
Hani tahammül mülkü yıkılmak üzeredir ama ‘Bu da geçer ya Hû!’ deriz ya, ah o ne güzel, ne benzersiz bir sabır ve direnç ifadesidir! İşte tam da şu anda, bunların -son dönemde uluslararası diplomasi alanında yaşamakta olduklarımızın- da geçip gitmesini sabırla ümit etme nöbetindeyiz.
Bütün bunların…
Diplomaside yalnızlaşmanın, sınır boyunda neredeyse müttefiksiz kalmanın, sınır ötesinde ise kötü huylu tümör gibi her gün bir başka yerde metastaz yapan gerginliklerin, kültürel kopuşların, soğumaların, canlı yayında en üst düzey restleşmelerin, feci kitlesel kamplaşmaların, birbirine ulanan diplomasi krizlerinin, dinler ve mezhepler arasında derinleşen uçurumların ve bu bağlamda karşımıza çıkan türlü güvenliksel kaygıların, olumsuzlukların sonlandırılmasını umuyoruz.
Ama kim yapacak bunu?
Dış dünya ile aramızda güçlü, karşılıklı saygıya ve empatiye dayalı yeni köprüler kurulmasını hayal ediyoruz. Bizim tarafımızda ve dışımızdaki dünyada yaşayan sorun çözücülerin, politikacıların, diplomatların, uzlaşı eksenli sivil toplum örgütlerinin, sözü dinlenen aydınların, bilim insanlarının, sanatçıların, gençlik veya kanaat önderlerinin, âkillerin olanca yaratıcılıklarını kullanmalarını ve insanlığın saplandığı bu derin krizden fırsatlar üretmelerini bekliyoruz.
Türk, Amerikan, Rus, Alman, Hollandalı, Arap, Afgan, Fransız, İngiliz, Kürt, Ermeni, Bask, Katalan…
Geleceğe biçim verenlerin, coğrafi sınırlarla dağlanmış dünyada kendi sınırlarının çok ötesindekileri de hesaba katarak bütün bu sorunlara herkesin içine sinecek, herkesi onurlandıracak barış odaklı çözümler üretmelerini istiyoruz…
Ama böyle bir çözüm oluşturabilmek için kim kendinden vazgeçecek?
***
Zeynep Atikkan’ın Metis Yayınevi’nden çıkmış ‘Avrupa Benim - Batı Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişi’ adlı kitabının henüz ilk bölümünü bitirmeden farkına varıyorum ki kendi topraklarındaki ırkçı ve bilhassa İslamofobik çıkışlardan rahatsız olan kimi Avrupalı aydınlar ile Batının bugünkü politik serüveninde marjinal kalanlar -sosyalist çizginin de en ucundakiler- yukarıdaki soruları bugünün Avrupalılarına yüksek sesle sormaktalar:
Doğu-Batı arasında, son dönemde daha çok Türkiye ile ilişkilere odaklanan krizi kim çözecek?
Doğuda ve Batıda bu krizin çözümü uğruna kimler kendini feda edecek?
Yani köprülerin yakılması ve ilelebed kopuş ihtimali sadece bizi rahatsız etmiyor.
Tabii zikrettiğimiz soruları çizginin öteki yakasında, Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de, İtalya’da, Norveç’te, hâsılı bütün Batı dünyasında bugün sadece marjinallerin soruyor olması ayrıca çok mânidâr.
Batıda aşırı sağı yedeğine almış iktidarların bırakın bize hak veren çözümsel fikirler üretmeyi, devletler ve medeniyetler arasındaki gerilimden medet umuyor oluşları da en az marjinallerin uzlaşı sözcüsüne dönüşmesi kadar mânidâr bir durum.
