
Uzun zaman oldu, futbolu kafamda bitirdim!
Daha doğrusu ‘endüstriyel futbolu’ bitirdim…
Artık oynamıyordum; ama hep tutkuyla bağlıydım futbola ve daha çok felsefesiyle ilgileniyordum. Artık yozlaştığını, çığırından çıktığını, yoksul ve emekçi tayfasına bir şey veremez olduğunu gördüm ve kafamda bitirdim işi.
Tavşan dağa küstü yani…
***
Sokaktaki her on kişinin dördü işsizlik ve açlık çekerken futbol yıldızlarının telaffuzu zor paralar kazanması, uçurumun bu denli derin olması, futbolu seven yanımı çok rahatsız ediyor…
Yurdum takımlarının alt yapılarının birer birer çökmesi; matruşka gibi birbirinin içinden çıkan bahis, manipülasyon, sistematik şike skandalları; en çok da futbolla ile futbolseverin arasına şifre duvarının çekilmesi; garip gurebanın televizyonda 90 dakika futbol izleme zevkinin, daha doğrusu ihtimalinin ortadan kalkması; stadyumları ceset gibi kokuşturan şiddet; medyanın güya karşı çıktığı ama aslında işine geldiği için sonu gelmez pozisyon tartışmalarıyla körüklediği hoşgörüsüzlük ve holiganizm; ezeli rakiplerin adeta ortak çabayla linç ettikleri fair-play ruhu, sportmenliğin tükenişi; bütün o şiddet salgını gerekçe gösterilerek sabıkasız, masum insanların da holiganlar gibi stadyumlara girişinin yurt dışına çıkıştan daha eziyetli bir şeye dönüştürülmesi; kartlar, kurtlar; bizim kuşağın Dolmabahçe’den, Mecidiyeköy’den, Kadıköy’den, Avni Aker’in önünden geçerken ‘Hadi maça girelim!’ deyişinin artık tarih olması; ilk 11’inde bir tek Türk çocuğunun bile forma giyemediği ‘büyük Türk takımları’; aldığımız formanın bir yıl geçmeden miyadı dolmuş basit bir tekstil ürününe dönüşmesi, bu inanılmaz ruhsuzluk, bu kapitalize işgal, bu salgın, bu fabrikasyon…
‘Endüstriyel futbol’ denen şey tam olarak bu işte!
Ve sonuç: Başkalarını bilemem ama ben futbolu kafamda bitirdim!
***
İnsan hayatında radikal değişiklik doğuran seçimler elbette kolay oluşmuyor. Hafta sonlarını bazen anlamsız bir boşluk duygusuyla boğuşarak geçirmek, eski ama ruhunu göğsünde capcanlı taşıyan bir formayı naftalinleyip gardıroba kaldırmak, taraftarı olduğumuz takımın şimdiki 5 oyuncusunu bile sayamamaktan ötürü hicap duymak, futbolun yerini başka bir şeyle doldurmayı denemek kolay mı?
Ama her şeye rağmen küstüm, bitirdim ben!..
***
Hadi ben tavşanım, dağa küstüm diyelim.
Sorunun kökü benim boyum kadar yüzeyde değil ki, çok daha derinde. ‘Futbolu pazarlayanlar’ da usul usul farkına varıyorlar. Biliyoruz, farkındayız, gözlemliyoruz; bugün bir kişiyi yutan bu sosyal soğuma çığ gibi büyüyor.
Derbilerde stadyumları dolduran 40-50 bin kişilik o ‘vazgeçmeyi bir türlü beceremeyenler bandosu’ sizi yanıltmasın.
Derbiler dışındaki maçlara bakın bir de…
Anadolu’ya bakın…
20 bin kişilik stadyumlarda maçları ortalama 2 bin kişi izliyor. 10’da 1 eder bu. Demek ki 10’da 1’e kadar söndürdüler bu tutkuyu.
Eskiden ikinci amatör küme maçlarının bu kadar seyircisi olurdu.
Hoş, amatör kümede maçlar hâlâ bu kadar seyirci çekiyor; oranın ruhu başka çünkü. %100 endüstriyelleşme olmadı orada (henüz). Orayı işgal edemediler (henüz)…
Gidin Oltu ile Hasankale’nin maçına da görün!
Tonya ile Beşikdüzü’nün maçına gidin bir…
Bâlâ ile Haymana’nın ezeli rekabetinden haberiniz var mı? Gidin bir izleyin bu ‘amatörlerin’ maçlarını…
Ve amatör ruhu görün.
O ruh ölmedi, hâlâ yaşıyor bir yerlerde…
Evet o taraf (amatör futbol) içinde olduğu türlü olanaksızlıklara karşın ‘ruhen’ çok iyi ama bu taraf (endüstriyelleşmiş futbol), dolayısıyla da aslında daha kitlesel olan, aslında tarihle ve milyonluk taraftarlarla ilgili olan şey bitmek üzere…
Oltuluların, Tonyalıların, Bâlâlıların tutkusu yetmiyor.
