
Genç adam, evi terk etmeye karar vermişti. Babasının
‘Diş fırçalarken suyu açık bırakma!..’
‘Salondan en son kim çıktı? Işıklar neden açık?’
‘Makası neden aldığın yere bırakmıyorsun?..’ gibi rahatsız edici (?) uyarılarına katlanamıyordu artık…
Durum böyleyken de bir iş görüşmesine gidecekti ve eğer o işe kabul edilirse baba evinden ayrılıp kedisine ait bir ev kiralayacaktı. Artık kendi hayatını yaşamak istiyordu…
★★
Sabah, babası onu kapıda uğurladı.
‘Dikkatli ol ve bütün soruları cevaplamaya çalış, oğlum…’ dedi.
Genç adam görüşme adresine gelince kapıda bekçi olmadığını gördü. Halbuki bahçe kapısı açıktı ama sürgülü kilidin demiri de bir karış kadar dışarıdaydı. Giren çıkan herkes bu demire değiyordu. Hemen kilit sürgüsünü düzeltti ve içeriye ondan sonra girdi…
Bahçedeki musluğa bir hortum takılıydı; ama su boşa akıtıyordu. Hortumu aldı, ucunu bir ağacın dibine koydu…
Sonra bir avluya girdi, duvar dibinde boşa çalışan bir vantilatör gördü. Gayrı ihtiyarı bir hareketle vantilatörü kapattı. Niye öyle yaptığına kendisi de anlam verememişti. Galiba babasından sirayet eden alışkanlıklar artık kişiliğine dönüşüyordu. Kendisini biraz tuhaf hissetti…
Oradan küçük bir odaya geçti. Üzerindeki ok işaretine ‘Görüşme Salonuna Gider’ yazan bir kâğıt tepetaklak olmuştu. Onu düzeltip, görüşme salonuna girdi. Diğer adaylar oturmuş sıralarını bekliyorlardı. Salonun ışıkları açıktı ve gün ışığı her yeri yeterince aydınlatıyordu. Aldırmak istemedi fakat babasının sesini duyar gibi oldu: ‘Kapatsana evladım şu ışıkları’… Bu hayali ses dikkatini öyle dağıtıyordu ki dayanamadı, kalkıp ışığı kapattı. Sırasını beklemek için bir kenara oturdu.
Ve biraz sonra sırası geldi, görüşme odasına çağrıldı.
Masanın öbür tarafında oturan kişi evraklarını istedi. Diplomalarını inceledikten sonra ‘İşe ne zaman başlayabilirsin?’ diye sordu.
Genç adam bunu bir tuzak sandı…
Evet evet, bu kesin mülakatın zorlu bir parçası olmalıydı…
Ne cevap vereceğini bilemedi. Tedirginliği yüzüne yansımaya başladı. Karşısındaki adam ne düşündüğünü sordu ve devam etti:
‘Biz burada hiç kimseye, hiçbir soru sormadık. Adayları cevaplarıyla değil, davranışlarıyla değerlendirmek istedik ve buraya gelen onlarca adaydan hiç birisi senin gibi davranmadı. Bahçe girişinden itibaren herkesi izledik. Açık sürgü kilidi, boşa akan su, lüzumsuz çalışan vantilatör, ışıklar ve ters duran kağıt… Bunların hepsi mülakatın birer aşamasıydı. Bu sınavı bir tek sen geçebildin.
Dilersen yarın işe başlayabilirsin…’
Babasının kulak tırmalayan uyarıları geldi aklına; pişmanlık duydu ve başvurduğu işe neden kabul edildiğini düşündü…
Eve çok mutlu döndü.
Kapıyı açan babasına çocukluğundan beri belki de ilk kez sevgiyle sarıldı ve ‘Şu koltuk takımını niye artık değiştirmiyoruz. Bir de benim uyuduğum kanepeyi… Annem yaşasaydı o da artık değiştirmemizi isterdi’ dedi.
Babası, sımsıkı sarıldığı oğlunu öpüyor, bir yandan da ona hissettirmeden gözyaşlarını siliyordu…
★★
Sosyal medyada paylaşılma rekorları kırmış muhtemel gerçek bir hikâye ile bir tartışmasız gerçek -mülakatlarda yanıtlar kadar, hatta bazen yanıtlardan da önce davranışların gözlemlendiği- gerçeği arasında salınan bir metin…
Öylesine paylaştım sizinle…
Herkes, her gün mülakata girmiyor; ama belki bir okurum annesinin veya babasının ‘Odadan çıkarken ışığı niye kapatmıyorsun evladım?’ deyişine bu okumadan sonra yeni anlamlar yükleyebilir.
