
610 yılının Ramazan ayıydı. Bir süredir alışkanlık hâline getirdiği üzere yine Hira mağarasına çekildiği bir gün Muhammed el-Emîn, vahiy meleği Cebrail ile karşılaşmış ve ilk vahiy tecrübesini yaşamıştı. Bu heyecan ve telaşla yüreği titreyerek, hemen evine, sevgili eşi Hz. Hatice’nin (ra) yanına dönmüş ve başından geçenleri ona anlatmıştı. “Kendimden korktum.” demişti ona. Onun bu endişeli hâline karşılık Hz. Hatice (ra) oldukça sakindi. Çünkü onun gibi yüksek ahlâkî meziyetlere sahip bir insanın başına gelen bu olayın kötü bir şey olacağına asla ihtimal vermiyordu Allah’a yemin ederim ki Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin; muhtaç olanların bakımını üstlenirsin; aç ve açıkta olanı koruyup, kollarsın; misafire ikram edersin ve musibete maruz kalanlara yardım edersin.”(Buhârî, Bed’ü’l-vahy,1) sözleriyle teselli etti. Hz. Hatice (ra) annemizin saymış olduğu bu hususiyetleri taşıyan birisini Allah (cc) asla üzmeyeceği vurgusu çok manidardır. Ve yine Hz. Hatice (ra) annemizin Allah Resûlü’ne sarf ettiği bu teselli cümleleri, âdeta Allah Teâlâ’nın Elçisi’nin ahlâkına övgüyle şahitlik ettiği, “Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.” (Kalem,4) âyetinin tefsiri niteliğindedir.
Sa’d b. Hişâm Medine’ye geldiğinde Hz. Âişe’den (ra) kendisine Resûlullah’ın ahlâkını anlatmasını istemiş. Hz Âişe (ra) “Sen Kur’an okuyorsun değil mi?” diye sorunca Sa’d, “Evet.” cevabını verince bunun üzerine müminlerin annesi, “İşte Hz. Peygamber’in ahlâkı Kur’an dır.” dedi Kur’an’ı bizzat tebliğ eden ve yaşayan Hz. Peygamber, onun öngördüğü ahlâkı hayatı boyunca en ideal düzeyde temsil etmiştir.
Hz. Peygamber (sav) ahlâkını daha da güzelleştirmeye gayret ederek kötü ahlâktan Allah’a sığınırdı. O"nun namaza kalktığında yaptığı dua da bu amacını gerçekleştirmeye yönelikti: “...(Allah’ım!) Beni güzel ahlâka eriştir. Senden başka güzel ahlâka eriştirecek yoktur. Kötü ahlâkı benden uzaklaştır. Senden başka kötü ahlâkı benden uzaklaştıracak yoktur!..” (Müslim, Müsâfirîn, 201)
Resûlullah (sav) ashâbını da her fırsatta güzel ahlâklı olmaya, bunun için çabalamaya teşvik etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber, Ubâde b. Sâmit ile beraber bir grup Medineli kendisine biat etmeye geldiklerinde onlardan Allah’a şirk koşmamanın yanı sıra hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, iftira etmemek gibi ahlâkî konularda da söz alması ve yine Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ise, “Ey Muâz b.Cebel! İnsanlara güzel ahlâkla muamele et.” tavsiyesinde bulunması ve Ashâb-ı güzîninde Peygamberimizin örnekliğini ve tavsiyelerini öylesine içselleştirmesi onun vefatından sonra, “O olsaydı nasıl yapardı ve ne söylerdi?” sorusunu her durumda kendilerine sormuşlar ve böylece Peygamber’in ahlâk ve edebini yaşatmaya çalışmışlardı.
İslâm ahlâkının en belirgin yönleri, “hasbîlik” yani hiçbir çıkar kaygısı olmadan sırf Allah rızasını gözetmek ve “ihsan” yani kendisi Allah’ı görmese de her an Allah’ın onu gördüğünün bilincinde olmak ve ona göre davranmaktır. Bu, İslâm’da ahlâk ve iman arasında sıkı bir ilişki olduğu anlamına gelmektedir. Allah Teâlâ, “Rabbimiz Allah’tır.” deyip de dosdoğru olanları cennetle müjdelemiştir. Resûlullah (sav) da, “Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.” buyurarak iman ve ahlâk birlikteliğine dikkat çekmiştir. “Ayrıca ahlâkı en güzel olanların, en hayırlı insanlar ve kendisine en sevgili kimseler” olduğunu ifade etmiştir.
Allah, insana hem kötülük duygusunu hem de takvasını (kötülükten sakınmayı) ilham etmiştir. Dolayısıyla insanın yaratılışından sahip olduğu bir meleke olarak ahlâk, iyi ya da kötü yönde değiştirilmeye müsait bir konumdadır. Küçük yaşta verilen eğitim ve terbiyenin kalıcılığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Nitekim Hz. Peygamber, “Çocuklarınıza ikram ediniz ve onlara güzel terbiye veriniz. buyurmuş, “Hiçbir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.” diyerek daha çocuk yaşta bu melekenin iyi ve güzele yönlendirilmesinin önemini vurgulamıştır.
