
Mülakatlar konusuna değindiğim ilk yazımda, belki anımsarsınız, babasıyla birlikte yaşayan ve artık yuvadan ayrılmaya karar veren bir evladın mülakat hikayesini paylaşmıştım sizinle.
Genç adam, mülakattaki sorulara verdiği yanıtlardan çok, mülakatın gerçekleşeceği yerdeki davranışlarıyla -babasının sıkıcı öğütlerine uyarak aslında- işe kabul edilmiş ve o deneyimden sonra evden ayrılma fikrinden de vazgeçmişti.
Özetle; babasından öğreneceği daha çok şeyler olduğuna karar vermişti…
★★
Şimdi, masamızın üzerinde yine sosyal medyadan ve ne yazık ki yine kaynağını belirleyemediğim bir başka mülakat hikâyesi duruyor:
“Akademik açıdan mükemmel yetişmiş bir genç, büyük bir şirketin yönetici pozisyonuna başvurdu ve çağrıldığı gün de giyinip kuşanıp mülakata gitti.
İlk görüşme iyi geçmişti. İkinci etapta deneyimliliğin doruğundaki üst düzey bir yönetici ile görüşmeye sıra geldi. Yönetici, karşısındaki gencin öz geçmişinden akademik başarılarının, ortaokuldan lisansüstü düzeye dek her aşamanın kusursuz olduğunu görünce arkasına yaslandı ve sordu:
-Okurken hiç burs aldınız mı?
-Hayır Efendim!
-Peki okul masraflarınızı babanız mı ödedi?
-Babam, ben bir yaşındayken vefat etmiş efendim…
dedi genç adam ve devam etti:
-Okul masraflarımı ödeyen annemdi…
-Annen nerede çalıştı?
-Annem, çamaşırcılık ve gündelik ev temizliği yapar efendim
dedi genç.
-Anladım…
dedi yönetici. Sonra karşısındaki genç adama doğru biraz daha eğildi:
-Peki, bana ellerini bir gösterir misin?
Genç adam şaşkın bir halde, düzgün ve kusursuz ellerini yöneticiye uzattı. Yönetici:
-Annene daha önce yaptığı işlerde hiç yardım ettin mi?
diye sordu bu kez.
-Hayır efendim. Annem her zaman daha fazla kitap okumamı ve iyi bir eğitim için çabalamamı istedi. Ayrıca annem benden çok daha hızlı çamaşır yıkayabilir…
Yönetici:
-Senden bir isteğim var
dedi.
-Bugün evine geri döndüğünde, git ve annenin ellerine bak, sonra da yarın sabah gel beni gör…
Genç adam, işe alınma şansının yüksek olduğunu hissediyordu. Eve döndüğünde çok mutlu bir şekilde annesine sarıldı. Kadın tam olarak ne oldu anlamamıştı ama kendini garip biçimde çok mutlu hissetti.
Delikanlı annesinin ellerini avuçlarına aldı.
O eller ne kadar da kırışık, çatlak ve çürük içindeydi. Bazı çürüklere dokunduğunda kadın elini geri çekiyordu çünkü canı yanıyordu. Bunu ilk kez fark ettiği için gencin gözleri doldu ve içi acıyla burkuldu. Annesinin ellerini kokladı, sevgiyle ve minnetle defalarca öptü.
Anladı ki annesinin ellerindeki morluklar kendisinin mezuniyeti, akademik üstünlüğü ve geleceği için ödediği bedellerdi…
Sofrayı o gece kendisi hazırladı, uzun uzun annesi ile sohbet etti ve yatmasına yardım etti. Ardından evi toparlayıp kalan çamaşırların tamamını yıkadıktan sonra yorgun bir şekilde uykuya daldı.
Ertesi sabah, mülakatın üçüncü aşaması için tekrar yöneticinin karşısındaydı.
Yönetici gencin gözlerindeki hüznü, acıyı hemen fark etmişti.
-Dün evinde ne yaptığını ve ne öğrendiğini bana anlatır mısın?