Belki…
Kim bilir?..
‘Diş fırçalarken suyu açık bırakma!..’
‘Salondan en son kim çıktı? Işıklar neden açık?’
‘Makası neden aldığın yere bırakmıyorsun?..’ gibi rahatsız edici (?) uyarılarına katlanamıyordu artık…
Durum böyleyken de bir iş görüşmesine gidecekti ve eğer o işe kabul edilirse baba evinden ayrılıp kedisine ait bir ev kiralayacaktı. Artık kendi hayatını yaşamak istiyordu…
★★
Sabah, babası onu kapıda uğurladı.
‘Dikkatli ol ve bütün soruları cevaplamaya çalış, oğlum…’ dedi.
Genç adam görüşme adresine gelince kapıda bekçi olmadığını gördü. Halbuki bahçe kapısı açıktı ama sürgülü kilidin demiri de bir karış kadar dışarıdaydı. Giren çıkan herkes bu demire değiyordu. Hemen kilit sürgüsünü düzeltti ve içeriye ondan sonra girdi…
Bahçedeki musluğa bir hortum takılıydı; ama su boşa akıtıyordu. Hortumu aldı, ucunu bir ağacın dibine koydu…
Sonra bir avluya girdi, duvar dibinde boşa çalışan bir vantilatör gördü. Gayrı ihtiyarı bir hareketle vantilatörü kapattı. Niye öyle yaptığına kendisi de anlam verememişti. Galiba babasından sirayet eden alışkanlıklar artık kişiliğine dönüşüyordu. Kendisini biraz tuhaf hissetti…
Oradan küçük bir odaya geçti. Üzerindeki ok işaretine ‘Görüşme Salonuna Gider’ yazan bir kâğıt tepetaklak olmuştu. Onu düzeltip, görüşme salonuna girdi. Diğer adaylar oturmuş sıralarını bekliyorlardı. Salonun ışıkları açıktı ve gün ışığı her yeri yeterince aydınlatıyordu. Aldırmak istemedi fakat babasının sesini duyar gibi oldu: ‘Kapatsana evladım şu ışıkları’… Bu hayali ses dikkatini öyle dağıtıyordu ki dayanamadı, kalkıp ışığı kapattı. Sırasını beklemek için bir kenara oturdu.
Ve biraz sonra sırası geldi, görüşme odasına çağrıldı.
Masanın öbür tarafında oturan kişi evraklarını istedi. Diplomalarını inceledikten sonra ‘İşe ne zaman başlayabilirsin?’ diye sordu.
Genç adam bunu bir tuzak sandı…
Evet evet, bu kesin mülakatın zorlu bir parçası olmalıydı…
Ne cevap vereceğini bilemedi. Tedirginliği yüzüne yansımaya başladı. Karşısındaki adam ne düşündüğünü sordu ve devam etti:
‘Biz burada hiç kimseye, hiçbir soru sormadık. Adayları cevaplarıyla değil, davranışlarıyla değerlendirmek istedik ve buraya gelen onlarca adaydan hiç birisi senin gibi davranmadı. Bahçe girişinden itibaren herkesi izledik. Açık sürgü kilidi, boşa akan su, lüzumsuz çalışan vantilatör, ışıklar ve ters duran kağıt… Bunların hepsi mülakatın birer aşamasıydı. Bu sınavı bir tek sen geçebildin.
Dilersen yarın işe başlayabilirsin…’
Babasının kulak tırmalayan uyarıları geldi aklına; pişmanlık duydu ve başvurduğu işe neden kabul edildiğini düşündü…
Eve çok mutlu döndü.
Kapıyı açan babasına çocukluğundan beri belki de ilk kez sevgiyle sarıldı ve ‘Şu koltuk takımını niye artık değiştirmiyoruz. Bir de benim uyuduğum kanepeyi… Annem yaşasaydı o da artık değiştirmemizi isterdi’ dedi.
Babası, sımsıkı sarıldığı oğlunu öpüyor, bir yandan da ona hissettirmeden gözyaşlarını siliyordu…
★★
Sosyal medyada paylaşılma rekorları kırmış muhtemel gerçek bir hikâye ile bir tartışmasız gerçek -mülakatlarda yanıtlar kadar, hatta bazen yanıtlardan da önce davranışların gözlemlendiği- gerçeği arasında salınan bir metin…
Öylesine paylaştım sizinle…
Herkes, her gün mülakata girmiyor; ama belki bir okurum annesinin veya babasının ‘Odadan çıkarken ışığı niye kapatmıyorsun evladım?’ deyişine bu okumadan sonra yeni anlamlar yükleyebilir.
Belki…
Kim bilir?..