
Bir zamanların ticaret merkezi olan Gürcü kapı da ayakta kalabilen en eski yapı olarak karşımıza Gürcükapı diğer adıyla Ali Ağa camisi çıkar. ( “Ali Ağa Erzurum kalesinde görevli Zağarcıbaşıdır”, İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleriyle Erzurum Tarihi, s.206.) Ali Ağa Cami, bankalar caddesinin karşısında Taşmağazaların alt başında yer alır. Ali Ağa camisi kitabelerde yazılan bilgilere göre 1608 yılında yapılmıştır. Caminin kıble duvarı ile köşeleri muntazam kesme taşla, diğer yönleri adi taşla yapılmıştır. Son cemaat yerini kırmızı kanber taşından dört sütunun üzerindeki üç kubbe örter. Cami içerisi ise tek büyük kubbelidir. Taştan yapılmış olan minaresi ise caminin sağındadır. Adi taş kemerli kapısının üzerinde güzel sülüs ile kalemle yazılı bulunan kitabesinde caminin 1859 yılında tamir edildiği bilinmektedir. Kitabenin altındaki küçük yuva içindeki yuva kazınmak suretiyle yok edilmiştir. Kitabe taşının üstüne açılan pencerelerin sağdakinin üstüne “Tanrım, Yaradanım! Gözyaşlarıma acı!” Soldakinin üstüne (Tövbemi kabul, hatamı mağfiret et!) anlamında Osmanlıca yazı vardır. Mabedin ahşap minberinin kapısının üstünde teneke levhasının altında Trabzail-Hüseyin’in yazdığı başka levha vardır. Mabedin kubbesinin eteğinde üç pencere vardır (Solmaz, Ortaçağda Erzurum Kaleleri, s.79.) Camide üzerinde vakıf kitabeleri bulunan beş adet şamdan vardır. Bunları 1143’te Molla İsmail, Hüseyin İbn-i Bayraktar, 1321’de Sandıkçızade Hacı Ahmet Efendinin oğlu Nusret Efendi,1323’de Deli Tabbağ Mustafa Ağa ve oğlu Rıfkı vakfetmiştir. (Başar, Tarih Boyunca Çeşitli Hizmetleriyle Camilerimiz, ss.203-204.) H. 1312 yılında ise camiye muveffa Osman adına da iki küçük şamdan vakfedilmiştir. Cami içerisinde daha sonraları değişiklik yapılarak havlu kısmı da ibadet yeri olarak düzenlenmiştir. Şehirde cenaze namazlarının kılındığı camilerden biridir Ali Ağa Camisi. Şehrin işlek yerinde olduğundan cemaati çoktur. Her gün yüzlerce insan mabette rabbine yönelmekte ona olan duygularını dile getirmektedir. Caminin bahçesi ise geniştir. Cami bahçesinde tuvaletler de bulunmakta olup işletmecilere verilmiştir. 1856 yılında Sultan Abdülmecit döneminde tamirat gören caminin şadırvanı etrafında yaşlısından gencine birçok insanın muhabbet ettiği şirin bir kahvehane yer alır. Kahvehane günün her saatinde tıka basa dolu olur, kahvehane de herkes kendi sorunları ile baş başa kalır. Bazı masalarda hararetli tartışmalar yaşanır, hesaplar görülür. Bazıları da masalar arasında dolaşarak mallarını satmaya çalışır. Küçük çocuklar ise ayakkabı boyamak için müşteri arama telaşındadır. Sanki bir panayır yeri gibidir caminin yanı başındaki kahvehane. Şadırvandan akan suyun şırıltısı kulağnıza kadar gelir, bu sesi insanların konuşmaları keser. Ezan vaktini bekleyen insanlar vakit yaklaşmaya başlayınca çaylarından son yudumlarını aldıktan sonra şadırvana doğru yönelir. Kollar sıvanır, ağızlardan şükür sözcükleri damlamaya başlar.
