
25. Kuruluş yıldönümünde Erzurum Devlet Tiyatrosu, 100. yılını kutlayan Cumhuriyet Türkiyesine verilecek en güzel yıldönümü hediyelerinden birini sahnelemeye hazırlanıyor… “Ana-dolu!” (Milli Mücadelenin Cesur ve Kayıp Kadınları)
Ülkemizde yaşanan deprem felaketinin ardından buruk ama anlamlı bir hediye ile tiyatro severlerle buluşacak çeyrek asırlık çınarımız. Tevafuk olarak nitelendirdiğimiz bu buluşma oldukça anlam kazanıyor bu hüzünlü günlerimizde. Zira yaralarımızı sarmak için moral ve motivasyon şart. Spordan sanata hangi alanda gelirse gelsin baş göz üstüne…
İlknur Bektaş tarafından kaleme alınan, Milli Mücadele sırasında kadınlarımızın zafere giden yolda gösterdikleri mücadele ve çabanın anlatıldığı kalabalık ve yetenekli bir oyuncu kadrosuna sahip tek perdeden oluşan “Ana-dolu” isimli oyunu Erzurum Devlet Tiyatrosu Müdürü Sezai Yılmaz yönetiyor. Provalarını izlemiş biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu senenin en iyi Devlet Tiyatrosu oyunlarından biri olmaya aday…
Ne güzel yapıyor bir yazar Anadolu’nun tanımını: “Anadolu medeniyettir… Anadolu hürriyet aşkıdır… Anadolu vatan sevdasının adıdır… Anadolu kardeşliğin ormanıdır… Anadolu dayanışmanın deryasıdır… Anadolu fedakarlığın zirvesidir…” Anadolu, insan olmanın, insan gibi yaşamanın, insanlığa hizmet etmenin biricik vatanı “Ana”lık duygusunun filizlendiği toprağın adıdır. Zalime korku, mazluma umut verme davasıdır, Anadolu insanının canından yeğ tuttuğu.

Ülke olarak zor bir süreçten geçiyoruz dedik. Ancak biliyoruz ki Yaradan’ın bir lütfu olarak bu aziz milletin genlerine işlenmiş olan öyle güzel bir ve beraber olma duygusuna sahibiz ki; problemlerin çetinliği, süreçlerin zorluğu ne olursa olsun Anadolu insanının birliktelik duygusu toplu vurdukça sindirilemeyecek bir azim oluşturmakta ve bize bu zorlukların üstesinden gelme kabiliyeti sunmakta. Oyuna birazdan kısaca değineceğiz ancak bir ayrıntı dikkatimizi çekti. Ana-dolu isimli oyunun uzun isminde “Kayıp” ibaresi yer almakta. Fakat bu yanlış bir algılama oluşturmasın zihinlerde. Zira kayıp olan bir kadınımız, yahut kahramanımız değil. Kaybolan zihinlerimiz var bizim. Genellikle çabuk unutan bir yapıya sahibiz. Her bir karışı bu kahramanların kanlarıyla, alın terleriyle yoğrulmuş vatan toprağımızın nasıl elde edildiğini biliriz ama belleğimizde çoğu zaman canlı tutmayız. Oysa, “Kayıp” olarak algılanan kahraman kadınlarımız şanlı tarihimizin her döneminde her koşulda farklı bir vücuda bürünerek çıkar karşımıza. Ve harekete geçirir bizleri. O zaman anlarız “millet” olduğumuzu! Perde açıldığında nasıl ki yüzyıl önce kundaktaki bebeğini kucağına, İnebolu’dan aldığı silah ve cephaneyi de sırtına alarak soğuk havaya aldırış etmeksizin Kastamonu’ya götürmek için yaya bir şekilde yollara düşen Şerife Bacı’ya şahit olduysak Kahramanmaraş Depreminin acısını yüreğinde hisseden Karadenizli kadınlarımızın sırtlarına vurdukları çuvallarla ellerinde avuçlarında depremzedelerin işine yarayacak olan eşyalarını afet koordinasyon merkezlerine taşıdıklarına da bugün hep birlikte ekranlarımızın başında şahit olduk. Milli Mücadele böyle bir şey işte! Kah düşman karşısında, kah bir afet anında dik durarak, devletinizin yanında olarak millet olduğunuzu gösterirsiniz. Anadolu kadını da bu anlarda hep İbrahim’in ateşine su götüren karınca misali safını en net şekilde belli etmiştir. Anadolu, aziz milletimiz için bir vatan toprağı olmanın yanında bir insan ve kültür modelinin ilham kaynağıdır. Ve bu modeli kadınlarımızdan öğreniriz...