Bitiyor futbol aşkı, büyük pazarlarda adeta kasten bitiriliyor!
***
Büyük dünya pazarı…
Büyük pazarlayıcılar…
Aracılar, simsarlar, keneler…
Futbolu çok sevenlerin ahı, futbolu bu hâle getirenleri tutacak. İflas edecek bu yaklaşım.
Sürdürülemeyecek!
Stadyumlar daha da boşalacak bu gidişle, içinde futbol ve gol görüntüsünden başka her türlü zırvalığı bulunduran spor -aslında sadece futbol- programları eninde sonunda izlenmez olacak; domino taşları bir bir devrilirken sondan bir önceki adımda ‘futbol ekonomisi’ ya tamamen çökecek ya mecburen formasyon değiştirecek.
Ve o son adımda…
Futbol yeniden amatörleşecek!
Oltulular, Tonyalılar, Bâlâlılar neden zevk alıyorsa herkes ondan zevk almaya başlayacak. Harika!
Beşiktaş’ta Beşiktaş alt yapısından, Trabzonspor’da Trabzonspor alt yapısından yetişmiş, takımının taraftarı olan çocukları izleyeceğiz.
Galatasaraylılar, Fenerbahçeliler ilk 11’inin tamamı yabancılardan oluşan bir takıma katlanmak zorunda kalmayacaklar…
Altay’da, Karşıyaka’da, Göztepe’de İzmir’in genç yeteneklerini; Erzurumspor’da Erzurumlu çocukları izleyebileceğiz…
Öyle sembolik bir iki tane değil; 10 tane, 11 tane…
Real Madrid olmazmış, Bayern Münih olmazmış; olmazsa olmasın!
Onların taraftarları da Oltuluların, Tonyalıların, Bâlâlıların yaptığını yapsın…
Ve biz, işte o zaman yeniden kucaklaşacağız futbolla.
‘Gördünüz mü futbol baronları? Bizim olan bir şeydi futbol…
Ve bakın sonunda yine bizim oldu !..’ diyeceğiz.
Şifreli TV kutularını, dekoderleri kırıp atacağız.
Passolig kartlarını yırtıp atacağız.
Önünden geçerken canımız çekerse gereğinde karaborsadan 100 liraya bilet alıp maça gireceğiz.
Hayatımız bu bizim!
Kafamızda önce bitirip birilerini cezalandırdığımız o şeyi, sonra yine kafamızda başlatarak kendimizi ödüllendireceğiz.
Daha doğrusu ‘endüstriyel futbolu’ bitirdim…
Artık oynamıyordum; ama hep tutkuyla bağlıydım futbola ve daha çok felsefesiyle ilgileniyordum. Artık yozlaştığını, çığırından çıktığını, yoksul ve emekçi tayfasına bir şey veremez olduğunu gördüm ve kafamda bitirdim işi.
Tavşan dağa küstü yani…
***
Sokaktaki her on kişinin dördü işsizlik ve açlık çekerken futbol yıldızlarının telaffuzu zor paralar kazanması, uçurumun bu denli derin olması, futbolu seven yanımı çok rahatsız ediyor…
Yurdum takımlarının alt yapılarının birer birer çökmesi; matruşka gibi birbirinin içinden çıkan bahis, manipülasyon, sistematik şike skandalları; en çok da futbolla ile futbolseverin arasına şifre duvarının çekilmesi; garip gurebanın televizyonda 90 dakika futbol izleme zevkinin, daha doğrusu ihtimalinin ortadan kalkması; stadyumları ceset gibi kokuşturan şiddet; medyanın güya karşı çıktığı ama aslında işine geldiği için sonu gelmez pozisyon tartışmalarıyla körüklediği hoşgörüsüzlük ve holiganizm; ezeli rakiplerin adeta ortak çabayla linç ettikleri fair-play ruhu, sportmenliğin tükenişi; bütün o şiddet salgını gerekçe gösterilerek sabıkasız, masum insanların da holiganlar gibi stadyumlara girişinin yurt dışına çıkıştan daha eziyetli bir şeye dönüştürülmesi; kartlar, kurtlar; bizim kuşağın Dolmabahçe’den, Mecidiyeköy’den, Kadıköy’den, Avni Aker’in önünden geçerken ‘Hadi maça girelim!’ deyişinin artık tarih olması; ilk 11’inde bir tek Türk çocuğunun bile forma giyemediği ‘büyük Türk takımları’; aldığımız formanın bir yıl geçmeden miyadı dolmuş basit bir tekstil ürününe dönüşmesi, bu inanılmaz ruhsuzluk, bu kapitalize işgal, bu salgın, bu fabrikasyon…
‘Endüstriyel futbol’ denen şey tam olarak bu işte!
Ve sonuç: Başkalarını bilemem ama ben futbolu kafamda bitirdim!
