
Sayın Binali Yıldırım’dan önce; 62, 63 ve 64. Hükumetlerde üç kez Başbakanlık görevini üstlenmiş deneyimli devlet adamı Sayın Ahmet Davutoğlu, 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişimini CNN Türk’e değerlendirirken ‘Geçmiş olsun demiyorum, mübarek olsun diyorum!’ dedi.
Öyle sanıyorum ki Sayın Davutoğlu’nun amacı, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, sokağa çağrılan halk maharetiyle bir askeri darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmış olmasını övmek, bu sonucu bir sivil başarı olarak yüceltmekti.
Durum, gerçekten ifade edildiği kadar ‘mübarek’ midir, bunu bilemeyeceğim; ama benim gördüğüm şudur:
Silahlı isyanın yaşandığı gece, Türkiye’de askeri darbeler döneminin artık bütünüyle geride kaldığını bir kez daha deneyimledik.
Ne yazık ki teoride kalmayan, pratiğe dökülen bu keşif ya da daha açık deyimle ‘demokrasiye inanmayan kimselerin Amerika’yı yeniden keşfedişi’, ülkemize çok ama çok pahalıya patladı.
Cumhuriyet tarihimizde ilk kez;
Parlamento binamız bombalandı…
Başkentimiz Ankara, dış düşmanlara karşı halkın vergileriyle alınmış uçak ve helikopterlerle topa tutuldu…
Enformasyon alanında gözbebeğimiz, Türksat kampüsü vuruldu…
Gölbaşı’nda Özel Harekât üssü basıldı…
Askerimizle polisimiz karşı karşıya geldi ve kısa süreli de olsa fiilen çatıştı…
En üst düzeydeki Generalimiz, Genel Kurmay Başkanımız, bir gün öncesine kadar kendi komutasında bulunan ve 15 Temmuz’da silahlı isyan başlatan âsilerin elinde bir gece tutsak oldu…
Bütün kentlerde halk, geceyarısı selalarıyla sokağa, darbecilere karşı eyleme çağrıldı...
Ve tankların namlularını halka doğrulttuğuna; buna karşılık galeyan halindeki halkın da emir altındaki çocuklarımızı linç etmeye kalkıştığına tanık olduk…
Bir geceliğine cinneti, savaşı, kıyameti ve zifiri düşmanlığı yaşadık…
Olan elbette yine ‘bize’ oldu!
Ölen, başka milletten değildi, yine bizdendi.
Ve çok şükür ki bitti; bu cinnet uzun sürmedi.
Bu ülkede iktidarı değiştirmek isteyenler varsa onlar da yollarının sadece ve sadece demokrasiden ve sandıktan geçtiğini şimdi, bu pahalı bedeli ödedikten sonra -umuyoruz ki- daha iyi anlamışlardır!
Öte yandan bizim de demokrasiye inananlar, halk iradesine saygı duyanlar olarak bu deneyimden sonra biraz daha iyi anlamış olmamız gerekir ki duraganlaşan, kendini geliştiremeyen, kısırlaşıp özgürlükleri yontmaya başlayan demokrasiler daima tehdit altındadır.
Demokrasileri geliştirmenin yolu ise fikir ve ifade özgürlüğünü, sosyo-kültürel çeşitliliği, siyasal renkliliği korumaktan ve bunları güvence altına almaktan geçer.
***
Oltu’yla ve Oltu Belediye Başkanı Sayın İbrahim Ziyrek’le bitiriyorum bu yazıyı…
Ramazan Bayramı’nda memleketimdeydim. On güzel gün geçirdim Oltu’da ve o on günün her birinde Oltulu hemşehrilerimle şehrin meselelerini, ihtiyaçlarını konuştum.
Gördüm ki:
Dışarıdan yıllık iznini kullanmak üzere bir süreliğine Oltu’ya gelmiş Oltulular, genel gidişatı ve şehirleşme ivmesini eleştirme eğilimindeler.
Bu ilk bakışta doğal geliyor insana; öyle ya onlar, başka şehirlerin gelişim durumunu, ivmesini biliyorlar, karşılaştırma yapıyorlar ve sonuçta Oltu’nun gelişimini yetersiz buluyorlar…
Ama sıra ‘kendilerinin Oltu için ne yaptıklarını konuşmaya’ gelince susuyorlar:
Ya hiç ya da hiçe yakın eylemler, girişimler!
Halbuki Oltu dışında yaşayan Oltuluların Oltu için güçlü lobiler oluşturmaları mümkün. Elbette Oltu’daki mülki ve mahalli idarelerle senkronize girişimler oluşturmak koşuluyla.