Gürcükapı camisini anlatılanlara göre bir semerci ustası yaptırmıştır. Semercilikle uğraşan bu usta aslen Gürcüymüş. Ustanın yanında çalışan çırak, bir gün dükkâna gelen bir yabancıya eski bir semeri yardım olsun diye verir. Usta, o an dükkânda yoktur. Usta, dükkâna geldiğinde etrafı bir yoklayınca, semerin yerinde olmadığını görür. Usta, çırağı yanına çağırarak semeri sorar. Çırak: “ Semeri gelen bir yabancıya yardım amacıyla verdiğini.”söyler. Bu söz üzerine Gürcü usta, “Gitti diyemem” der. Semeri alan kişi belli bir zaman sonra bir gün dükkâna geri gelir ve semerin hayvanını rahatsız ettiğini söyler. Usta semeri alır. Usta, semerin üzerinde bir kese olduğunu bildiğinden hemen kesenin olduğu yere bakar. Usta, semerin içine koyduğu paraların yerinde olduğunu görür. Usta, semeri geri getiren yabancıya dükkândaki istediği semeri almasını söyler. Alıcı istediği semeri alarak dükkandan ayrılır. Çırak geldiğinde eski semeri yerinde görür. Ustasına durumu sorar. Ustası da “Geldi diyemem” der. Meğer, semerin içerisindeki keseye usta her gün bir altın atar, bunu da kimseye söylemezmiş. Semer geri gelince usta da bu parayı hayır işlerinde kullanmaya karar verir. Böylelikle biriktirdiği paralarla Gürcükapıdaki camiyi yaptırır. (Özdemir, Kaybolan Şehir Erzurum, s.126.) Ali Ağa cami banisi anlatılan bir menkıbe gore de zahirecidir. Bu kişi zahirecilik yapar ve insanların elbiselerinin yakalarını dikermiş. Elde ettiği paralarla daha sonra Ali Ağa Camisini yaptırmış. Her ne şekilde olursa olsun ortaya çok güzel bir eser çıkmış ve insanların hizmetine sunulmuştur.
Gürcükapı camisini anlatılanlara göre bir semerci ustası yaptırmıştır. Semercilikle uğraşan bu usta aslen Gürcüymüş. Ustanın yanında çalışan çırak, bir gün dükkâna gelen bir yabancıya eski bir semeri yardım olsun diye verir. Usta, o an dükkânda yoktur. Usta, dükkâna geldiğinde etrafı bir yoklayınca, semerin yerinde olmadığını görür. Usta, çırağı yanına çağırarak semeri sorar. Çırak: “ Semeri gelen bir yabancıya yardım amacıyla verdiğini.”söyler. Bu söz üzerine Gürcü usta, “Gitti diyemem” der. Semeri alan kişi belli bir zaman sonra bir gün dükkâna geri gelir ve semerin hayvanını rahatsız ettiğini söyler. Usta semeri alır. Usta, semerin üzerinde bir kese olduğunu bildiğinden hemen kesenin olduğu yere bakar. Usta, semerin içine koyduğu paraların yerinde olduğunu görür. Usta, semeri geri getiren yabancıya dükkândaki istediği semeri almasını söyler. Alıcı istediği semeri alarak dükkandan ayrılır. Çırak geldiğinde eski semeri yerinde görür. Ustasına durumu sorar. Ustası da “Geldi diyemem” der. Meğer, semerin içerisindeki keseye usta her gün bir altın atar, bunu da kimseye söylemezmiş. Semer geri gelince usta da bu parayı hayır işlerinde kullanmaya karar verir. Böylelikle biriktirdiği paralarla Gürcükapıdaki camiyi yaptırır. (Özdemir, Kaybolan Şehir Erzurum, s.126.) Ali Ağa cami banisi anlatılan bir menkıbe gore de zahirecidir. Bu kişi zahirecilik yapar ve insanların elbiselerinin yakalarını dikermiş. Elde ettiği paralarla daha sonra Ali Ağa Camisini yaptırmış. Her ne şekilde olursa olsun ortaya çok güzel bir eser çıkmış ve insanların hizmetine sunulmuştur.