
TRT Avaz TV’de izlemiştim; Safranbolu, Göynük gibi Osmanlı-Türk mimarisinin nadide örneklerini barındıran şehirlerde bir ev diğerinin güneşini kapatmıyor. Yani ev veya yapılar biri diğerine saygı çerçevesinde inşa ediliyor. Osmanlı devri Şeyhülislamlarından Ömer Hulusi Efendi’nin, “Yaptığı yüksek bina ile komşusunun evini karanlıkta bırakan, verdiği zararı karşılamak zorundadır” ifadesi bunun bir yansıması olsa gerek. Eski Türk evi geleneğinde mutlaka “Hayat” denilen esas hakim. Türklerin bir özelliği ise evleri, şehirleri genellikle yamaç ve tepelere kurmalarıymış.
Günümüzde, geçmişle bağımızı kopardığımız için bir çılgınlıkla tarım arazilerini konuta dönüştürmek, çok katlı binalara kendimizi hapsetmeyi maharet sanmışız. Eski Erzurum’da aynı hassasiyeti görebiliyorduk.
Günümüzde şehirleşme; geçmişle bağın tamamen kesildiği, komşuluk ilişkilerinin yok edildiği, birbirinden rahatsızlık duyan, gürültü ve görüntü kirliliğinin yaşandığı yüksek katlı apartman olarak karşımıza çıkıyor.
Apartmanlardaki sorun yalnız bunlarla bitmiyor. Birde deprem nedeniyle yitip giden mallar, geri gelmeyen canlar oluyor.
Yapılaşma, ruh kararmasını getiriyor, yalnızlığı beliyor. Dahası, insanın birçok değerinin dışarıda bırakıldığı bir hale bürünüyor.
İnsanoğlu hep daha fazlasını istiyor!
Ömrümüz konut veya araç kredisi ödemekle geçiyor.
Ortalama ömrün 70-80 yıl olduğunu düşündüğümüzde, buna değip değmeyeceğini hiç hesaba katmıyoruz.
Gün gelip insanın tabutuna dönüşen apartmanlar öyle ucuz yani ekonomik de değil. Sürekli yeni özellik kazandırılan (Bu özellikler cafcaf diyebileceğimiz, görüntü oluşturan eklentiler ki, 3-5 yılda özelliğini kaybediyor) ve sürekli fiyatların yükselmesinden öte anlam taşımıyor.
Tüketim toplumu dönüşümünün yansıması olan yeni apartmanlar, insan için tembelliği ve ataleti de getiriyor. Örneğin binaların çöplerinin toplandığı alan, kendinden süpürme özelliği eklentisi, akıllı denilen birtakım özellikler yeni bir insan tipini yaratıyor.
Sürekli yüksek fiyat ödenen ve adına akıllı denilen binalar ilk sırada sürüyle artan müteahhitleri, ardından akıllı sistemleri üreten asıl üreticileri zengin ediyor.
Bu binaların içerisine tıkılan insanlara bir şey kazandırmadığı ortada.
Düşünün, küçücük bir bahçesi dahi olmayan beton yığını bir süre sonra sizi sarıyor.
Oysa apartman dairesine ödenen paralar ile müstakil, bahçesi yani yaşamı barındıran tek, çift katlı evler insan ruhuna, yaratılışına ne çok artılar getirir. Çocuklarınızın rahatça oynayabileceği, tüketeceğiniz sebze ve meyveyi yetiştirebileceğiz geleneksel evleriniz sizleri daha çok huzura götürmez mi?
Bunun için yeni bir anlayış gerekiyor.
Çevreye, doğaya saygılı bir yaşam için önümüzde hala fırsat var!
Günümüzde, geçmişle bağımızı kopardığımız için bir çılgınlıkla tarım arazilerini konuta dönüştürmek, çok katlı binalara kendimizi hapsetmeyi maharet sanmışız. Eski Erzurum’da aynı hassasiyeti görebiliyorduk.
Günümüzde şehirleşme; geçmişle bağın tamamen kesildiği, komşuluk ilişkilerinin yok edildiği, birbirinden rahatsızlık duyan, gürültü ve görüntü kirliliğinin yaşandığı yüksek katlı apartman olarak karşımıza çıkıyor.
Apartmanlardaki sorun yalnız bunlarla bitmiyor. Birde deprem nedeniyle yitip giden mallar, geri gelmeyen canlar oluyor.
Yapılaşma, ruh kararmasını getiriyor, yalnızlığı beliyor. Dahası, insanın birçok değerinin dışarıda bırakıldığı bir hale bürünüyor.
İnsanoğlu hep daha fazlasını istiyor!
Ömrümüz konut veya araç kredisi ödemekle geçiyor.
Ortalama ömrün 70-80 yıl olduğunu düşündüğümüzde, buna değip değmeyeceğini hiç hesaba katmıyoruz.
Gün gelip insanın tabutuna dönüşen apartmanlar öyle ucuz yani ekonomik de değil. Sürekli yeni özellik kazandırılan (Bu özellikler cafcaf diyebileceğimiz, görüntü oluşturan eklentiler ki, 3-5 yılda özelliğini kaybediyor) ve sürekli fiyatların yükselmesinden öte anlam taşımıyor.
Tüketim toplumu dönüşümünün yansıması olan yeni apartmanlar, insan için tembelliği ve ataleti de getiriyor. Örneğin binaların çöplerinin toplandığı alan, kendinden süpürme özelliği eklentisi, akıllı denilen birtakım özellikler yeni bir insan tipini yaratıyor.
Sürekli yüksek fiyat ödenen ve adına akıllı denilen binalar ilk sırada sürüyle artan müteahhitleri, ardından akıllı sistemleri üreten asıl üreticileri zengin ediyor.
Bu binaların içerisine tıkılan insanlara bir şey kazandırmadığı ortada.
Düşünün, küçücük bir bahçesi dahi olmayan beton yığını bir süre sonra sizi sarıyor.
Oysa apartman dairesine ödenen paralar ile müstakil, bahçesi yani yaşamı barındıran tek, çift katlı evler insan ruhuna, yaratılışına ne çok artılar getirir. Çocuklarınızın rahatça oynayabileceği, tüketeceğiniz sebze ve meyveyi yetiştirebileceğiz geleneksel evleriniz sizleri daha çok huzura götürmez mi?
Bunun için yeni bir anlayış gerekiyor.
Çevreye, doğaya saygılı bir yaşam için önümüzde hala fırsat var!