
Tarihsel belgeler ise biyokaçakçılığın yeni bir sorun olmadığını, bu durumun Birinci Dünya Savaşı döneminde bile yaşandığını ortaya koyuyor.
Türkiye’nin biyolojik zenginlikleri, yüzyıllardır yerli ve yabancı bilim insanlarının, araştırmacıların ve maalesef biyokaçakçıların ilgisini çekiyor. Erzurum ve çevresi ise bu hırsızlığın hedefindeki başlıca bölgelerden biri. Kente özgü ters lale türü sarıdudak (Fritillaria michailovskyi), salep yumruları ve çeşitli böcek türleri, kaçakçıların en çok peşinde olduğu canlılar arasında yer alıyor. Başta İsrail, Almanya ve İngiltere gibi ülkelerden turist görünümüyle gelerek ülkenin genetik kaynaklarını çalıyorlar.
Atatürk Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü akademisyenlerinden Prof. Dr. Ömer Köksal Erman, bu tehlikenin yalnızca ekolojik değil, aynı zamanda ekonomik boyutunun da büyük olduğuna dikkati çekerek, “Böylesine zengin biyoçeşitliliğe sahip bir ülkenin canlı kaynakları elbette yabancıların gözünden kaçmaz. Turistik amaçlı görünüp taş, toprak, bitki, mantar ve hayvanlarımızı kaçırıyorlar. Oysa sadece Türkiye’de yetişen bir tür, belki de amansız bir hastalığın çaresi olabilir” dedi.
Erzurum’un coğrafi konumu nedeniyle adeta bir “tampon bölge” işlevi gördüğünü belirten Erman, il genelinde 1.392 bitki türü bulunduğunu, bunların 264’ünün endemik olduğunu vurguladı. Tarihsel kaynaklar da biyokaçakçılığın yeni olmadığını, Birinci Dünya Savaşı yıllarında dahi Anadolu’daki canlı türlerinin yabancılar tarafından yurt dışına kaçırıldığını ortaya koyuyor.
Erzurum’da 6 biyokaçakçılık olayı tespit edildi
Erzurum Doğa Koruma ve Milli Parklar 13. Bölge Müdürlüğü, doğanın genetik hazinelerini korumak için sahada denetimlerini artırırken, halkı bilinçlendirme çalışmalarını da sürdürüyor. Son 5 yılda Erzurum’da 6 biyokaçakçılık vakası ortaya çıkarıldı. İlgili kişilere kişi başı ortalama 300 bin TL idari yaptırım uygulanırken, kaçırılmak istenen türler arasında kente özgü sarıdudak (Fritillaria michailovskyi), salep (Orchidaceae) yumruları ve çeşitli böcek türleri yer aldı. Prof. Dr. Erman, kentin yüksek rakımından dolayı biyoçeşitlilik açısından ilgi çektiğini söyleyerek, “Erzurum’un oldukça soğuk bir il olması ve kış mevsiminde sıcaklığın zaman zaman eksi 40 dereceye kadar düşmesi, canlı türleri çeşitliliği açısından zengin olamayacağı akıllara gelebilir. Halbuki yüksek rakımlar her zaman biyoçeşitlilikte dikkati çeken yerler olmuştur. Her türlü yükseltiye uyum gösteren türler var olduğu gibi rakım olarak belirli yüksekliği tercih eden ve orada belirli yayılış gösteren türler de vardır. Başka illerimizde 1850 metre yükseklik ‘yayla’ olarak nitelendirilirken, Erzurum’da bu yükselti şehir merkezidir.
Ayrıca Erzurum tampon bölge konumundadır. Çevresinde değişik coğrafik bölge ve iller ile bağlantısı vardır. Bu nedenle, sınır olduğu bölgeler ve illerdeki canlıların da Erzurum’a girişi sağlanmaktadır.
Erzurum ili içerisinde 1392 bitki türü bulunmakta olup, bunların yaklaşık 264’ünün endemik olduğu ve ülkemizin en zengin bitkisel çeşitlilik barındıran illerden biri olduğu unutulmamalıdır.
Hayvan çeşitliliği, özellikle böcek çeşitliliği açısından da zengin bir konuma sahiptir. Erzurum’da bulunan bazı böcek türlerine Erzurum ve ilçeleri ile şahıs isimleri verilmiştir. ’Hydroporus erzurumensis, Hydroporus aşkalensis, Vadonia ispirensis, Pronotalia tortumensis, Phyllotreta oltuensis, Merodon hikmeti, Hydroporus neclae’’ türleri Erzurum’da bulunmuş bazı böcek türleridir ve yeni türler bulunmaya da devam etmektedir” dedi.
Gözde ülke Türkiye
Türkiye’nin biyoçeşitlilikte gözde ülke olduğunu kaydeden Erman, “Anadolu, canlı türlerin ve genetik özelliklerin çeşitliliği bakımından “müze” olabilecek kadar zengin biyolojik varlıklara sahiptir. Anadolu coğrafi konumu nedeniyle üç kıta arasında bir köprü durumumda ve göç yolları üzerindedir.
7 farklı coğrafi bölgesi, 7 farklı kıtaymış gibi iklim ve coğrafyaya sahiptir. Türkiye, biyoçeşitlilik açısından Avrupa kıtasının tamamına yakın bir zenginliğe sahiptir. Avrupa Kıtası sahip olduğu 50 ülke ile Türkiye'ye kıyasla 13 kat daha büyük alan kaplamasına rağmen, Avrupa’da bulunan bitki türlerinin yüzde 75’i Türkiye’de bulunmaktadır. Tespit edilmiş 12 bin 476 bitki türünün 4 bin 80’i endemiktir. Yani dünyada sadece Türkiye’de bulunmaktadır. İllere, hatta ilçelere özgü elma, armut, buğday, sebze, meyve, mantar ve hayvanlarımız bulunmaktadır. Bununla birlikte, Türkiye’de tespit edilen 1300 kadar omurgalı hayvan ve 38 bin civarında böcek türü olmak üzere, tür sayısının da 60-70 bin civarında olabileceği tahmin edilmektedir” ifadelerini kullandı.
