
Nazım Amca ve ailesiyle bizlerin olan buluşması kapı önünde uzun sürmüştü. İki tarafta sanki yıllardır birbirini tanıyormuşçasına birbirine samimi davranıyor, gülen gözlerle memnun olduklarını ifade ediyorlardı. Babamın hadi bakalım birazda içerde hasret giderin uyarısı ile annem ve Şehriye Teyzeler toparlanmış birlikte evin içine doğru yönelmişlerdi. Olan biteni o an mahalle bakkalı ve konu komşu anlam verememişti ama farklı bir durumun olduğunun da farkında olmuşlardı. Biz o zamanlar Mehdi Efendi Mahallesinde iki katlı dededen kalma, ama babamın bin bir emek verip ele yüze çıkardığı evimizde kalıyorduk. Babam bu eve çok emek vermişti. Elbette bu emek yıllarında annem babamın hep yanında olmuştu. Toprak damlı evin bacası sökülmüş çatı vurulmuş, odalar genişletilmiş, dış cephe boyanmış, camlar değiştirilmişti. Emekle birlikte babam bu eve ciddi paralarda harcamıştı. Evi yaşanılabilir hale annem ve babam tırnaklarıyla getirmişlerdi. Babam evini çok severdi. Alt katta 1995’e kadar dedem kalmış, ondan sonra da küçük amcam gelmişti. Onlarla o yıllarda birlikte kalıyor ve mutlu mesut yaşıyorduk. Amcamın hanımı Aysel Yengem bizi sever, değer verirdi. Çocuklarında bizleri ayırt etmezdi. Cana yakın, tatlı dilli, insan canlısı biri ve becerikli bir kadındır Aysel Yengem. Rabbim ömrünü uzun ve sağlıklı etsin, başımızda eksik etmesin.
Nazım Amca ve babam birbirlerine sarmaş dolaş, çocuklar gibi evin merdivenlerinden yavaşça çıkıyorlardı. Sanki birilerinin onları ayıracağı korkusu vardı ikisinin de üzerinde. Ben Nazım Amca'yı çok merak ediyordum. Bu dostluğu kardeşliğe dönüştüren adam kimdi? Nasıl biriydi? Babamı nasıl etkilemişti? Babam onda ne bırakmıştı ki yıllar sonra birbirilerine bu denli sahip çıkmışlardı? Aslında bu soruların tümü Nazım Amcayı ilk gördüğümde cevap bulmuştu. Uzun boylu, siyah saçlı, kilolarına dikkat eden yakışıklı bu güzel insan ilk konuşmasından itibaren bizleri mest etmiş ve artık bizim de yeni bir amcamız olmuştu. Onlara arabadan iner inmez yanlarına gitmiş, elini öpüp çantalarını almaya yönelmiştik. Bu davranışlarımızdan Haydar’ın çocukları olduğumuzu anlamış bizim kafamızı okşamış ve yanaklarımızı öpmüştü. Haydar bunlar senin mi seslenişi içten mi içten idi. Dokunuşu samimi, bakışı candan idi. O gün başlayan Nazım Amcamızla olan irtibatımız bu gün halen daha devam eder. Babamın aramızdan ayrılmasından itibaren bizleri hiç yalnız bırakmadı, her an aradı, sordu, yanımızda olmaya çalıştı. Babamızın boşluğu elbette dolmaz idi ama o bu boşluğun daha da genişlemesini önlemeye çalıştı. Bizlere destek oldu ve olmaya da devam ediyor. Hakikaten candan öte can imiş. Bizler babam gibi ondan razıyız. İyi ki babamla kaderleri keşişmiş ve dostlukları candan olmuş ve bizlerde buna şahit olmuşuz. Bu gün babam artık yok ama biz biliyoruz ki onun hatırası olan Nazım Amca var. Rabbim Nazım Amcanın ömrünü uzun ve sağlıklı etsin ve bu tarz dostlukların ve insanların sayısını da artırsın.
Nazım Amca ve babam yılların eskitemediği iki asker arkadaşıydı. İki yıla yakın bir süre aynı mekânda vatan nöbetinde kalmışlar ve birbirlerine yaren olmuşlardı. İşte yıllar sonra yine beraber idiler. Artık ölüm hariç birbirlerinden ayrılmak istemiyorlardı. O gün evin merdivenlerini çıkma süresi sanki onlar için yıl olmuştu onlara, o kadar yavaş idiler ki, hanımlarının seslenmeleriyle irkilip hızlıca yukarıya çıktılar. Eller ve yüzler yıkandıktan sonra hep beraber odaya geçildi ve uzun ve hasret kokan sohbetlerin ilki de böylelikle başladı. Bizler de o sohbetin baş konuklarıydık. Babam ve Nazım Amca’nın sesleri boğuktu. İkisi de yutkundu ve bir süre konuşmak istemediler. O an sadece birbirlerine bakıp dakikalarca ağladılar. Ben babamın ilk defa ağladığına orada şahit oldum. İki dost ağlayarak birbirlerine sıkıca sarıldılar. Çocuklar gibiydiler, ağlıyorlar ve birbirlerinden ayrılmak istemiyorlardı. Tek duyduğum ikisinin de neden beni aramadın diye birbirlerine sordukları sorular idi. Sevil Abla, Şehriye Teyze, annem ve odada bulunanlarda bu duygu paylaşımından nasiplerini almış onlarda gözyaşlarını tutamamışlardı. Annem hadi bakalım misafirlerimiz acıkmışlardır, sofrayı koyalım demeseydi herhalde iki dostun o anları daha uzun sürerdi. İkisi de gözyaşlarını silmiş ve askerlik anılarına yâd etmeye başlamışlardı. O anlar bizlerinde zihinlerinde yer edinmiş ve dostluk nedir sorusunun karşılığı bizim için anlaşılmıştı. Sofra hazırlanıncaya kadar iki can dostun hafızasında nice hatıralar canlandırılmış, asker arkadaşlar hatırlanmış ve nice ahlar çekilmişti bunu saymamız mümkün olmamıştı. Onlar o kadar mutlu idiler ki gözleri hiç kimseyi görmüyor, yemek bile dikkatleri çekmiyordu. Hâlbuki ikisi de aç idi. Aslında onlar ruhen doymuş, dostluk pınarından kana kana su içmişlerdi. Sevgi ve muhabbetleri onları doyurmuştu.
