
MERVE ECE TURAN
Yazma faaliyeti insan için en önemli ifadelerin ortaya konulduğu alandır. Sait Faik Abasıyanık bir sözünde şöyle der: “Yazamasaydım delirirdim.” Çok manalı bir sözdür. Evet, yazamasaydık ne yapardık? Sorunun kendisi gibi cevabı da ağırdır. Bu yüzdendir ki yüce yaratanın ilk emri oku ardından ise yazmaya yöneliktir. Hz. Peygamber’in Bedir Savaşından sonra esir alınan müşrikleri her 10 Müslümana okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bırakması da yine okuma ve yazmaya dinimizin verdiği önemi ortaya koymaktadır. Türkiye Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ise daha ülkenin düşmandan kurtarma sürecinin devam ettiği yıllarda 15 Temmuz 1921’de Maarif Kongresini toplayarak konunun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Eskişehir-Kütahya Savaşı devam ediyor ve siz o süreçte bile eğitim dolayısıyla okuma ve yazma işini ihmal etmiyorsunuz. Büyük Selçuklu Devleti vezirlerinden Nizamülmülk’ün şu sözünü de unutmamak lazım: “Kılıçlar memleketleri fetheder, kalemler tanzim.” Evet, bizlerde bu ülkemizi tanzim edecek kalemleri ortaya çıkarmak için yola çıktık. Biliyorduk ki söz kulağa, yazı her yere giderdi. Yine biliyorduk söze mühür vurulmaz. O yüzden çocuk akademisi ve yazarlık dersine önem veriyor ve gelecek kuşaklara rehberlik edecek tohumlar ekmek istiyorduk. Çok şükür emin adımlarla ilerliyoruz. Gün geçtikçe aramıza yeni kalemler ekleniyor ve ailemizi büyüyor. İşin içine anne ve babalarda girince yol almamız daha kolaylaşıyor. Çocuk akademisi ve yazarlık derslerimiz devam ediyor, çocuklarda yazma becerileri artıyordu. İşte o yazarlarımdan biri de Merve Ece Turan’dı. Merve bin bir emekle hazırladığı hikâyesini bana gösterdiğinde çok heyecanlıydı. Yazdıklarını hızlıca bana anlatıyor, acaba kitap haline getirilebilir mi diye soruyordu. Merve, narin, azimli ve çalışkan çocuktur. Görev sorumluluğu da olan bir öğrencidir. Emek verilmiş yazılar, çocukçu duygular ve hayalleri barındıran metin bana teslime edilmişti. Hemen Merve’nin anne ve babasını aradım. Durumdan onları haberdar edecektim. Ben söze başlamadan Merve’nin babası İbrahim Bey söze başladı. Çok mutlu olduğunu ve her türlü desteği vereceğini ifade etti. Merve’nin annesi de bizler gibi öğretmendi. Sağ olsun bize kitabın baskı öncesinde ve son kontrollerinde çok yardımları oldu. Merve’nin hikâyesi Hazine adını taşıyordu. Merve’de yazı dünyası için hazine değerinde bir eser ortaya koymuştu. Merve tek kitapla kalmayacak onu biliyorum. Daha ilk kitabı çıkmadan serinin ikincisi hazırlamaya başlamıştı. Yakın bir zamanda Hazine-2 kitabıyla karşınıza çıkarsa şaşırmayın derim. Amacımızda zaten çocuklarımızı sanal âlemden yazı ve okuma alanına çekebilmektir. Kalem ve defterle buluşan nesiller gelecek güvenle inşa edecektir. Biz buna canı gönülden inanıyoruz. Elimizde iyi malzeme var, önemli olan ve gerçek başarı onları doğru kullanabilmektir. Ailelerimizden çocukların okuma ve yazma merakların arttı sözleri duymak ise bizlerin doğru yolda olduğunu göstermesi bakımından kıymetlidir. Sizleri Merve Ece Turan tarafından yazılan HAZİNE adlı kitabın bir bölümüyle baş başa bırakıyorum. Yarın bir başka yazar ve kitapla buluşmak umuduyla…
Güneş bütün güzelliğini göstermeye yeryüzünü ısıtmaya başlamıştı. Kış geride kalmış, ilkbahar sıcak ve sevimli yüzünü göstermiş, doğayı şenlendirmişti. Karıncalar çoktan kış hazırlığına başlamışlardı bile... Ağaçlar ve çiçeklerin rengârenk görüntüsü bir festival havası estiriyordu. Bahar insanların neşesine neşe katıyordu.
