
Kâinat, Cenab-ı Hakk’ın insanoğluna emanetidir. Bu kıymetli emanet, her anlamda güveni, istikrarı, huzuru ve barışı hak etmektedir. İslam âlimleri, dinin gayesini izah ederken,“zarurât-ı hamse” başlığı altında beş temel dokunulmazlık konusu belirlemişlerdir. “din, akıl, can, mal ve nesil güvenliği” şeklinde açıklanmaktadır. İnsanoğlu hırsına, tamahına, kibrine, hükümranlık arzusuna yenilmiş, maddi menfaatleri ve çıkar savaşları için attığı adımlar yüzünden tabiatın dengesini bozmuş, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk had sefaya ulaşmıştır.
Din-i Mübin-i İslam’da iman ile güven arasında çok güçlü bir ilişki kurmuş. İman eden kimse anlamına gelen “mümin”; güvenilir insan anlamına gelen “emin”; güven, güvence ve güvenlik anlamına gelen “emniyet”; can ve mal güvencesi anlamına gelen “eman”; hıyanetin zıddı olarak kullanılan “emanet” kavramları, aynı kökten gelmektedir. Hz Peygamber (s.a.s.), emanet ve güveni bütün müminlerin ayrılmaz bir vasfı olarak zikretmiştir. “Mümin, insanların canlarına ve mallarına zarar vermeyeceğinden emin oldukları kimsedir.” (Tirmizî, Îmân,12) Dolayısıyla Allah’a iman eden bir mümin, kendisinin de bir parçası olduğu varlık âleminin Yüce Allah’ın himayesi, koruması ve garantisi altında olduğuna inanmak zorundadır.
Güven ve emanetin simgesi olan Sevgili Peygamberimizin insanın can güvenliği konusundaki duyarlılığını gösteren şu hadisi de çok dikkat çekicidir: Allah Resulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın yok olması, Allah katında, Müslüman bir kimsenin öldürülmesinden daha önemsizdir.” (Nesâî, Muhârebe,2) hadis-i şerif, Mâide süresinin 32. ayetin-de ifade edilen, “Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın, bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim bir hayatı kurtarırsa bütün in sanları kurtarmış gibi olur.” mealindeki ilâhî beyana uygunluk göstermektedir.
Güven ve emanetin simgesi olan İslam dinin ilk kodlarına bakıldığında Kur’an’da peygamberlere ilahî mesajları ulaştıran meleğin diğer bir adı güvenilir ruh (Rûhu’l-Emin), Hz. Muhammed’in İslam öncesinde kendisine verilen lakap Muhammedü’l-Emin, İslam, ortaya koyduğu ilkeleriyle güvenilir kişilerden oluşan “güvenilir bir toplum” (Beldetü’l-Emin), Kur’an’ın ortaya koyduğu mesajları inanıp kabul edenleri “Mümin” olarak nitelenmesi ve ayrıca Rabbimizin esmasında kendi sıfatların birisin de “el-Mümin” olması güven kavramının başlangıçtan itibaren İslam kültüründeki merkezi konumunu göstermesi bakımından oldukça dikkat çekicidir. Hz. Peygamberin veda hutbesinde vurguladığı emanet bilincinde de İnsanın, hem kendisi hem de çevresi ile kurmaya çalışacağı en küçüğünden en büyüğüne kadar yüklendiğimiz tüm sorumluluklarımız birer emanet olduğunu bildirmektedir.
Hâlık’ın mahlukata şefkat nazarıyla baktığını Efendimiz (sav), yaş bir dalın bile kesilmesini men etmiş ve kedisini aç bırakan abid bir kadının cehenneme gittiğini, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren günahkâr bir kadının ise cennete gittiğini bildirmiştir. Yine Resûlüllah (sav) emanetlerin zayi edilmesini, dünya hayatını kıyamet sahnelerine çevirecek derecede büyük bir ifsat sebebi olarak görmüştür. Bir gün ashabıyla konuşurken bir kimsenin:“- Kıyamet ne zaman kopacak?” sualine:“ Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!” cevabını vermiştir.“ Emanet nasıl zayi olacak?” diye sorulduğunda ise:“ İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurmuştur. (Buhârî, İlim, 2)
Kaybedilen Emanet ve Güvenin toplumsal ve bireysel hayatımızda kaybettirdiklerine baktığımızda İnsanlık için en tehlikeli belalar açlık, güvensizlik ve emanetin zayi olmasıdır. Buna mukabil Allah’ın insanlığa en büyük lütfu da “onları açlıktan kurtarıp doyurması ve korkudan güvende kılmasıdır. (Kureyş/4). Buradan çıkacak sonuçları hülasa etmek gerekirse emanet ve güven; huzurun, rızık bolluğunun, güzel ve hoş bir hayatın en önemli sebebi olurken, emanete hıyanet ve güvensizlik; bu nimetlerin elden gitmesine, korku, açlık ve sefalete neden olmaktadır.