Nazım Amca ve babam birbirlerine sarmaş dolaş, çocuklar gibi evin merdivenlerinden yavaşça çıkıyorlardı. Sanki birilerinin onları ayıracağı korkusu vardı ikisinin de üzerinde. Ben Nazım Amca'yı çok merak ediyordum. Bu dostluğu kardeşliğe dönüştüren adam kimdi? Nasıl biriydi? Babamı nasıl etkilemişti? Babam onda ne bırakmıştı ki yıllar sonra birbirilerine bu denli sahip çıkmışlardı? Aslında bu soruların tümü Nazım Amcayı ilk gördüğümde cevap bulmuştu. Uzun boylu, siyah saçlı, kilolarına dikkat eden yakışıklı bu güzel insan ilk konuşmasından itibaren bizleri mest etmiş ve artık bizim de yeni bir amcamız olmuştu. Onlara arabadan iner inmez yanlarına gitmiş, elini öpüp çantalarını almaya yönelmiştik. Bu davranışlarımızdan Haydar’ın çocukları olduğumuzu anlamış bizim kafamızı okşamış ve yanaklarımızı öpmüştü. Haydar bunlar senin mi seslenişi içten mi içten idi. Dokunuşu samimi, bakışı candan idi. O gün başlayan Nazım Amcamızla olan irtibatımız bu gün halen daha devam eder. Babamın aramızdan ayrılmasından itibaren bizleri hiç yalnız bırakmadı, her an aradı, sordu, yanımızda olmaya çalıştı. Babamızın boşluğu elbette dolmaz idi ama o bu boşluğun daha da genişlemesini önlemeye çalıştı. Bizlere destek oldu ve olmaya da devam ediyor. Hakikaten candan öte can imiş. Bizler babam gibi ondan razıyız. İyi ki babamla kaderleri keşişmiş ve dostlukları candan olmuş ve bizlerde buna şahit olmuşuz. Bu gün babam artık yok ama biz biliyoruz ki onun hatırası olan Nazım Amca var. Rabbim Nazım Amcanın ömrünü uzun ve sağlıklı etsin ve bu tarz dostlukların ve insanların sayısını da artırsın.
Nazım Amca ve babam yılların eskitemediği iki asker arkadaşıydı. İki yıla yakın bir süre aynı mekânda vatan nöbetinde kalmışlar ve birbirlerine yaren olmuşlardı. İşte yıllar sonra yine beraber idiler. Artık ölüm hariç birbirlerinden ayrılmak istemiyorlardı. O gün evin merdivenlerini çıkma süresi sanki onlar için yıl olmuştu onlara, o kadar yavaş idiler ki, hanımlarının seslenmeleriyle irkilip hızlıca yukarıya çıktılar. Eller ve yüzler yıkandıktan sonra hep beraber odaya geçildi ve uzun ve hasret kokan sohbetlerin ilki de böylelikle başladı. Bizler de o sohbetin baş konuklarıydık. Babam ve Nazım Amca’nın sesleri boğuktu. İkisi de yutkundu ve bir süre konuşmak istemediler. O an sadece birbirlerine bakıp dakikalarca ağladılar. Ben babamın ilk defa ağladığına orada şahit oldum. İki dost ağlayarak birbirlerine sıkıca sarıldılar. Çocuklar gibiydiler, ağlıyorlar ve birbirlerinden ayrılmak istemiyorlardı. Tek duyduğum ikisinin de neden beni aramadın diye birbirlerine sordukları sorular idi. Sevil Abla, Şehriye Teyze, annem ve odada bulunanlarda bu duygu paylaşımından nasiplerini almış onlarda gözyaşlarını tutamamışlardı. Annem hadi bakalım misafirlerimiz acıkmışlardır, sofrayı koyalım demeseydi herhalde iki dostun o anları daha uzun sürerdi. İkisi de gözyaşlarını silmiş ve askerlik anılarına yâd etmeye başlamışlardı. O anlar bizlerinde zihinlerinde yer edinmiş ve dostluk nedir sorusunun karşılığı bizim için anlaşılmıştı. Sofra hazırlanıncaya kadar iki can dostun hafızasında nice hatıralar canlandırılmış, asker arkadaşlar hatırlanmış ve nice ahlar çekilmişti bunu saymamız mümkün olmamıştı. Onlar o kadar mutlu idiler ki gözleri hiç kimseyi görmüyor, yemek bile dikkatleri çekmiyordu. Hâlbuki ikisi de aç idi. Aslında onlar ruhen doymuş, dostluk pınarından kana kana su içmişlerdi. Sevgi ve muhabbetleri onları doyurmuştu.