı durumdadırlar.
Öyledir muhakkak…
Ama demek ki yine de okullarımızın ve öğretmenlerimizin ‘hayata dönük eğitim-öğretimi bir biçimde başarmak’ ve bu anlamda ebeveynlere biraz daha yaklaşmak gibi bir ödevleri var.
Bu çok açık…
‘Ben zaten öyle yapıyorum’ diyenlere selam olsun!
★★
Düşünün; ilginç devinimi ile sadece bireyleri ayıklamaya ve elemeye odaklanmayan, bundan çok hayatı izleyen ve onu uygarlık doğrultusunda değiştiren, gerçek hayattan koparılmamış, hayatın sorunlarına odaklı ve kendini güncelleyen bir eğitim sistemi…
Bizim gerçeklerimize yönelik ama aynı zamanda evrensel...
Bize özgü ama bizi kendi duvarlarımızın için hapsetmeyen; dünyayla barışık; dünyaya ilham veren...
Türkiye Cumhuriyeti tarihte farklı reform girişimleriyle defalarca denenmesine karşın ne yazık ki henüz ‘big bang’e dönüşmemiş o büyük ve gerçek değişimi sağlamak; sonra onu kendi kendini işletebilen sonsuz bir reaksiyona dönüştürmek, sadece öğrenciler, veliler, eğitimciler için değil, herkes için tam anlamıyla ‘tarihin akışının değişmesi’ olur.
Ve bu pekâla mümkün!
...
*: Arşivden: Bu yazının ilk versiyonu, 11 Nisan 2013 günü Pusula’da yayımlanmıştı. Daha sonra yazarı tarafından güncellendi ve ‘Yarını İyileştirmek İçin’ adlı kitapta (PEGEM Akademi Yayınları-2017) yer aldı. İlk yayımdan bugüne aradan geçen sekiz uzun yıl hayatlarımızda o kadar çok şeyi öylesine kökten değiştirdi ki bu arada neyin-neye dönüştüğünü özetlemek bile neredeyse imkânsız; ama bugün de gerçek, yine bu yazının ana fikrinin yakınlarında bir yerde cereyan ediyor: Armut dibine düşüyor ve boynuz da illaki gelip kulağı geçiyor…
Bizi kanserin, MS’in, alzheimerın tedavisine götürecek tıbbi bir bilgi mi; varoluşumuzu ve nihai varış yerimizi açıklayacak biçimde metafizikle ve dinlerle ilgili bir bilgi mi; gençlerimizin hayat ve gelecek algısıyla ilgili çok şaşırtıcı yeni bir veri, bir bulgu mu?
Ya da daha başka bir bilgi, belki de henüz keşfedilmemiş bir teori mi?
Hangi bilgi, en ama en önemli bilgidir?
Bu elbette çok göreceli bir şey; ama bir eğitimci iseniz ya da diyelim ki eğitim dünyasındaki sorunlara eğitimcilerden de fazla kafayı takmış biriyseniz KONDA’nın ‘Gelecek Kaygısı’ anketinin verileri, sizin için diğer bilgilerin biraz üzerine çıkabilir.
★★
NTV’de yayınlanan Pandora’nın Kutusu’nda uzun zaman önce KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, eğitim algımızı bir kez daha masaya yatırmamıza yetecek bir şey paylaşmıştı bizimle. Bir anketin bulgularını:
Bahsettiğim anketin ortaya çıkardığı birbirinden önemli ve her biri işlenebilir bulgular içinde bana göre en çarpıcı olanı şuydu:
Gençlere, ‘hayatla ilgili bilgilerinin birincil (ana, temel) kaynağının ne olduğu’ sorulmuş anket içeriğinde:
‘Dış çevre’ olarak tanımlanan geniş kültür ve enformasyon ortamı -ki buna sanal ortam ve diğer elektronik olanaklar da dahil- % 9 oranında ‘hayat bilgisinin ana kaynağı’ olarak gösterilmiş.
Okullar: % 9…
Öğretmenler: % 7…
Anne ve babalar: % 68…
Bu son rakam ve içerdiği anlam müthiş, çok önemli!..
Biliyoruz ki aynı anket Tutankamon’un Mısır’ında ya da Preveze’den dönen levendler arasında yapılsa da sonuç değişmezdi; çünkü aslında bütün çağlarda, kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın ‘armut, hep dibine düştü’. Yer çekimini değiştirecek çok büyük bir travma yaşanmazsa yine öyle olacak!
Bu durumdan, gençlerin ana-babalarının yazgısına mahkum oldukları, dolayısıyla onların ekonomik ya da sosyo-kültürel düzeylerininin belirlediği hayali kast sınırını aşmak gibi bir şanslarının hiç olmayacağı sonucunu çıkarmamalıyız. Elbette dibine düşen armutlara karşın tarih boyunca ‘kulağı geçen boynuzlar da hep var oldu’…
Bununla birlikte; bugün için esas irdelenmeye değer ayrıntı şu:
Gençler, uyudukları saatler dışında günün kalanını çok büyük oranda okullarda, öğretmenleriyle geçiriyorlar; bu süre 9-10 saati bulabiliyor.