Bu durumun tahliline elbette bir tek paragraf yetmeyecektir; ama Atikkan, kitabının en etkileyici kısımlarından birinde şunu söylüyor:
‘Avrupalı aşırı sağcı partilerin özellikle Avrupa Parlamentosu seçimlerinde elde ettikleri başarı, bu partilerin bundan böyle marjinal olarak değerlendirilemeyeceğini ve yükselişlerinin de gelip geçici sayılamayacağını gösteriyor. Bu partiler, artık Avrupa alanının siyasal yönetimleri üzerinde doğrudan söz sahibi olmaktalar. Aynı zamanda sistemli biçimde, kültür temelli bir ırkçılığa, göçmenlere yönelik eleştiriye ve de Müslüman düşmanlığına Avrupa aşırı sağcıları, öyle görünüyor ki diğer sağ ve sol eğilimli partilerin merkezde bıraktığı boşluğu doldurmaya (oradan nemalanmaya) oynuyorlar…’
Bütün bunların…
Diplomaside yalnızlaşmanın, sınır boyunda neredeyse müttefiksiz kalmanın, sınır ötesinde ise kötü huylu tümör gibi her gün bir başka yerde metastaz yapan gerginliklerin, kültürel kopuşların, soğumaların, canlı yayında en üst düzey restleşmelerin, feci kitlesel kamplaşmaların, birbirine ulanan diplomasi krizlerinin, dinler ve mezhepler arasında derinleşen uçurumların ve bu bağlamda karşımıza çıkan türlü güvenliksel kaygıların, olumsuzlukların sonlandırılmasını umuyoruz.
Ama kim yapacak bunu?
Dış dünya ile aramızda güçlü, karşılıklı saygıya ve empatiye dayalı yeni köprüler kurulmasını hayal ediyoruz. Bizim tarafımızda ve dışımızdaki dünyada yaşayan sorun çözücülerin, politikacıların, diplomatların, uzlaşı eksenli sivil toplum örgütlerinin, sözü dinlenen aydınların, bilim insanlarının, sanatçıların, gençlik veya kanaat önderlerinin, âkillerin olanca yaratıcılıklarını kullanmalarını ve insanlığın saplandığı bu derin krizden fırsatlar üretmelerini bekliyoruz.
Türk, Amerikan, Rus, Alman, Hollandalı, Arap, Afgan, Fransız, İngiliz, Kürt, Ermeni, Bask, Katalan…
Geleceğe biçim verenlerin, coğrafi sınırlarla dağlanmış dünyada kendi sınırlarının çok ötesindekileri de hesaba katarak bütün bu sorunlara herkesin içine sinecek, herkesi onurlandıracak barış odaklı çözümler üretmelerini istiyoruz…
Ama böyle bir çözüm oluşturabilmek için kim kendinden vazgeçecek?
***
Zeynep Atikkan’ın Metis Yayınevi’nden çıkmış ‘Avrupa Benim - Batı Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişi’ adlı kitabının henüz ilk bölümünü bitirmeden farkına varıyorum ki kendi topraklarındaki ırkçı ve bilhassa İslamofobik çıkışlardan rahatsız olan kimi Avrupalı aydınlar ile Batının bugünkü politik serüveninde marjinal kalanlar -sosyalist çizginin de en ucundakiler- yukarıdaki soruları bugünün Avrupalılarına yüksek sesle sormaktalar:
Doğu-Batı arasında, son dönemde daha çok Türkiye ile ilişkilere odaklanan krizi kim çözecek?
Doğuda ve Batıda bu krizin çözümü uğruna kimler kendini feda edecek?
Yani köprülerin yakılması ve ilelebed kopuş ihtimali sadece bizi rahatsız etmiyor.
Tabii zikrettiğimiz soruları çizginin öteki yakasında, Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de, İtalya’da, Norveç’te, hâsılı bütün Batı dünyasında bugün sadece marjinallerin soruyor olması ayrıca çok mânidâr.
Batıda aşırı sağı yedeğine almış iktidarların bırakın bize hak veren çözümsel fikirler üretmeyi, devletler ve medeniyetler arasındaki gerilimden medet umuyor oluşları da en az marjinallerin uzlaşı sözcüsüne dönüşmesi kadar mânidâr bir durum.
Bu durumun tahliline elbette bir tek paragraf yetmeyecektir; ama Atikkan, kitabının en etkileyici kısımlarından birinde şunu söylüyor:
‘Avrupalı aşırı sağcı partilerin özellikle Avrupa Parlamentosu seçimlerinde elde ettikleri başarı, bu partilerin bundan böyle marjinal olarak değerlendirilemeyeceğini ve yükselişlerinin de gelip geçici sayılamayacağını gösteriyor. Bu partiler, artık Avrupa alanının siyasal yönetimleri üzerinde doğrudan söz sahibi olmaktalar. Aynı zamanda sistemli biçimde, kültür temelli bir ırkçılığa, göçmenlere yönelik eleştiriye ve de Müslüman düşmanlığına Avrupa aşırı sağcıları, öyle görünüyor ki diğer sağ ve sol eğilimli partilerin merkezde bıraktığı boşluğu doldurmaya (oradan nemalanmaya) oynuyorlar…’