Görüldüğü gibi dinimiz emanete ve güven hasletine büyük önem vermektedir. Emanete riayet etmeyeni kendisine güvenilmemeyi olgun mümin olarak kabul etmiyor. Peygamberlerde bulunması gerekli beş nitelikten biri emanet olduğu gibi olgun müminin özelliklerinden biri de emanettir. Zaten insanların sözüne, işine ve halkla olan ilişkilerindeki davranışlarına güvenilmeyen bir kimsenin kâmil manada mümin olması düşünülemez. Allah’tan emanet ve güven ehli olmamızı diliyorum…
FIKIH KÖŞEMİZ
Kocası tarafından ailesiyle görüşmesine izin verilmeyen kadın, eşinin rızasını almadan ailesini ziyarete gidebilir mi?
Evlilik birliği içinde erkeklerin ve kadınların karşılıklı hakları ve yükümlülükleri vardır. Bu hak ve yükümlülüklerin bir kısmı Kur’an ve sünnet tarafından ortaya konmuştur. Bir kısmı ise toplumun örfüne ve âdetine bağlı olarak belirlenmektedir. Kur’an-ı Kerim’de:”Onlarla (hanımlarla) iyi geçinin.” (Nisa, 4/19) emri vardır. Öte yandan Yüce Allah kendisine ibadet etmemizi emrettikten hemen sonra anne ve babaya iyilikte bulunmamızı emretmiştir (İsra, 17/23). Hz. Peygamber (s.a.s.) ise bir hadislerinde de, ‘Allah katında en iyi amel nedir? ‘ sorusuna: “Vaktinde kılınan namaz, anne ve babaya iyilik etmek ve Allah yolunda savaşmaktır.” şeklinde cevap vermiştir (Müslim, İman, 139). Ayrıca insanın yakınlarını görmesi, ziyaret etmesi hem dinin, hem de fıtratın gereği olan bir davranıştır.
Bu itibarla, bir aile reisinin herhangi bir ciddi sebep yokken buna engel olmaması, eşinin ailesine saygı göstermesi, eşinin akrabalık ilişkilerini sürdürmesine yardımcı olması yukarıdaki ayet ve hadislerin gereği olduğu gibi aile huzurunun devamı açısından da önemlidir. Koca eşinin anne ve babasının yanına haftada bir gitmesine engel olamaz. Zira bu sıla-i rahim bağının kopmasına yol açar. Anne-baba dışındaki mahremlerde bu süre bir yıl olarak belirlenmiştir. Ancak bu süreler nasla değil, zamanın örfü ile sabit olduğundan, her yerin örfüne göre değişebilir.
Din-i Mübin-i İslam’da iman ile güven arasında çok güçlü bir ilişki kurmuş. İman eden kimse anlamına gelen “mümin”; güvenilir insan anlamına gelen “emin”; güven, güvence ve güvenlik anlamına gelen “emniyet”; can ve mal güvencesi anlamına gelen “eman”; hıyanetin zıddı olarak kullanılan “emanet” kavramları, aynı kökten gelmektedir. Hz Peygamber (s.a.s.), emanet ve güveni bütün müminlerin ayrılmaz bir vasfı olarak zikretmiştir. “Mümin, insanların canlarına ve mallarına zarar vermeyeceğinden emin oldukları kimsedir.” (Tirmizî, Îmân,12) Dolayısıyla Allah’a iman eden bir mümin, kendisinin de bir parçası olduğu varlık âleminin Yüce Allah’ın himayesi, koruması ve garantisi altında olduğuna inanmak zorundadır.
Güven ve emanetin simgesi olan Sevgili Peygamberimizin insanın can güvenliği konusundaki duyarlılığını gösteren şu hadisi de çok dikkat çekicidir: Allah Resulü (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Dünyanın yok olması, Allah katında, Müslüman bir kimsenin öldürülmesinden daha önemsizdir.” (Nesâî, Muhârebe,2) hadis-i şerif, Mâide süresinin 32. ayetin-de ifade edilen, “Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın, bir insanı öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim bir hayatı kurtarırsa bütün in sanları kurtarmış gibi olur.” mealindeki ilâhî beyana uygunluk göstermektedir.
