
İtikâf, alıkoymak, hapsetmek, bir yerde kalmak anlamına gelir ve kişinin sıradan davranışlardan uzaklaşarak, ibadet maksadıyla belli bir süre mescitte kalması demektir. İtikâf yapmak, kökleri Hz. İbrâhim zamanına kadar giden bir ibadet çeşididir. Yüce Allah, İbrâhim ve İsmâil’e de, “Tavaf edecekler için, ibadete kapanacaklar, rükû ve secde edecekler için evimi temiz tutun” diye tâlimat verdik.. (Bakara, 125.) İtikâf geleneği, cahiliye döneminde de bilinmekteydi. Nitekim Hz. Ömer, Müslüman olmadan önce Mescid-i Harâm" da itikâfa gireceğine dair adakta bulunmuştu. Müslüman olduktan sonra bunu Hz. Peygamber’e sormuş, o da adağını yerine getirmesini söylemişti.( Buhârî, Farzu’l-Humus, 19)
Ramazan ayı ve oruçtan söz eden âyette, itikâfa girildiği günlerde eşlerle cinsel ilişki yasaklanmaktadır. (Bakara,187) Bu âyet, Hz. Peygamber’in (sav) hayatında mühim bir yer tutan itikâf uygulamasının, vahiy tarafından onaylanması bakımından önem arz etmektedir. Zira Resûlullah (sav)vefat edinceye kadar Ramazan ayının son on gününü çoğunlukla itikâf ederek geçirmiş,( Buhârî, İ’tikâf,1) vefat ettiği yıl ise yirmi gün itikâfta kalmıştı.(Buhârî, İ’tikâf,17) O sene Hz. Peygamber’i böyle yapmaya sevk eden sebep, ya vefat edeceği yıl Kur"an"ı Cebrail"e iki kez arz etmesi ya da yolculuk nedeniyle önceki yıl yapamadığı itikâfını kaza etmesidir.( İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, IV, 285)
İtikâf ibadetine Hz. Peygamber kadar hanımları ve ashâbı da önem vermiştir. Hz.Peygamber’in (sav) kendisi bu değerli zaman dilimini ihya ettiği gibi, ailesinin de aynı feyiz ve bereketten faydalanmasını ister ve geceleri aile fertlerini ibadet için uyandırırdı. Allah Resûlü’nün itikâf için gösterdiği bu hassasiyetin ardında yatan sebep, bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir gecesini ihya etme düşüncesidir. Hz. Peygamber (sav) önce Ramazan’ın ilk on gününde, sonra ortasındaki on günde itikâfa girmiştir. Ancak her defasında Cebrail (as) “Aradığın şey önünde (ki günlerde) dir.” diye uyararak nihayetinde onu son on günde itikâfa girmeye sevk etmiştir.(Buhârî, Ezân,135.)
İtikâf, insanlardan uzaklaşarak köşeye çekilme, toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama hâli veya uzlet değildir. Zira yukarıdaki rivayetlerde açıkça görüldüğü üzere, Allah Resûlü, Medine"nin merkezi olan mescitte, bütün ashâbının arasında itikafa girmiştir. Ve bu itikâf hâlinde de insanlarla olan ilişkilerini koparmamış, onlarla görüşüp konuşmuş, beşerî ilişkilerini sürdürmüştür.