***
İnsan hayatında radikal değişiklik doğuran seçimler elbette kolay oluşmuyor. Hafta sonlarını bazen anlamsız bir boşluk duygusuyla boğuşarak geçirmek, eski ama ruhunu göğsünde capcanlı taşıyan bir formayı naftalinleyip gardıroba kaldırmak, taraftarı olduğumuz takımın şimdiki 5 oyuncusunu bile sayamamaktan ötürü hicap duymak, futbolun yerini başka bir şeyle doldurmayı denemek kolay mı?
Ama her şeye rağmen küstüm, bitirdim ben!..
***
Hadi ben tavşanım, dağa küstüm diyelim.
Sorunun kökü benim boyum kadar yüzeyde değil ki, çok daha derinde. ‘Futbolu pazarlayanlar’ da usul usul farkına varıyorlar. Biliyoruz, farkındayız, gözlemliyoruz; bugün bir kişiyi yutan bu sosyal soğuma çığ gibi büyüyor.
Derbilerde stadyumları dolduran 40-50 bin kişilik o ‘vazgeçmeyi bir türlü beceremeyenler bandosu’ sizi yanıltmasın.
Derbiler dışındaki maçlara bakın bir de…
Anadolu’ya bakın…
20 bin kişilik stadyumlarda maçları ortalama 2 bin kişi izliyor. 10’da 1 eder bu. Demek ki 10’da 1’e kadar söndürdüler bu tutkuyu.
Eskiden ikinci amatör küme maçlarının bu kadar seyircisi olurdu.
Hoş, amatör kümede maçlar hâlâ bu kadar seyirci çekiyor; oranın ruhu başka çünkü. %100 endüstriyelleşme olmadı orada (henüz). Orayı işgal edemediler (henüz)…
Gidin Oltu ile Hasankale’nin maçına da görün!
Tonya ile Beşikdüzü’nün maçına gidin bir…
Bâlâ ile Haymana’nın ezeli rekabetinden haberiniz var mı? Gidin bir izleyin bu ‘amatörlerin’ maçlarını…
Ve amatör ruhu görün.
O ruh ölmedi, hâlâ yaşıyor bir yerlerde…
Evet o taraf (amatör futbol) içinde olduğu türlü olanaksızlıklara karşın ‘ruhen’ çok iyi ama bu taraf (endüstriyelleşmiş futbol), dolayısıyla da aslında daha kitlesel olan, aslında tarihle ve milyonluk taraftarlarla ilgili olan şey bitmek üzere…
Oltuluların, Tonyalıların, Bâlâlıların tutkusu yetmiyor.
Bitiyor futbol aşkı, büyük pazarlarda adeta kasten bitiriliyor!
***
Büyük dünya pazarı…
Büyük pazarlayıcılar…
Aracılar, simsarlar, keneler…
Futbolu çok sevenlerin ahı, futbolu bu hâle getirenleri tutacak. İflas edecek bu yaklaşım.
Sürdürülemeyecek!
Stadyumlar daha da boşalacak bu gidişle, içinde futbol ve gol görüntüsünden başka her türlü zırvalığı bulunduran spor -aslında sadece futbol- programları eninde sonunda izlenmez olacak; domino taşları bir bir devrilirken sondan bir önceki adımda ‘futbol ekonomisi’ ya tamamen çökecek ya mecburen formasyon değiştirecek.
Ve o son adımda…
Futbol yeniden amatörleşecek!
Oltulular, Tonyalılar, Bâlâlılar neden zevk alıyorsa herkes ondan zevk almaya başlayacak. Harika!
Beşiktaş’ta Beşiktaş alt yapısından, Trabzonspor’da Trabzonspor alt yapısından yetişmiş, takımının taraftarı olan çocukları izleyeceğiz.
Galatasaraylılar, Fenerbahçeliler ilk 11’inin tamamı yabancılardan oluşan bir takıma katlanmak zorunda kalmayacaklar…
Altay’da, Karşıyaka’da, Göztepe’de İzmir’in genç yeteneklerini; Erzurumspor’da Erzurumlu çocukları izleyebileceğiz…
Öyle sembolik bir iki tane değil; 10 tane, 11 tane…
Real Madrid olmazmış, Bayern Münih olmazmış; olmazsa olmasın!
Onların taraftarları da Oltuluların, Tonyalıların, Bâlâlıların yaptığını yapsın…
Ve biz, işte o zaman yeniden kucaklaşacağız futbolla.
‘Gördünüz mü futbol baronları? Bizim olan bir şeydi futbol…
Ve bakın sonunda yine bizim oldu !..’ diyeceğiz.
Şifreli TV kutularını, dekoderleri kırıp atacağız.
Passolig kartlarını yırtıp atacağız.
Önünden geçerken canımız çekerse gereğinde karaborsadan 100 liraya bilet alıp maça gireceğiz.
Hayatımız bu bizim!
Kafamızda önce bitirip birilerini cezalandırdığımız o şeyi, sonra yine kafamızda başlatarak kendimizi ödüllendireceğiz.