Sonuç olarak ahlak, insanlarla ilişkilerinden ibadetlerine kadar müminin günlük hayatında her alanı kuşatan, böylece bireysel ve toplumsal hayatın bütün detaylarını tanzim eden bir işlev görür. Bu çerçevede yeme içme, giyim kuşam, yatıp kalkma, eve girip çıkma, büyük küçük bütün insanlarla ilişkiler, konuşma, camiye gitme, namaz, oruç ve sadaka gibi her davranışın, her ibadetin bir ahlakı bir âdâbı vardır.
Sa’d b. Hişâm Medine’ye geldiğinde Hz. Âişe’den (ra) kendisine Resûlullah’ın ahlâkını anlatmasını istemiş. Hz Âişe (ra) “Sen Kur’an okuyorsun değil mi?” diye sorunca Sa’d, “Evet.” cevabını verince bunun üzerine müminlerin annesi, “İşte Hz. Peygamber’in ahlâkı Kur’an dır.” dedi Kur’an’ı bizzat tebliğ eden ve yaşayan Hz. Peygamber, onun öngördüğü ahlâkı hayatı boyunca en ideal düzeyde temsil etmiştir.
Hz. Peygamber (sav) ahlâkını daha da güzelleştirmeye gayret ederek kötü ahlâktan Allah’a sığınırdı. O"nun namaza kalktığında yaptığı dua da bu amacını gerçekleştirmeye yönelikti: “...(Allah’ım!) Beni güzel ahlâka eriştir. Senden başka güzel ahlâka eriştirecek yoktur. Kötü ahlâkı benden uzaklaştır. Senden başka kötü ahlâkı benden uzaklaştıracak yoktur!..” (Müslim, Müsâfirîn, 201)
Resûlullah (sav) ashâbını da her fırsatta güzel ahlâklı olmaya, bunun için çabalamaya teşvik etmiştir. Nitekim Hz. Peygamber, Ubâde b. Sâmit ile beraber bir grup Medineli kendisine biat etmeye geldiklerinde onlardan Allah’a şirk koşmamanın yanı sıra hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocukları öldürmemek, iftira etmemek gibi ahlâkî konularda da söz alması ve yine Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken ise, “Ey Muâz b.Cebel! İnsanlara güzel ahlâkla muamele et.” tavsiyesinde bulunması ve Ashâb-ı güzîninde Peygamberimizin örnekliğini ve tavsiyelerini öylesine içselleştirmesi onun vefatından sonra, “O olsaydı nasıl yapardı ve ne söylerdi?” sorusunu her durumda kendilerine sormuşlar ve böylece Peygamber’in ahlâk ve edebini yaşatmaya çalışmışlardı.
İslâm ahlâkının en belirgin yönleri, “hasbîlik” yani hiçbir çıkar kaygısı olmadan sırf Allah rızasını gözetmek ve “ihsan” yani kendisi Allah’ı görmese de her an Allah’ın onu gördüğünün bilincinde olmak ve ona göre davranmaktır. Bu, İslâm’da ahlâk ve iman arasında sıkı bir ilişki olduğu anlamına gelmektedir. Allah Teâlâ, “Rabbimiz Allah’tır.” deyip de dosdoğru olanları cennetle müjdelemiştir. Resûlullah (sav) da, “Müminlerin iman bakımından en mükemmeli, ahlâk bakımından en güzel olanıdır.” buyurarak iman ve ahlâk birlikteliğine dikkat çekmiştir. “Ayrıca ahlâkı en güzel olanların, en hayırlı insanlar ve kendisine en sevgili kimseler” olduğunu ifade etmiştir.
Allah, insana hem kötülük duygusunu hem de takvasını (kötülükten sakınmayı) ilham etmiştir. Dolayısıyla insanın yaratılışından sahip olduğu bir meleke olarak ahlâk, iyi ya da kötü yönde değiştirilmeye müsait bir konumdadır. Küçük yaşta verilen eğitim ve terbiyenin kalıcılığı herkesçe bilinen bir gerçektir. Nitekim Hz. Peygamber, “Çocuklarınıza ikram ediniz ve onlara güzel terbiye veriniz. buyurmuş, “Hiçbir baba, evlâdına güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermemiştir.” diyerek daha çocuk yaşta bu melekenin iyi ve güzele yönlendirilmesinin önemini vurgulamıştır.
Sonuç olarak ahlak, insanlarla ilişkilerinden ibadetlerine kadar müminin günlük hayatında her alanı kuşatan, böylece bireysel ve toplumsal hayatın bütün detaylarını tanzim eden bir işlev görür. Bu çerçevede yeme içme, giyim kuşam, yatıp kalkma, eve girip çıkma, büyük küçük bütün insanlarla ilişkiler, konuşma, camiye gitme, namaz, oruç ve sadaka gibi her davranışın, her ibadetin bir ahlakı bir âdâbı vardır.