Ulama, itikâfın zamanı ve süresi konusunda farklı görüşler de ileri sürmüşlerdir. İtikâf niyetiyle camide birkaç gün veya birkaç saat kalmakta itikâf olacağını belirtmişlerdir.(İbn Ebû Şeybe, Musannef, Sıyâm,87) Osmanlı döneminde yapılan ve “Selâtin Camileri” denilen büyük camilerin mimarî tasarımına bakıldığında, itikâf sünnetinde yatan esprinin gözetilmiş olduğu dikkat çeker. İlk önce caminin çok geniş tutulan dış avlusu, camiye gelen cemaatin dış dünya ile ilgisini keser. Ardından şadırvanın bulunduğu ikinci bir iç avlu, namaza geleni mâbede ve ibadete hazırlar. Abdestini alan Müslüman, üzerinde Arapça “Neveytü"l-i’tikâfe/İtikâfa niyet ettim” yazılı muşamba kapıdan camiye girer. Artık dış dünyadan tamamen koptuğu caminin içerisinde belli bir süre için de olsa itikâf hâli başlar. Gerek ezanı ve cemaatle namazı beklerken, gerekse namaz sonrası dua ve tesbihat için ayırdığı zamanı itikâf niyeti ve bilinciyle geçirmeye çalışır. İşinden, meşgalesinden uzak bir şekilde, kısa da olsa tefekkür etmeye gayret eder. Dünya işlerinin unutturduğu hakikatleri düşünür, kendisiyle yüzleşir, neredeyse unuttuğu kendini, akıbetini, âhiretini hatırlar. Dünya hayatının yabancılaştırdığı “kendine” gelir, yeniden dirilir, huşû ve huzur içerisinde takvasını artırarak, tekrar dünyasına geri döner. (DİB,Hadislerle İslam,cilt 2, say.438)
Modern hayatta gündüzleri iş güç, geceleri televizyon gibi pek çok oyalayıcı nedenden dolayı, tefekküre, daha doğrusu kendisine zaman ayıramayan Müslüman için bulunmaz bir fırsattır itikâf. Son yıllarda kimi çevrelerin, hayatın yoğun stresine ve sorunlarına karşı, reiki, meditasyon, yoga gibi bazı uygulamaları yegâne çözüm gibi sunulabilmektedir. Oysa huşû içinde kılınan namaz ile itikâf içinde geçirilen vakitler, sadece bir zihin boşalması değil, aynı zamanda imanın kemale erdirilmesi gayreti, nefis muhasebesi, nefis terbiyesi ve tezkiyesidir aslında. Kişinin nereden geldiğini ve nereye gittiğini derinlemesine tefekkür ederek hedeflerine daha emin adımlarla ilerlemesi için tamamen kendine ayırdığı vakitlerdir. Bireyin kendini hatırlamasıdır, Rabbini hatırlamasıdır, hakikat aynasına bakıp kendine gelmesidir itikâf.
FIKIH KÖŞEMİZ
Temel ihtiyaçlar için biriktirilen para zekâta tabi midir?
Aslî/temel ihtiyaçlar; ev, ev eşyası, giyecek, ulaşım ve yiyecek gibi hayatın güvenli ve sağlıklı bir şekilde devamı için gerekli olan şeylerdir. (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, II, 64-65). Bu ihtiyaçları temin etmek için biriktirilen paralarla onları karşılamak üzere sözlü ya da yazılı herhangi bir taahhüde girilmişse o takdirde bu paralardan zekât vermek gerekmez. (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, II, 6) Çünkü sözlü ya da yazılı taahhüde girildiğinde bu para, artık temel ihtiyaç için harcanmış demektir. Ancak böyle bir taahhüde bağlanmamış paranın, nisap miktarına ulaşması ve üzerinden bir yıl geçmesi halinde, zekâtının verilmesi gerekir.
Ramazan ayı ve oruçtan söz eden âyette, itikâfa girildiği günlerde eşlerle cinsel ilişki yasaklanmaktadır. (Bakara,187) Bu âyet, Hz. Peygamber’in (sav) hayatında mühim bir yer tutan itikâf uygulamasının, vahiy tarafından onaylanması bakımından önem arz etmektedir. Zira Resûlullah (sav)vefat edinceye kadar Ramazan ayının son on gününü çoğunlukla itikâf ederek geçirmiş,( Buhârî, İ’tikâf,1) vefat ettiği yıl ise yirmi gün itikâfta kalmıştı.(Buhârî, İ’tikâf,17) O sene Hz. Peygamber’i böyle yapmaya sevk eden sebep, ya vefat edeceği yıl Kur"an"ı Cebrail"e iki kez arz etmesi ya da yolculuk nedeniyle önceki yıl yapamadığı itikâfını kaza etmesidir.( İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, IV, 285)
İtikâf ibadetine Hz. Peygamber kadar hanımları ve ashâbı da önem vermiştir. Hz.Peygamber’in (sav) kendisi bu değerli zaman dilimini ihya ettiği gibi, ailesinin de aynı feyiz ve bereketten faydalanmasını ister ve geceleri aile fertlerini ibadet için uyandırırdı. Allah Resûlü’nün itikâf için gösterdiği bu hassasiyetin ardında yatan sebep, bin aydan daha hayırlı olduğu bildirilen Kadir gecesini ihya etme düşüncesidir. Hz. Peygamber (sav) önce Ramazan’ın ilk on gününde, sonra ortasındaki on günde itikâfa girmiştir. Ancak her defasında Cebrail (as) “Aradığın şey önünde (ki günlerde) dir.” diye uyararak nihayetinde onu son on günde itikâfa girmeye sevk etmiştir.(Buhârî, Ezân,135.)
