
Peşin peşin söyleyeyim okumaya başladığınız yazı tarafsız bir yazı değildir.
Zaten insanın tarafsız olması da mümkün değildir.
Ancak adil olabilir…
Olmalıdır da!
Fransa’da meydana gelen ve on yedi insanın ölümüyle sonuçlanan menfur hadiseye ve olay etrafında konuşulanlara dikkatle bakılması gerektiği ortadadır.
Bu dikkatin ilk sonucu kimsenin tarafsız gözle hadiseyi değerlendirmiyor olduğunun tesbiti olmalıdır.
Üstelik bu taraflı gözlerin tamamına yakını adil de değil!
İnsanların ölümüyle neticelenen hadiseden işlerine gelecek siyasi sonuçlar çıkarmanın peşine düşmek, ellerini kana bulayanları haklı bulmaktan daha az iğrenç bir tarafta durmak olmasa gerek.
Kısaca Fransa’da yaşanan olayın bir İslami terör hadisesi olduğunu söyleyerek işin içinden ırkçı ve yobaz bir dindarlık çıkarmaya çabalayanlar sinsi projelerini gerçekten iyi planlamış ve uyguluyor görünüyorlar.
Rehine olayının yaşandığı anları bizim medya dahil nasıl canlı yayınla saniye saniye verdiklerini gördünüz.
Bir kapıyı beş saat, bir fabrika duvarını bir o kadar bize izlettirerek hadisenin hepimiz tarafından aynı düzlemde görülmesini sağlamaya çalıştıklarına canlı canlı şahit olduk.
Söyleyecek bir şey bulamayan yorumcuların düştükleri kepaze durum da başka bir hazin manzarayı teşkil ediyordu.
Hemen burada söylemek lazım ki, aynı kara propagandanın okkası altına gitmesin bizim yazı da…
Kesinlikle bu hadiseyi, dini ya da ırki kökeni ne olursa olsun, kim yaparsa yapsın tasvip etmiyor, insan olarak kabul de edemiyorum.
Şimdi devam edebiliriz.
Bu duyarlılığın taraflı ve maksatlı bir hassasiyet olduğunu anlamamız için bu insanlığın vicdanı gibi duranların başka ölümler, katliamlar ve savaşlar yaşanırken sergiledikleri tavırlara bakmak yeterli olacaktır.
İlk akla gelenleri sayalım…
Irak, Suriye, Mısır, Bosna, Çeçenistan, Afganistan, Cezayir daha da sayabiliriz…
Amerika’nın yerlilerle durumu, İngiltere’nin sömürgelerle pozisyonu…
Siyahla beyaz derililer arasında uzun yüzyıllarca süren insanlık dışı dram!
Hangisinde bugün yaşadığımız acı olaya verilen karşılığa yakın, benzer bir duruş görebildi insanlık?
Maalesef hiçbirinde!
Hatta çoğunda demokrasiyi geri getirmek, insan haklarını yaygınlaştırabilmek, kadınlara özgürlük sağlamak gibi bahanelerle öldürenlerin kutsandığını unutmuş olmamız mümkün değil!
Zira daha çok kısa bir zaman önce ve aynı televizyonlardan öldürerek nasıl güzel bi dünya yaratmaya çalıştıklarını yine canlı olarak izlemek zorunda bırakılmıştık.
Gelelim İslami Terör martavalına…
Bir katil kendisini müslüman olarak tanımladı diye bütün eylemlerini dini saiklerle işlediğini söylemek asla doğru olmaz…
Hatta o insanlık dışı eylemlerini din adına yaptığını söylese bile bunu hakiki müslümanları zan altında bırakacak bir karalama kampanyasına dönüştürmeye kimsenin hakkı olamaz.
İslam, Allah tarafında bütün kurallarının konulduğu ve iman dediğimiz akitle onlara kayıtsız şartsız ve istisnasız uymayı kabul eden insanların oluşturduğu dini yapının adıdır.
Öyleyse bu durumda kurallar koyacak olan bir dernek, örgüt, şeyh, evliya ya da peygamberin olması imkansız ve anlamsızdır.
Kurallar koymaya yetkili tek otorite olan Rabbimiz bu hususta en açık ifadelerle masumları nasıl koruduğunu beyan ediyor. Maide suresinin 32. ayeti bu durumlarda olması gerekeni kesin ve değiştirilemez olarak açıklıyor. Gerisi kişilerin kendi görüşü ya da canavarlaşan ruhların hezeyanından başka bir şey ifade etmez.
Müslümanları ise zinhar bağlamaz… vesselam!
…-cinayetin ve yeryüzünde fesadı yayma(nın cezası) olarak işlenmesi dışında- eğer bir kimse bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibidir; ve bir kimse bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur…”