-Annemi ne kadar ihmal ettiğimi gördüm. Onunla uzun uzun sohbet ettim, sofrayı kurdum, evi temizledim ve kalan tüm kıyafetleri de yıkadım
dedi. Yönetici buna karşılık
-Şimdi bana Lütfen duygularını söyle
Deyince delikanlı başı öne eğip sıraladı:
-Öncelikle takdirin ne demek olduğunu şimdi biliyorum. Annem olmasaydı bugün başarılı olamazdım.
Sonra tek başına bir şeyler başarmanın ne kadar zor olduğunu, birlikten kuvvet doğacağını çok iyi anladım
Ve nihayet, aile ilişkisinin önemini, değerini ve bunun daima takdir edilmesi gerektiğini anladım ki buna vefa da diyoruz…
Yönetici:
-İşte bunlar, benim yöneticimde aradığım şeyler…
dedi ve sözlerini tamamladı:
-Başkalarının yardımını takdir edebilecek, başkaları ile iş yaparken onların çektiklerini anlayabilecek ve daha lüks bir yaşam sürdürmeyi tek hedef görmeyecek, ‘dost biriktirmeyi’ önemseyecek birini işe almak istiyorum…
Ve delikanlı, kutlarım sizi… işe alındınız!”
★★
Bu hikâyeyi, öğretmenliğe başladığım ilk yıl, 1992’de Ankara’da tanıştığım eğitim yöneticisi sevgili Güner Aksoy’un geçen bahar yaptığı bir sosyal medya paylaşımından alıntılıyorum. Başta da dediğim gibi esas yazarını maalesef belirleyemedim.
Ama hikâyedeki genç, bana çok yakından tanıdığım, önce mülakatını yaptığım, sonra birlikte çalıştığım çok değerli, çok çalışkan ve çok yetenekli bir takım arkadaşımı anımsattı.
İki farkla tabii:
İlki: Benim mülakatını yaptığım kişi bir genç kızdı…
ikincisi: Benim hikâyemdeki öğretmen annesiyle değil, babasıyla yaşıyordu. Annesini yıllar önce yitirmişti ve babasının kendisini ne denli büyük fedakârlıklarla büyüttüğünün farkındaydı.
Ben sormadan o anlatmıştı hikâyeyi…
Genç adam, mülakattaki sorulara verdiği yanıtlardan çok, mülakatın gerçekleşeceği yerdeki davranışlarıyla -babasının sıkıcı öğütlerine uyarak aslında- işe kabul edilmiş ve o deneyimden sonra evden ayrılma fikrinden de vazgeçmişti.
Özetle; babasından öğreneceği daha çok şeyler olduğuna karar vermişti…
★★
Şimdi, masamızın üzerinde yine sosyal medyadan ve ne yazık ki yine kaynağını belirleyemediğim bir başka mülakat hikâyesi duruyor:
“Akademik açıdan mükemmel yetişmiş bir genç, büyük bir şirketin yönetici pozisyonuna başvurdu ve çağrıldığı gün de giyinip kuşanıp mülakata gitti.
İlk görüşme iyi geçmişti. İkinci etapta deneyimliliğin doruğundaki üst düzey bir yönetici ile görüşmeye sıra geldi. Yönetici, karşısındaki gencin öz geçmişinden akademik başarılarının, ortaokuldan lisansüstü düzeye dek her aşamanın kusursuz olduğunu görünce arkasına yaslandı ve sordu:
-Okurken hiç burs aldınız mı?
-Hayır Efendim!
-Peki okul masraflarınızı babanız mı ödedi?
-Babam, ben bir yaşındayken vefat etmiş efendim…
dedi genç adam ve devam etti:
-Okul masraflarımı ödeyen annemdi…
-Annen nerede çalıştı?
-Annem, çamaşırcılık ve gündelik ev temizliği yapar efendim
dedi genç.
-Anladım…
dedi yönetici. Sonra karşısındaki genç adama doğru biraz daha eğildi:
-Peki, bana ellerini bir gösterir misin?
Genç adam şaşkın bir halde, düzgün ve kusursuz ellerini yöneticiye uzattı. Yönetici:
-Annene daha önce yaptığı işlerde hiç yardım ettin mi?
diye sordu bu kez.