Şimdi bizler, “Aşkını, vatan sevgisiyle yer değiştiren” kahraman Türk kadınlarımızın hikayelerini izleyeceğiz Erzurum Devlet Tiyatrosu sahnemizde. Bazen Halide Edip’in o fevkalade hatipliğinden etkilenip bir kıvılcım yakacağız, bazen karartıp gözümüzü İstanbul’dan bir gemiye atlayıp Samsun’a oradan da bin bir zorlukla Sivas’a gelip kongre hazırlığındaki Gazi Paşa’nın karşısına çıkarak cephe izni alan “Mahi” Kadın’ın, Kara Fatma’ya dönüşmesine tanıklık edeceğiz. “Yüküm cephane değil, Namustur!” diyen Münevver Saime’nin, vakar ve dirayetiyle sarsılıp, aşkın gözyaşlarını Makbule Efe’nin şehadetiyle göreceğiz. Bununla birlikte Milli Mücadeleden öncesine gideceğiz. O hazin günlere… 93 Harbine. ‘Analık’ kavramına hak ettiği anlamı yükleyeceğiz; “Benim yavrum anasız büyür, ama vatansız büyüyemez!” diyen ve bir şehri topyekün hücuma kaldıran “3.Ordunun Nenesi” Nene Hatun’un ardından gururla koşacağız tek dişi kalmış canavarın üzerine ! O vakit anlayacağız işte Anadolu’nun neden Ana-dolu olduğunu !
Biz kahraman kadınlarımızı izlerken erkekler boş durmayacak elbet. Mahmuzlayacak Şahin Bey atını ve yalınkılıç dalacak işgalci küffarın içine. Dört bir yanı hainle çevrelenmiş Avukat Faruk keskin zekasıyla çıkacak cendereden, cenaze diye tabutların içine sakladığı silahları dağıtacak Anadolu’nun yiğit erlerine. Ve nihayetinde geldikleri gibi gitmelerinin sevincini yaşayacağız. Anadolu insanına kefen biçenin uğradığı akıbeti sereceğiz dünyanın gözleri önüne ! Bir vücut olduğumuzda Türkiye olduğumuzu dosta düşmana izlettireceğiz !

Ne diyordu Bedri Rahmi Eyüboğlu;
“Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var”
Milli Mücadelede, her bir yörenin, her bir kahramanın ayrı bir hikayesi var. İşte o yürek taşıyan türkülerle bu kahramanlık hikayelerinin harmanlandığı oyunun aynı zamanda başarılı bir ses ve ışık düzeni olduğunu da dile getirmek gerekir. Ağız kopuzuyla bağlamanın başarılı bir şekilde bütünleştirildiği, müzik kültürümüzün zengin motiflerinden örneklerin sunulduğu ses düzeni, dramatik öyküyü destekleyen ışık geçişleriyle birleşince oyunun görselliğine ayrı bir güzellik kazandırıyor. Böylelikle izleyici sahnenin büyülü atmosferine kendini teslim ediyor. Oyunun müzikleri Selçuk Yılmaz’a ışık tasarımı ise Eser Dursun’a ait. Sahne geçişlerinde izlediğimiz danslar da olayla ilişkilendirilip oyunun temasına hizmet eder bir şekilde kompoze edilmiş. Dansları izlerken Türk Milletinin esarete başkaldırışını, emperyal düzene karşı bir isyan çığlığını izliyorsunuz aslında
Yoğun işlenen bir dramatik örgü hakim oyun geneline ve kopukluk yok denecek kadar az. Bunda tabi ki reji başarısı ve oyuncu performansı da etken. Durum böyle olunca seyirci anlatılan olaya kendini kaptırıyor ve duygusal biz hazza ulaşıyor. Rol kişilerinin gerçek karaktere uygunluğuna da dikkat edilmiş. Örneğin Kara Fatma rolündeki oyuncu fiziken de tarih kitaplarımızda gördüğümüz Kara Fatma’nın neredeyse aynısı. Belli ki rol dağılımlarında bile ince elenip sık dokunulmuş.
Cumhuriyetin temellerinin atıldığı şehir olan Erzurum’da ‘Ana-dolu’ oyununun sahneleniyor olması her Erzurumlu gibi bizleri de ziyadesiyle gururlandırdı. Milli Mücadeleye giden yolda Erzurum’un önemi bir kez daha tescillendi sanki. Bu nedenle Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğümüz başta olmak üzere, Erzurum Devlet Tiyatrosu Müdürümüz Sezai Yılmaz’a, birbirinden yetenekli ve değerli oyuncu arkadaşlarımıza ve sahne gerisinde emek veren Erzurum Devlet Tiyatroları teknik ekibine de bir Erzurumlu olarak teşekkürü borç biliyorum. Acımızı hafiflettiler ve bize bizden olanı hatırlattılar. Bizi kendimize getirdiler ve bizi bir kez daha motive ettiler. ‘Güle oynaya ölüme koşanlar’ demişiz ya yazımızın başlığına. Şimdi bir düzeltme yapalım; Onlar aslında, “Güle oynaya zafere koşanların destanı”ydı.