Geçmişten bugüne süren tehlike
Biyokaçakçılık, ülke tarihinde yeni bir sorun değil. Osmanlı döneminde yurtdışına kaçırılan laleler, Hollanda’da yetiştirilerek ülkenin bugün “Lale Ülkesi” olarak tanınmasına ve büyük bir endüstri oluşmasına yol açtı. Türkiye’den götürülen Ankara Tavşanı, Avustralya ve Güney Afrika gibi ülkelerde önemli sektörlere dönüştü. Halfeti Gülü olarak bilinen “Kara Gül” bugün yurtdışında “Rosa odorata” adıyla pazarlanırken, Türkiye’den götürülen “Bombus” türü arılar ise çoğaltılarak dünyanın farklı ülkelerine kiralanıyor.
Kaçakçılığın önüne geçmek için iş birliği çağrısı
Yetkililer, vatandaşların doğadan izinsiz tür toplamayı biyokaçakçılık suçu olarak görmeleri gerektiğini vurguluyor. Şüpheli faaliyetlerin hızlıca bildirilmesi, yerel halkın gözlemlerinin değerlendirilmesi, ilgili kurumlar arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi ve üniversitelerle ortak projeler yürütülmesi, biyolojik çeşitliliğin korunması için kritik önem taşıyor.
Prof. Dr. Erman bu konuda da, yaptırımların caydırıcı olması gerektiğini vurgulayarak, “Doğa ve biyoçeşitlilikle ilgili çalışmalarda Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü’nden izin almak zorunluluğu vardır. Çalışma yapılacağı illerde kaymakamlığa veya Jandarma birimlerine haber verilmek zorundadır. Araştırma yapan bilim adamlarımız bu kurallara uymaktadırlar. Fakat buna rağmen yabancı araştırıcılar her sene gelip türlerimizi yurt dışına kaçırmaktadırlar. Yurt dışında, değil bir türü başka bir ülkeye çıkarmak, endemik bir türü veya nesli tehlike altında olan bir bitkiyi bile koparmanın ağır yaptırımları vardır. Bu değerlerin kaçırılmaması için yaptırımların daha caydırıcı olması gerekmektedir” diye konuştu.
Ekonomiye faturası
Biyokaçakçılık yalnızca doğayı değil, Türkiye ekonomisini de vuruyor. Endemik türler; ilaç, tarım, gıda ve kozmetik sektörlerinde yüksek ekonomik değere sahip. Bu türlerin izinsiz olarak yurt dışına çıkarılması, milyarlarca liralık potansiyel gelirin ülke dışına gitmesine neden oluyor.
Örneğin; salep yumrularının yurtdışına kaçırılması, Türkiye’nin her yıl milyonlarca lira kaybetmesine yol açıyor. Nadir bitki ve böcek türleri ise uluslararası biyoteknoloji ve ilaç firmalarının önemli gelir kapılarından biri hâline geliyor.
Türkiye’nin biyoçeşitliliğinin korunmasını yalnızca çevresel değil, aynı zamanda stratejik ve ekonomik bir zorunluluk olarak değerlendiren Erman, şunları söyledi;
“Biyoçeşitlilik zenginliği aynı zamanda, gen kaynağı çeşitliliğidir ve bu gen kaynakları kaybedilmeyecek kadar değerlidir.
İnsanlığa hizmet için oluşturulan melez çaprazlamaların, ırkların oluşturulması, türlerin yabani (doğadaki) türler ile çaprazlanması neticesinde oluşturulmaktadır. Önemsiz gibi gördüğünüz veya hiç tanımadığınız için ortadan kaldırılan bir canlı, tiksindiğiniz bir hayvan türü veya dikenini, kokusunu beğenmediğiniz bir bitki belki de ileride amansız bir hastalığın çaresi olabileceği, geleceğin en önemli ilaç veya sanayi hammaddelerinden birinin kaynağı olabileceği unutulmamalıdır. Doğada var olan türler milyonlarca yılların birikimiyle oluşmuştur ve bir tür yok edilemeyecek kadar kıymetlidir. Bir türün bile yok olması o türle ekolojik ilişkileri olan bir çok türün de yok olmasına neden olacaktır. Ayrıca unutulmamalıdır ki, doğadaki türler insanlığa; gıda, tarım, gen kaynağı (hastalıkların tedavisi, hibritlemeler, yeni ırklar), biyolojik kontrol araçları (faydalı böcekler, kuşlar, faydalı bakteriler), doğal ve endüstriyel ürünler (organik kökenli pestisitler, gübreler, ilaçlar, antibiyotikler), bilimsel modeller, eczacılık (ilaç hammaddeleri, kozmetik), sanayi (kenevir, gülyağı, zamk, reçine, çeşitli bitkisel yağlar, sakızlar, bitkisel boyalar, afyon, safran. anason vb.), teknoloji ve icatların kaynağı olmaları, turizm, çevre sağlığı, ekonomik, tıbbi vb. birçok açıdan fayda getirmektedir. İnsanoğlunun bulduğu bir kısım icatların ilham kaynağı da, doğadaki türlerde (nilüfer çiçeği, örümcek ağı, helikopter böceği vb.) var olan tasarımlar olmuştur.”
Manolya Bulut