Güven ve emanetin simgesi olan İslam dinin ilk kodlarına bakıldığında Kur’an’da peygamberlere ilahî mesajları ulaştıran meleğin diğer bir adı güvenilir ruh (Rûhu’l-Emin), Hz. Muhammed’in İslam öncesinde kendisine verilen lakap Muhammedü’l-Emin, İslam, ortaya koyduğu ilkeleriyle güvenilir kişilerden oluşan “güvenilir bir toplum” (Beldetü’l-Emin), Kur’an’ın ortaya koyduğu mesajları inanıp kabul edenleri “Mümin” olarak nitelenmesi ve ayrıca Rabbimizin esmasında kendi sıfatların birisin de “el-Mümin” olması güven kavramının başlangıçtan itibaren İslam kültüründeki merkezi konumunu göstermesi bakımından oldukça dikkat çekicidir. Hz. Peygamberin veda hutbesinde vurguladığı emanet bilincinde de İnsanın, hem kendisi hem de çevresi ile kurmaya çalışacağı en küçüğünden en büyüğüne kadar yüklendiğimiz tüm sorumluluklarımız birer emanet olduğunu bildirmektedir.
Hâlık’ın mahlukata şefkat nazarıyla baktığını Efendimiz (sav), yaş bir dalın bile kesilmesini men etmiş ve kedisini aç bırakan abid bir kadının cehenneme gittiğini, susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeğe su veren günahkâr bir kadının ise cennete gittiğini bildirmiştir. Yine Resûlüllah (sav) emanetlerin zayi edilmesini, dünya hayatını kıyamet sahnelerine çevirecek derecede büyük bir ifsat sebebi olarak görmüştür. Bir gün ashabıyla konuşurken bir kimsenin:“- Kıyamet ne zaman kopacak?” sualine:“ Emanet zayi edildiği zaman kıyameti bekle!” cevabını vermiştir.“ Emanet nasıl zayi olacak?” diye sorulduğunda ise:“ İşler ehil olmayan kimselere verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurmuştur. (Buhârî, İlim, 2)
Kaybedilen Emanet ve Güvenin toplumsal ve bireysel hayatımızda kaybettirdiklerine baktığımızda İnsanlık için en tehlikeli belalar açlık, güvensizlik ve emanetin zayi olmasıdır. Buna mukabil Allah’ın insanlığa en büyük lütfu da “onları açlıktan kurtarıp doyurması ve korkudan güvende kılmasıdır. (Kureyş/4). Buradan çıkacak sonuçları hülasa etmek gerekirse emanet ve güven; huzurun, rızık bolluğunun, güzel ve hoş bir hayatın en önemli sebebi olurken, emanete hıyanet ve güvensizlik; bu nimetlerin elden gitmesine, korku, açlık ve sefalete neden olmaktadır.
Görüldüğü gibi dinimiz emanete ve güven hasletine büyük önem vermektedir. Emanete riayet etmeyeni kendisine güvenilmemeyi olgun mümin olarak kabul etmiyor. Peygamberlerde bulunması gerekli beş nitelikten biri emanet olduğu gibi olgun müminin özelliklerinden biri de emanettir. Zaten insanların sözüne, işine ve halkla olan ilişkilerindeki davranışlarına güvenilmeyen bir kimsenin kâmil manada mümin olması düşünülemez. Allah’tan emanet ve güven ehli olmamızı diliyorum…
FIKIH KÖŞEMİZ
Kocası tarafından ailesiyle görüşmesine izin verilmeyen kadın, eşinin rızasını almadan ailesini ziyarete gidebilir mi?
Evlilik birliği içinde erkeklerin ve kadınların karşılıklı hakları ve yükümlülükleri vardır. Bu hak ve yükümlülüklerin bir kısmı Kur’an ve sünnet tarafından ortaya konmuştur. Bir kısmı ise toplumun örfüne ve âdetine bağlı olarak belirlenmektedir. Kur’an-ı Kerim’de:”Onlarla (hanımlarla) iyi geçinin.” (Nisa, 4/19) emri vardır. Öte yandan Yüce Allah kendisine ibadet etmemizi emrettikten hemen sonra anne ve babaya iyilikte bulunmamızı emretmiştir (İsra, 17/23). Hz. Peygamber (s.a.s.) ise bir hadislerinde de, ‘Allah katında en iyi amel nedir? ‘ sorusuna: “Vaktinde kılınan namaz, anne ve babaya iyilik etmek ve Allah yolunda savaşmaktır.” şeklinde cevap vermiştir (Müslim, İman, 139). Ayrıca insanın yakınlarını görmesi, ziyaret etmesi hem dinin, hem de fıtratın gereği olan bir davranıştır.
Bu itibarla, bir aile reisinin herhangi bir ciddi sebep yokken buna engel olmaması, eşinin ailesine saygı göstermesi, eşinin akrabalık ilişkilerini sürdürmesine yardımcı olması yukarıdaki ayet ve hadislerin gereği olduğu gibi aile huzurunun devamı açısından da önemlidir. Koca eşinin anne ve babasının yanına haftada bir gitmesine engel olamaz. Zira bu sıla-i rahim bağının kopmasına yol açar. Anne-baba dışındaki mahremlerde bu süre bir yıl olarak belirlenmiştir. Ancak bu süreler nasla değil, zamanın örfü ile sabit olduğundan, her yerin örfüne göre değişebilir.