
“Mahkemede yapılan uzun müzakerelerden sonra, sıra kapanış konuşmalarına gelmişti. Önce savcı, sonra da Teilirian’ın üç avukatı konuşmalarını yaptılar. Avukatlar ayrı ayrı ikişer kere söz aldılar.
Savcı, “Teilirian’ın cinayetten suçlu bulunmasını” talep ediyor ve şöyle diyordu: “Bu cinayetin kurbanı özel bir şahsiyetti. Tanınmayan, bilinmeyen bir kitlenin içinden bir el uzanmış ve bu adamı yere sermiştir. Maktûlün kendisi de bir halk çocuğuydu. Halkların bir biriyle boğuştuğu bir dönemde vatanın kaderini etkilemiş, Alman halkının sadık müttefiki olarak tarihin en yüksek kademelerinde dolaşmıştır. Bunun siyasî cinayet olduğuna dair en ufak kuşku yoktur. Sanık siyasî nefret ve siyasî intikam hırsıyla davranmıştır. Ermeni halkına yapılanlar gerçekten dehşet vericidir. Sanığın kendisi ve ailesi de dehşetli olaylarla karşılaşmıştır. Böylece içinde intikam düşüncesi belirmiştir. Kuşkusuz sanık Talât Paşa’yı sorumlu görüyordu. Burada Ermenilerin ve dostlarının Talât Paşa’yı suçlu gördükleri şüphe götürmeyecek biçimde ortaya çıkmıştır.”
3 Haziran 1921 Cuma günü jüri başkanı Otto Reinicke, kararı açıkladı: “Sanık, Solomon Teilirian, 15 Mart 1921 tarihinde, Charlottenburg’da, Talât Paşa’yı kasten öldürmekten suçlu mudur? Hayır”. Jürinin beraat kararı üzerine mahkeme ayağa kalktı. Dinleyicilerden kararı alkışlayanlar çoğunluktaydı. Hâkim, Teilirian’ın serbest bırakıldığını ve mahkeme masraflarının devlet tarafından ödeneceğini açıkladı. Sanığın avukatları, tercümanlar ve Ermeni dinleyiciler, Teilirian’ı kucaklayarak kutladılar.
Savcı her ne kadar mahkemenin gittiği seyrin yanlış olduğunu, siyasal bir yargılamaya döndüğünü ikaz etse de konuşması jüriyi etkilemedi. Avukatlar Teilirian’ı ateşli konuşmalarla aklamayı ve Talât Paşa’yı “katliamların baş sorumlusu” olarak göstermeyi başarmıştı. Savcılık makamı karardan hemen sonra temyize başvurdu, ancak başvurusunu birkaç gün sonra kendiliğinden geri çekti (Zaptçıoğlu 1993, s. 15).
Alman mahkemesinde Teilirian’ın suçluluğunun reddedilmesi, Almanya’nın da suçunun reddedilmesi demekti ve Almanya’yı suça iştirakten kurtarıyordu. Kararla birlikte bu cinayet, sanığın aile fertlerinin öldürülmesinin intikamını almak maksadıyla işlenmiş, ahlakî bir eylem olarak haklı kılınıyordu. Savunma, cürmün kişisel önemini vurguladığından, suikastın örgütlü yönü göz ardı edilmiş ve bunun sonucu olarak Ermeni terör örgütlerinin işleyeceği diğer cinayetlerin önü açılmıştır (Ünal, 2004, s. 65-66).
Talât Paşa Davası kararına Berlin’de yaşayan Müslümanlar, büyük tepki göstermişlerdir. İlk yazılı tepki, kararın açıklanmasından bir gün sonra, 4 Haziran 1921’de Şark Kulübünden (Orientalischen Club) gelmiştir. Yapılan açıklamada, önce “Ermeni Meselesi’nin İtilaf Devletleri diplomatları tarafından çıkarıldığı ve bundan amaçlananın da Türklerle Ermenileri birbirlerine düşürerek bu yolla kendi emperyalist emellerine ulaşmak olduğunun altı çizilerek, ‘‘akan kan ve intikam duyguları için, bu iki halktan hangisinin ve bu halklardan kimlerin sorumlu ve bugün hangi halkın baskı altında olduğunu bulmak kolay değildir. Bunun gerçek cevabını ancak tarih verebilecektir” denilmiştir. Böylece Ermeni Meselesinin karmaşık bir hale sokulduğu ve bundan İtilaf Devletlerinin sorumlu olduğu, ayrıca halihazırda kabul edildiği gibi olayların müsebbibinin Türkler değil, Ermeniler olduğu ifade edilmiştir (Ünal, 2004, s. 77).