-Hayır efendim. Annem her zaman daha fazla kitap okumamı ve iyi bir eğitim için çabalamamı istedi. Ayrıca annem benden çok daha hızlı çamaşır yıkayabilir…
Yönetici:
-Senden bir isteğim var
dedi.
-Bugün evine geri döndüğünde, git ve annenin ellerine bak, sonra da yarın sabah gel beni gör…
Genç adam, işe alınma şansının yüksek olduğunu hissediyordu. Eve döndüğünde çok mutlu bir şekilde annesine sarıldı. Kadın tam olarak ne oldu anlamamıştı ama kendini garip biçimde çok mutlu hissetti.
Delikanlı annesinin ellerini avuçlarına aldı.
O eller ne kadar da kırışık, çatlak ve çürük içindeydi. Bazı çürüklere dokunduğunda kadın elini geri çekiyordu çünkü canı yanıyordu. Bunu ilk kez fark ettiği için gencin gözleri doldu ve içi acıyla burkuldu. Annesinin ellerini kokladı, sevgiyle ve minnetle defalarca öptü.
Anladı ki annesinin ellerindeki morluklar kendisinin mezuniyeti, akademik üstünlüğü ve geleceği için ödediği bedellerdi…
Sofrayı o gece kendisi hazırladı, uzun uzun annesi ile sohbet etti ve yatmasına yardım etti. Ardından evi toparlayıp kalan çamaşırların tamamını yıkadıktan sonra yorgun bir şekilde uykuya daldı.
Ertesi sabah, mülakatın üçüncü aşaması için tekrar yöneticinin karşısındaydı.
Yönetici gencin gözlerindeki hüznü, acıyı hemen fark etmişti.
-Dün evinde ne yaptığını ve ne öğrendiğini bana anlatır mısın?
-Annemi ne kadar ihmal ettiğimi gördüm. Onunla uzun uzun sohbet ettim, sofrayı kurdum, evi temizledim ve kalan tüm kıyafetleri de yıkadım
dedi. Yönetici buna karşılık
-Şimdi bana Lütfen duygularını söyle
Deyince delikanlı başı öne eğip sıraladı:
-Öncelikle takdirin ne demek olduğunu şimdi biliyorum. Annem olmasaydı bugün başarılı olamazdım.
Sonra tek başına bir şeyler başarmanın ne kadar zor olduğunu, birlikten kuvvet doğacağını çok iyi anladım
Ve nihayet, aile ilişkisinin önemini, değerini ve bunun daima takdir edilmesi gerektiğini anladım ki buna vefa da diyoruz…
Yönetici:
-İşte bunlar, benim yöneticimde aradığım şeyler…
dedi ve sözlerini tamamladı:
-Başkalarının yardımını takdir edebilecek, başkaları ile iş yaparken onların çektiklerini anlayabilecek ve daha lüks bir yaşam sürdürmeyi tek hedef görmeyecek, ‘dost biriktirmeyi’ önemseyecek birini işe almak istiyorum…
Ve delikanlı, kutlarım sizi… işe alındınız!”
★★
Bu hikâyeyi, öğretmenliğe başladığım ilk yıl, 1992’de Ankara’da tanıştığım eğitim yöneticisi sevgili Güner Aksoy’un geçen bahar yaptığı bir sosyal medya paylaşımından alıntılıyorum. Başta da dediğim gibi esas yazarını maalesef belirleyemedim.
Ama hikâyedeki genç, bana çok yakından tanıdığım, önce mülakatını yaptığım, sonra birlikte çalıştığım çok değerli, çok çalışkan ve çok yetenekli bir takım arkadaşımı anımsattı.
İki farkla tabii:
İlki: Benim mülakatını yaptığım kişi bir genç kızdı…
ikincisi: Benim hikâyemdeki öğretmen annesiyle değil, babasıyla yaşıyordu. Annesini yıllar önce yitirmişti ve babasının kendisini ne denli büyük fedakârlıklarla büyüttüğünün farkındaydı.
Ben sormadan o anlatmıştı hikâyeyi…