Sınıf penceresinden ilkbaharın eşsiz güzelliğini izleyen Ezgi, daha on bir yaşında, beyaz tenli, sarı saçlı sevimli bir çocuktu. Beşinci sınıf öğrencisiydi. Araştırmayı, kitap okumayı ve bahçede arkadaşlarıyla gitar çalmayı çok severdi. Okulun bahçesi büyük bir alana sahipti. Mor leylaklarla çevrili bahçede etrafa hafif ve hoş bir koku yayılıyordu. Ezgi bu kokuya bayılıyordu. Zil çalmış eve gitme vakti gelmişti. Ezgi hızlı hareketlerle eve doğru yürüdü. Evleri yakındı yakın olmasına fakat hava kararmadan eve giden ağaçlık yolu geçmeliydi.
Yaz kış yeşilliğini koruyan kocaman çam ağaçlarının arasından geçeceğinin düşüncesiyle biranda heyecanlandı ve koşmaya başladı. Bir süre koşmuştu ki kendini yerde buldu. Yeşil ve yumuşak çimenlerin üzerine savrulan Ezgi ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kalktı, ayağına takılan parlak nesne dikkatini çekti. Biraz daha dikkatli baktığında bir kutu olduğunu gördü. Ezgi daha da heyecanlandı daha çok meraklandı. Etrafındaki toprakları eliyle temizledi. Evet, bu bir kutuydu. Acaba içinde ne vardı? Kutu birkaç denemeden sonra açıldı. İçinde kurdele ile sıkıca bağlanmış bir bez vardı.
Yazma faaliyeti insan için en önemli ifadelerin ortaya konulduğu alandır. Sait Faik Abasıyanık bir sözünde şöyle der: “Yazamasaydım delirirdim.” Çok manalı bir sözdür. Evet, yazamasaydık ne yapardık? Sorunun kendisi gibi cevabı da ağırdır. Bu yüzdendir ki yüce yaratanın ilk emri oku ardından ise yazmaya yöneliktir. Hz. Peygamber’in Bedir Savaşından sonra esir alınan müşrikleri her 10 Müslümana okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bırakması da yine okuma ve yazmaya dinimizin verdiği önemi ortaya koymaktadır. Türkiye Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ise daha ülkenin düşmandan kurtarma sürecinin devam ettiği yıllarda 15 Temmuz 1921’de Maarif Kongresini toplayarak konunun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Eskişehir-Kütahya Savaşı devam ediyor ve siz o süreçte bile eğitim dolayısıyla okuma ve yazma işini ihmal etmiyorsunuz. Büyük Selçuklu Devleti vezirlerinden Nizamülmülk’ün şu sözünü de unutmamak lazım: “Kılıçlar memleketleri fetheder, kalemler tanzim.” Evet, bizlerde bu ülkemizi tanzim edecek kalemleri ortaya çıkarmak için yola çıktık. Biliyorduk ki söz kulağa, yazı her yere giderdi. Yine biliyorduk söze mühür vurulmaz. O yüzden çocuk akademisi ve yazarlık dersine önem veriyor ve gelecek kuşaklara rehberlik edecek tohumlar ekmek istiyorduk. Çok şükür emin adımlarla ilerliyoruz. Gün geçtikçe aramıza yeni kalemler ekleniyor ve ailemizi büyüyor. İşin içine anne ve babalarda girince yol almamız daha kolaylaşıyor. Çocuk akademisi ve yazarlık derslerimiz devam ediyor, çocuklarda yazma becerileri artıyordu. İşte o yazarlarımdan biri de Merve Ece Turan’dı. Merve bin bir emekle hazırladığı hikâyesini bana gösterdiğinde çok heyecanlıydı. Yazdıklarını hızlıca bana