Savcı, “Teilirian’ın cinayetten suçlu bulunmasını” talep ediyor ve şöyle diyordu: “Bu cinayetin kurbanı özel bir şahsiyetti. Tanınmayan, bilinmeyen bir kitlenin içinden bir el uzanmış ve bu adamı yere sermiştir. Maktûlün kendisi de bir halk çocuğuydu. Halkların bir biriyle boğuştuğu bir dönemde vatanın kaderini etkilemiş, Alman halkının sadık müttefiki olarak tarihin en yüksek kademelerinde dolaşmıştır. Bunun siyasî cinayet olduğuna dair en ufak kuşku yoktur. Sanık siyasî nefret ve siyasî intikam hırsıyla davranmıştır. Ermeni halkına yapılanlar gerçekten dehşet vericidir. Sanığın kendisi ve ailesi de dehşetli olaylarla karşılaşmıştır. Böylece içinde intikam düşüncesi belirmiştir. Kuşkusuz sanık Talât Paşa’yı sorumlu görüyordu. Burada Ermenilerin ve dostlarının Talât Paşa’yı suçlu gördükleri şüphe götürmeyecek biçimde ortaya çıkmıştır.”
3 Haziran 1921 Cuma günü jüri başkanı Otto Reinicke, kararı açıkladı: “Sanık, Solomon Teilirian, 15 Mart 1921 tarihinde, Charlottenburg’da, Talât Paşa’yı kasten öldürmekten suçlu mudur? Hayır”. Jürinin beraat kararı üzerine mahkeme ayağa kalktı. Dinleyicilerden kararı alkışlayanlar çoğunluktaydı. Hâkim, Teilirian’ın serbest bırakıldığını ve mahkeme masraflarının devlet tarafından ödeneceğini açıkladı. Sanığın avukatları, tercümanlar ve Ermeni dinleyiciler, Teilirian’ı kucaklayarak kutladılar.
Savcı her ne kadar mahkemenin gittiği seyrin yanlış olduğunu, siyasal bir yargılamaya döndüğünü ikaz etse de konuşması jüriyi etkilemedi. Avukatlar Teilirian’ı ateşli konuşmalarla aklamayı ve Talât Paşa’yı “katliamların baş sorumlusu” olarak göstermeyi başarmıştı. Savcılık makamı karardan hemen sonra temyize başvurdu, ancak başvurusunu birkaç gün sonra kendiliğinden geri çekti (Zaptçıoğlu 1993, s. 15).
Alman mahkemesinde Teilirian’ın suçluluğunun reddedilmesi, Almanya’nın da suçunun reddedilmesi demekti ve Almanya’yı suça iştirakten kurtarıyordu. Kararla birlikte bu cinayet, sanığın aile fertlerinin öldürülmesinin intikamını almak maksadıyla işlenmiş, ahlakî bir eylem olarak haklı kılınıyordu. Savunma, cürmün kişisel önemini vurguladığından, suikastın örgütlü yönü göz ardı edilmiş ve bunun sonucu olarak Ermeni terör örgütlerinin işleyeceği diğer cinayetlerin önü açılmıştır (Ünal, 2004, s. 65-66).
Talât Paşa Davası kararına Berlin’de yaşayan Müslümanlar, büyük tepki göstermişlerdir. İlk yazılı tepki, kararın açıklanmasından bir gün sonra, 4 Haziran 1921’de Şark Kulübünden (Orientalischen Club) gelmiştir. Yapılan açıklamada, önce “Ermeni Meselesi’nin İtilaf Devletleri diplomatları tarafından çıkarıldığı ve bundan amaçlananın da Türklerle Ermenileri birbirlerine düşürerek bu yolla kendi emperyalist emellerine ulaşmak olduğunun altı çizilerek, ‘‘akan kan ve intikam duyguları için, bu iki halktan hangisinin ve bu halklardan kimlerin sorumlu ve bugün hangi halkın baskı altında olduğunu bulmak kolay değildir. Bunun gerçek cevabını ancak tarih verebilecektir” denilmiştir. Böylece Ermeni Meselesinin karmaşık bir hale sokulduğu ve bundan İtilaf Devletlerinin sorumlu olduğu, ayrıca halihazırda kabul edildiği gibi olayların müsebbibinin Türkler değil, Ermeniler olduğu ifade edilmiştir (Ünal, 2004, s. 77).