Var olasın Erzurum Devlet Tiyatrosu !
Ülkemizde yaşanan deprem felaketinin ardından buruk ama anlamlı bir hediye ile tiyatro severlerle buluşacak çeyrek asırlık çınarımız. Tevafuk olarak nitelendirdiğimiz bu buluşma oldukça anlam kazanıyor bu hüzünlü günlerimizde. Zira yaralarımızı sarmak için moral ve motivasyon şart. Spordan sanata hangi alanda gelirse gelsin baş göz üstüne…
İlknur Bektaş tarafından kaleme alınan, Milli Mücadele sırasında kadınlarımızın zafere giden yolda gösterdikleri mücadele ve çabanın anlatıldığı kalabalık ve yetenekli bir oyuncu kadrosuna sahip tek perdeden oluşan “Ana-dolu” isimli oyunu Erzurum Devlet Tiyatrosu Müdürü Sezai Yılmaz yönetiyor. Provalarını izlemiş biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bu senenin en iyi Devlet Tiyatrosu oyunlarından biri olmaya aday…
Ne güzel yapıyor bir yazar Anadolu’nun tanımını: “Anadolu medeniyettir… Anadolu hürriyet aşkıdır… Anadolu vatan sevdasının adıdır… Anadolu kardeşliğin ormanıdır… Anadolu dayanışmanın deryasıdır… Anadolu fedakarlığın zirvesidir…” Anadolu, insan olmanın, insan gibi yaşamanın, insanlığa hizmet etmenin biricik vatanı “Ana”lık duygusunun filizlendiği toprağın adıdır. Zalime korku, mazluma umut verme davasıdır, Anadolu insanının canından yeğ tuttuğu.

Ülke olarak zor bir süreçten geçiyoruz dedik. Ancak biliyoruz ki Yaradan’ın bir lütfu olarak bu aziz milletin genlerine işlenmiş olan öyle güzel bir ve beraber olma duygusuna sahibiz ki; problemlerin çetinliği, süreçlerin zorluğu ne olursa olsun Anadolu insanının birliktelik duygusu toplu vurdukça sindirilemeyecek bir azim oluşturmakta ve bize bu zorlukların üstesinden gelme kabiliyeti sunmakta. Oyuna birazdan kısaca değineceğiz ancak bir ayrıntı dikkatimizi çekti. Ana-dolu isimli oyunun uzun isminde “Kayıp” ibaresi yer almakta. Fakat bu yanlış bir algılama oluşturmasın zihinlerde. Zira kayıp olan bir kadınımız, yahut kahramanımız değil. Kaybolan zihinlerimiz var bizim. Genellikle çabuk unutan bir yapıya sahibiz. Her bir karışı bu kahramanların kanlarıyla, alın terleriyle yoğrulmuş vatan toprağımızın nasıl elde edildiğini biliriz ama belleğimizde çoğu zaman canlı tutmayız. Oysa, “Kayıp” olarak algılanan kahraman kadınlarımız şanlı tarihimizin her döneminde her koşulda farklı bir vücuda bürünerek çıkar karşımıza. Ve harekete geçirir bizleri. O zaman anlarız “millet” olduğumuzu! Perde açıldığında nasıl ki yüzyıl önce kundaktaki bebeğini kucağına, İnebolu’dan aldığı silah ve cephaneyi de sırtına alarak soğuk havaya aldırış etmeksizin Kastamonu’ya götürmek için yaya bir şekilde yollara düşen Şerife Bacı’ya şahit olduysak Kahramanmaraş Depreminin acısını yüreğinde hisseden Karadenizli kadınlarımızın sırtlarına vurdukları çuvallarla ellerinde avuçlarında depremzedelerin işine yarayacak olan eşyalarını afet koordinasyon merkezlerine taşıdıklarına da bugün hep birlikte ekranlarımızın başında şahit olduk. Milli Mücadele böyle bir şey işte! Kah düşman karşısında, kah bir afet anında dik durarak, devletinizin yanında olarak millet olduğunuzu gösterirsiniz. Anadolu kadını da bu anlarda hep İbrahim’in ateşine su götüren karınca misali safını en net şekilde belli etmiştir. Anadolu, aziz milletimiz için bir vatan toprağı olmanın yanında bir insan ve kültür modelinin ilham kaynağıdır. Ve bu modeli kadınlarımızdan öğreniriz...