Kimsenin hakkını yemeyelim; tarif ettiğim bu girişimin yeni yeni çok güzel örneklerini de görmeye başladık. Bursa’da, Gebze’de, İstanbul’da…
Değerli dostlarım Dursun Sağdıç’ın ve Fatih Hiçdurmaz’ın kulakları çınlasın…
Keza onların memleketteki eli kolu durumunda olan sevgili Bayram Şahin Arpa ve Dursun Murat Aydın…
Onların ve adlarını sayamadığım daha nice değerli Oltulunun ‘içte-dışta’ girişimleri çok önemli ve memleketim için çok da ümit verici!
Çok ama çok önemli bir tanıtım işlevi üstlenmiş durumdalar.
‘Misafir Oltuluların’ dıştan eleştirel eğilimine karşılık halen Oltu’da ikâmet eden Oltuluların genel tavrı ve algısı daha çok tahammülsüzlük ya da benim sezdiğim kadarıyla ‘sabırsızlık’ olarak dışavuruyor.
Dile getirdikleri şikayetlerin satır araları daha çok sıkıntı ve serzenişle dolu…
Ama…
Herkes İçişleri Bakanı’nın Oltulu olduğunu biliyor ve beklentileri de galiba en çok bu siyasal efekt etkiliyor.
Aslında Oltu’da çoğu kimse geleceğe dair bütün ümitlerini iki isme havale etmiş durumda:
Birincisi İçişleri Bakanı Sayın Efkan Ala…
İkincisi Cumhurbaşkanımızın yakın dostu Oltu Belediye Başkanı Sayın İbrahim Ziyrek…
Gerçek şu ki bu iki isim de Oltu için var güçleriyle çabalıyor olsalar da her şey dışarıdan gözüktüğü kadar kolay değil.
Küçücük değişimler, basit gözüken projeler bile mevcut şartlarda olağanüstü çaba ve emek gerektiriyor.
Sorun sadece para da değil!
Büyükşehir yasası çoğu zaman Sayın Ziyrek’in elini kolunu bağlıyor ve Erzurum’dan, Büyükşehir Belediye Başkanından istenecek şeyler -daha doğrusu Sayın Sekmen’in inisiyatifiyle, ilgisiyle sağlanabilecek şeyler- İbrahim Başkan’dan bekleniyor. Gerçi bunlar da çoğu zaman olumlu da sonuçlanıyor ama arada doğan zaman kaybı, halk indindeki memnuniyet seviyesini olumsuz yönde etkiliyor, aşağıya çekiyor…
Bu durumda Oltuluların asıl sınavı, sabır sınavı oluyor…
Nitekim şu anda Sayın Ziyrek su sorununu çözmüş durumda; ama yine bir memnuniyetsizlik var. Başkan da bu memnuniyetsizliği ilçeye getirilen içme suyunun kalitesine değil, yenilenmesi gereken şebeke aktarım hatlarına bağlıyor…
Bu da olur…
Gerekiyorsa bütün hatlar yenilenir…
Hatta Oltuluların beklediğinden, istediğinden çok daha fazla proje hazırlanır, daha köklü değişimler hayata geçirilir.
Oltu’nun arkasında Cumhuriyet tarihinde hiç olmamış bir güç ve destek var.
Sayın Başkan’da da değişimi sürdürebilecek güçlü irade var.
Sayın Efkan Ala şu günlerde hiç kuşku yok ki Türkiye’nin en yoğun insanlarından biri; ama Oltu’dan Ankara’ya taşınacak her ciddi projenin bir numaralı hâmisi olacağını da yine tüm Oltulular iyi biliyor.
Halk da istiyor yenileşimi, değişimi…
Öyleyse sabır…
Oltumuzun ilacı azıcık sabır…
Azıcık da üretkenlik; proje üretkenliği.
Başka şehirleri sollamanın yegâne yolu, onlardan daha çarpıcı şehirleşme fikirleri geliştirmek.
Hemşehrilerim bu son cümlelerimdeki ‘sabır’ vurgusuna kızacaklar biliyorum; ama mümkün olsa da onları Antalya Manavgat’ta, Ankara Beypazarı’nda, Konya Seydişehir’de ya da Kayseri’de, Sivas’ta, Trabzon’da, Amasya’da birkaç gün misafir edebilsem.
Bu yaz gezip gördüğüm yerler…
Her yerin nasıl delik deşik olduğunu, projelerin hangi hızla ilerlediğini birlikte denetlesek.
İnanın Oltu’dan çok da farklı değiller. Saydığım yerlerin her biri aylardır birer şantiye durumundaymış.
Halk ifade ediyor bunu.
Tıpkı Oltu’daki gibi…