İtikâf, insanlardan uzaklaşarak köşeye çekilme, toplum hayatından kaçıp tek başına yaşama hâli veya uzlet değildir. Zira yukarıdaki rivayetlerde açıkça görüldüğü üzere, Allah Resûlü, Medine"nin merkezi olan mescitte, bütün ashâbının arasında itikafa girmiştir. Ve bu itikâf hâlinde de insanlarla olan ilişkilerini koparmamış, onlarla görüşüp konuşmuş, beşerî ilişkilerini sürdürmüştür.
Ulama, itikâfın zamanı ve süresi konusunda farklı görüşler de ileri sürmüşlerdir. İtikâf niyetiyle camide birkaç gün veya birkaç saat kalmakta itikâf olacağını belirtmişlerdir.(İbn Ebû Şeybe, Musannef, Sıyâm,87) Osmanlı döneminde yapılan ve “Selâtin Camileri” denilen büyük camilerin mimarî tasarımına bakıldığında, itikâf sünnetinde yatan esprinin gözetilmiş olduğu dikkat çeker. İlk önce caminin çok geniş tutulan dış avlusu, camiye gelen cemaatin dış dünya ile ilgisini keser. Ardından şadırvanın bulunduğu ikinci bir iç avlu, namaza geleni mâbede ve ibadete hazırlar. Abdestini alan Müslüman, üzerinde Arapça “Neveytü"l-i’tikâfe/İtikâfa niyet ettim” yazılı muşamba kapıdan camiye girer. Artık dış dünyadan tamamen koptuğu caminin içerisinde belli bir süre için de olsa itikâf hâli başlar. Gerek ezanı ve cemaatle namazı beklerken, gerekse namaz sonrası dua ve tesbihat için ayırdığı zamanı itikâf niyeti ve bilinciyle geçirmeye çalışır. İşinden, meşgalesinden uzak bir şekilde, kısa da olsa tefekkür etmeye gayret eder. Dünya işlerinin unutturduğu hakikatleri düşünür, kendisiyle yüzleşir, neredeyse unuttuğu kendini, akıbetini, âhiretini hatırlar. Dünya hayatının yabancılaştırdığı “kendine” gelir, yeniden dirilir, huşû ve huzur içerisinde takvasını artırarak, tekrar dünyasına geri döner. (DİB,Hadislerle İslam,cilt 2, say.438)
Modern hayatta gündüzleri iş güç, geceleri televizyon gibi pek çok oyalayıcı nedenden dolayı, tefekküre, daha doğrusu kendisine zaman ayıramayan Müslüman için bulunmaz bir fırsattır itikâf. Son yıllarda kimi çevrelerin, hayatın yoğun stresine ve sorunlarına karşı, reiki, meditasyon, yoga gibi bazı uygulamaları yegâne çözüm gibi sunulabilmektedir. Oysa huşû içinde kılınan namaz ile itikâf içinde geçirilen vakitler, sadece bir zihin boşalması değil, aynı zamanda imanın kemale erdirilmesi gayreti, nefis muhasebesi, nefis terbiyesi ve tezkiyesidir aslında. Kişinin nereden geldiğini ve nereye gittiğini derinlemesine tefekkür ederek hedeflerine daha emin adımlarla ilerlemesi için tamamen kendine ayırdığı vakitlerdir. Bireyin kendini hatırlamasıdır, Rabbini hatırlamasıdır, hakikat aynasına bakıp kendine gelmesidir itikâf.
FIKIH KÖŞEMİZ
Temel ihtiyaçlar için biriktirilen para zekâta tabi midir?
Aslî/temel ihtiyaçlar; ev, ev eşyası, giyecek, ulaşım ve yiyecek gibi hayatın güvenli ve sağlıklı bir şekilde devamı için gerekli olan şeylerdir. (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, II, 64-65). Bu ihtiyaçları temin etmek için biriktirilen paralarla onları karşılamak üzere sözlü ya da yazılı herhangi bir taahhüde girilmişse o takdirde bu paralardan zekât vermek gerekmez. (İbn Âbidin, Reddu’l-muhtâr, II, 6) Çünkü sözlü ya da yazılı taahhüde girildiğinde bu para, artık temel ihtiyaç için harcanmış demektir. Ancak böyle bir taahhüde bağlanmamış paranın, nisap miktarına ulaşması ve üzerinden bir yıl geçmesi halinde, zekâtının verilmesi gerekir.