Uyanık geçen zamanın neredeyse dörtte üçü bu!
Kalan birkaç saatin önemli kısmını ise bilgisayar ya da televizyon başında ve ebeveynlerin ‘Kalk artık şu kutunun başından!’ serzenişlerini savuşturmakla geçiriyor gençler.
Ama aynı gençler, KONDA’nın anketinde ‘hayat hakkında’ edindikleri dört bilgiden üçünün ana kaynağı olarak ebeveynlerini göstermişler.
★★
Peki gençler, bunca bilgiyi ebeveynlerinden ne zaman alıyorlar? Hayatları okulda geçtiğine göre, okul öncesi çağda, bebeklikte mi?.. Anket, bu ayrıntıya girmiyor ama yine de anlayabiliyoruz ki bilgisayarlar, medya, bilim-teknoloji, sanal eksenli iletişimsel devrimler ve karmaşık değişimler, hayatın şu basit ama çok önemli gerçeğini değiştirmeye yetmiyor:
Çocukların asıl hayat öğretmenleri, hala ebeveynler! Anneler ve babalar…
Annemiz ve babamız hayattaki durumları nasıl ele alıyor, onlara karşılık nasıl tepkiler sergiliyorlar ise biz de büyük oranda aynılarını yineliyoruz.
‘Davranış üzerinden ve doğrudan eğitim’ diyelim biz buna kısaca.
Biz neleri yineliyor, hayata nasıl bakıyorsak, çocuklarımız da aynı ‘bakış/algılayış geleneğini’ kendileri olgunlaştıkça, üstelik daha da muhafazakârlaşan bir yaklaşımla sahipleniyorlar. İleride kendi çocuklarına aktarmak için.
Döngüsel biçimde…
★★
Ankete göre, gün be gün geliştiğini düşündüğümüz eğitim sistemimiz -ve yani okullarımız- ile o okulları var eden; düşünce, donanım ve yeni öğretim yöntemleri bakımından modern çağı yakaladıklarını umut ettiğimiz öğretmenlerimiz, ne yazık ki gençlere ‘gerçek hayat bilgisi’ kazandırmakta yetersizler.
İkinci, üçüncü planda yer alıyorlar…
Yanlış anlaşılmasın; bu sadece bir anketin bir tek sorusundan çıkardığımız bir genelleme ve okullarımız, öğretmenlerimiz ankete göre ‘hayatı öğretmeyi’ biraz ıskalamış gözükürken, belki başka teorileri ve sınav hazırlıklarını öğrencilere kavratmakta bundan çok daha başarılı durumdadırlar.
Öyledir muhakkak…
Ama demek ki yine de okullarımızın ve öğretmenlerimizin ‘hayata dönük eğitim-öğretimi bir biçimde başarmak’ ve bu anlamda ebeveynlere biraz daha yaklaşmak gibi bir ödevleri var.
Bu çok açık…
‘Ben zaten öyle yapıyorum’ diyenlere selam olsun!
★★
Düşünün; ilginç devinimi ile sadece bireyleri ayıklamaya ve elemeye odaklanmayan, bundan çok hayatı izleyen ve onu uygarlık doğrultusunda değiştiren, gerçek hayattan koparılmamış, hayatın sorunlarına odaklı ve kendini güncelleyen bir eğitim sistemi…
Bizim gerçeklerimize yönelik ama aynı zamanda evrensel...
Bize özgü ama bizi kendi duvarlarımızın için hapsetmeyen; dünyayla barışık; dünyaya ilham veren...
Türkiye Cumhuriyeti tarihte farklı reform girişimleriyle defalarca denenmesine karşın ne yazık ki henüz ‘big bang’e dönüşmemiş o büyük ve gerçek değişimi sağlamak; sonra onu kendi kendini işletebilen sonsuz bir reaksiyona dönüştürmek, sadece öğrenciler, veliler, eğitimciler için değil, herkes için tam anlamıyla ‘tarihin akışının değişmesi’ olur.
Ve bu pekâla mümkün!
...
*: Arşivden: Bu yazının ilk versiyonu, 11 Nisan 2013 günü Pusula’da yayımlanmıştı. Daha sonra yazarı tarafından güncellendi ve ‘Yarını İyileştirmek İçin’ adlı kitapta (PEGEM Akademi Yayınları-2017) yer aldı. İlk yayımdan bugüne aradan geçen sekiz uzun yıl hayatlarımızda o kadar çok şeyi öylesine kökten değiştirdi ki bu arada neyin-neye dönüştüğünü özetlemek bile neredeyse imkânsız; ama bugün de gerçek, yine bu yazının ana fikrinin yakınlarında bir yerde cereyan ediyor: Armut dibine düşüyor ve boynuz da illaki gelip kulağı geçiyor…