anlatıyor, acaba kitap haline getirilebilir mi diye soruyordu. Merve, narin, azimli ve çalışkan çocuktur. Görev sorumluluğu da olan bir öğrencidir. Emek verilmiş yazılar, çocukçu duygular ve hayalleri barındıran metin bana teslime edilmişti. Hemen Merve’nin anne ve babasını aradım. Durumdan onları haberdar edecektim. Ben söze başlamadan Merve’nin babası İbrahim Bey söze başladı. Çok mutlu olduğunu ve her türlü desteği vereceğini ifade etti. Merve’nin annesi de bizler gibi öğretmendi. Sağ olsun bize kitabın baskı öncesinde ve son kontrollerinde çok yardımları oldu. Merve’nin hikâyesi Hazine adını taşıyordu. Merve’de yazı dünyası için hazine değerinde bir eser ortaya koymuştu. Merve tek kitapla kalmayacak onu biliyorum. Daha ilk kitabı çıkmadan serinin ikincisi hazırlamaya başlamıştı. Yakın bir zamanda Hazine-2 kitabıyla karşınıza çıkarsa şaşırmayın derim. Amacımızda zaten çocuklarımızı sanal âlemden yazı ve okuma alanına çekebilmektir. Kalem ve defterle buluşan nesiller gelecek güvenle inşa edecektir. Biz buna canı gönülden inanıyoruz. Elimizde iyi malzeme var, önemli olan ve gerçek başarı onları doğru kullanabilmektir. Ailelerimizden çocukların okuma ve yazma merakların arttı sözleri duymak ise bizlerin doğru yolda olduğunu göstermesi bakımından kıymetlidir. Sizleri Merve Ece Turan tarafından yazılan HAZİNE adlı kitabın bir bölümüyle baş başa bırakıyorum. Yarın bir başka yazar ve kitapla buluşmak umuduyla…
Güneş bütün güzelliğini göstermeye yeryüzünü ısıtmaya başlamıştı. Kış geride kalmış, ilkbahar sıcak ve sevimli yüzünü göstermiş, doğayı şenlendirmişti. Karıncalar çoktan kış hazırlığına başlamışlardı bile... Ağaçlar ve çiçeklerin rengârenk görüntüsü bir festival havası estiriyordu. Bahar insanların neşesine neşe katıyordu.
Sınıf penceresinden ilkbaharın eşsiz güzelliğini izleyen Ezgi, daha on bir yaşında, beyaz tenli, sarı saçlı sevimli bir çocuktu. Beşinci sınıf öğrencisiydi. Araştırmayı, kitap okumayı ve bahçede arkadaşlarıyla gitar çalmayı çok severdi. Okulun bahçesi büyük bir alana sahipti. Mor leylaklarla çevrili bahçede etrafa hafif ve hoş bir koku yayılıyordu. Ezgi bu kokuya bayılıyordu. Zil çalmış eve gitme vakti gelmişti. Ezgi hızlı hareketlerle eve doğru yürüdü. Evleri yakındı yakın olmasına fakat hava kararmadan eve giden ağaçlık yolu geçmeliydi.
Yaz kış yeşilliğini koruyan kocaman çam ağaçlarının arasından geçeceğinin düşüncesiyle biranda heyecanlandı ve koşmaya başladı. Bir süre koşmuştu ki kendini yerde buldu. Yeşil ve yumuşak çimenlerin üzerine savrulan Ezgi ne olduğunu anlamaya çalıştı. Kalktı, ayağına takılan parlak nesne dikkatini çekti. Biraz daha dikkatli baktığında bir kutu olduğunu gördü. Ezgi daha da heyecanlandı daha çok meraklandı. Etrafındaki toprakları eliyle temizledi. Evet, bu bir kutuydu. Acaba içinde ne vardı? Kutu birkaç denemeden sonra açıldı. İçinde kurdele ile sıkıca bağlanmış bir bez vardı.