Şimdi bizler, “Aşkını, vatan sevgisiyle yer değiştiren” kahraman Türk kadınlarımızın hikayelerini izleyeceğiz Erzurum Devlet Tiyatrosu sahnemizde. Bazen Halide Edip’in o fevkalade hatipliğinden etkilenip bir kıvılcım yakacağız, bazen karartıp gözümüzü İstanbul’dan bir gemiye atlayıp Samsun’a oradan da bin bir zorlukla Sivas’a gelip kongre hazırlığındaki Gazi Paşa’nın karşısına çıkarak cephe izni alan “Mahi” Kadın’ın, Kara Fatma’ya dönüşmesine tanıklık edeceğiz. “Yüküm cephane değil, Namustur!” diyen Münevver Saime’nin, vakar ve dirayetiyle sarsılıp, aşkın gözyaşlarını Makbule Efe’nin şehadetiyle göreceğiz. Bununla birlikte Milli Mücadeleden öncesine gideceğiz. O hazin günlere… 93 Harbine. ‘Analık’ kavramına hak ettiği anlamı yükleyeceğiz; “Benim yavrum anasız büyür, ama vatansız büyüyemez!” diyen ve bir şehri topyekün hücuma kaldıran “3.Ordunun Nenesi” Nene Hatun’un ardından gururla koşacağız tek dişi kalmış canavarın üzerine ! O vakit anlayacağız işte Anadolu’nun neden Ana-dolu olduğunu !
Biz kahraman kadınlarımızı izlerken erkekler boş durmayacak elbet. Mahmuzlayacak Şahin Bey atını ve yalınkılıç dalacak işgalci küffarın içine. Dört bir yanı hainle çevrelenmiş Avukat Faruk keskin zekasıyla çıkacak cendereden, cenaze diye tabutların içine sakladığı silahları dağıtacak Anadolu’nun yiğit erlerine. Ve nihayetinde geldikleri gibi gitmelerinin sevincini yaşayacağız. Anadolu insanına kefen biçenin uğradığı akıbeti sereceğiz dünyanın gözleri önüne ! Bir vücut olduğumuzda Türkiye olduğumuzu dosta düşmana izlettireceğiz !

Ne diyordu Bedri Rahmi Eyüboğlu;
“Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var”
Milli Mücadelede, her bir yörenin, her bir kahramanın ayrı bir hikayesi var. İşte o yürek taşıyan türkülerle bu kahramanlık hikayelerinin harmanlandığı oyunun aynı zamanda başarılı bir ses ve ışık düzeni olduğunu da dile getirmek gerekir. Ağız kopuzuyla bağlamanın başarılı bir şekilde bütünleştirildiği, müzik kültürümüzün zengin motiflerinden örneklerin sunulduğu ses düzeni, dramatik öyküyü destekleyen ışık geçişleriyle birleşince oyunun görselliğine ayrı bir güzellik kazandırıyor. Böylelikle izleyici sahnenin büyülü atmosferine kendini teslim ediyor. Oyunun müzikleri Selçuk Yılmaz’a ışık tasarımı ise Eser Dursun’a ait. Sahne geçişlerinde izlediğimiz danslar da olayla ilişkilendirilip oyunun temasına hizmet eder bir şekilde kompoze edilmiş. Dansları izlerken Türk Milletinin esarete başkaldırışını, emperyal düzene karşı bir isyan çığlığını izliyorsunuz aslında
Yoğun işlenen bir dramatik örgü hakim oyun geneline ve kopukluk yok denecek kadar az. Bunda tabi ki reji başarısı ve oyuncu performansı da etken. Durum böyle olunca seyirci anlatılan olaya kendini kaptırıyor ve duygusal biz hazza ulaşıyor. Rol kişilerinin gerçek karaktere uygunluğuna da dikkat edilmiş. Örneğin Kara Fatma rolündeki oyuncu fiziken de tarih kitaplarımızda gördüğümüz Kara Fatma’nın neredeyse aynısı. Belli ki rol dağılımlarında bile ince elenip sık dokunulmuş.
Cumhuriyetin temellerinin atıldığı şehir olan Erzurum’da ‘Ana-dolu’ oyununun sahneleniyor olması her Erzurumlu gibi bizleri de ziyadesiyle gururlandırdı. Milli Mücadeleye giden yolda Erzurum’un önemi bir kez daha tescillendi sanki. Bu nedenle Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğümüz başta olmak üzere, Erzurum Devlet Tiyatrosu Müdürümüz Sezai Yılmaz’a, birbirinden yetenekli ve değerli oyuncu arkadaşlarımıza ve sahne gerisinde emek veren Erzurum Devlet Tiyatroları teknik ekibine de bir Erzurumlu olarak teşekkürü borç biliyorum. Acımızı hafiflettiler ve bize bizden olanı hatırlattılar. Bizi kendimize getirdiler ve bizi bir kez daha motive ettiler. ‘Güle oynaya ölüme koşanlar’ demişiz ya yazımızın başlığına. Şimdi bir düzeltme yapalım; Onlar aslında, “Güle oynaya zafere koşanların destanı”ydı.
Var olasın Erzurum Devlet Tiyatrosu !
