
Her şeyi onaylama duygusu, bir bardak suyu devirse onda sele kapılacağı duygusu yada insanın kendini kandırma içgüdüsü yekun bir salgın... Günün ışığı şüphe, karanlığı sindirme… Her ‘eyvah’ bir vicdan inzibatı… Yarınını yaşayanın dünü olmaz ya! Baygınlar bu sebeple asırlardır hafızasız…
Düne yaslanmayan her şeye karşı sefil bir riyakar sempati içindeyiz. Çıkarların bütünlüğü bozduğu, yaradılıştaki tabiliği savsaklama kolaylığı, bizi ötürü mutluluklara ulaştıracaksa, hep varız!.. Yaşlı korkular genç cesaretlere fistan giydirse bile!
Bilinçsiz mutluluk, bütünüyle kendinin olamama, yarım tur şampiyonlarını üretti. Uyduran, uluyan, atı yerine kişneyen kim varsa beri gelsin... Ensesini değil anlını saklayan kim varsa, seçilmiş, atanmışların mutluluk(!) koleksiyonu yaptığı, uzandığı zaman türbe, yürüdüğü zaman kitle olan kim varsa, geleneksel yazıklarımızın tatlandırılmış zehirleri hazzında…
Ömeri olmayan, eldivensiz bir şehir gibi…
Baş kubur, gözler mahmur, ses cazur cuzur, göğüs kılları ıhlamur, göbeği abur cubur, bacakları langır lungur… İşte size günübirlik insan modeli… Fırattan salyaya…
Serçe kurutup tablolarına yapıştıran natürel zihniyet… Ekâbir ressamlar mutluluk(!) çizmeye devam ediyor. Tarihin diplomalarını yırtan, güneşlerine şalter bağlanan mazlumlar, mahzunların resmi… Kapağına zehir sürülmüş sır romanları…
Bakıyorum da, sanki insanların sükûttan başka özgürlüğü kalmamış…
Arıza metafizik, tamir mekanik…
Aritmetik sınavı gibi geçen günler. İki ile iki hep dört etmeme sansı yok… Sınav bitince kalem kavağa geri verilecek, silgi abdest takunyasına… Ama üşüyen tilki hiçbir zaman hanımefendiden kürkünü geri alamayacak… Abartı umutlar kellere tarak satacak, yeşilçam sineması duyguları içinde, şapkalı adam ezan okunurken melodiye başlayan köpeği yorumlayıp duracak…
Mizaç, derinlik, olgunluk, zaman ve mekân tefekkürü, hayal ve etik, diklenme ve haykırma, lirizm, eda ve estetik ruhu, mantık, akıl, belagat ve hırçınlık, şive ve zarafet, irfan ve incelik, usul ve sistem, tarih ölçüsü, görgü ve merak, fonetik fikri, velhasıl ne varsa karantinada…
Başı kopmuşla başı önünde olanın ne farkı ola ki?
Kıblesini ayakları üzerine taşıyan kendine secde yapıyor demektir. Bu yüzden mutlak ahengin telkini olması gereken hayat, beşeri algılarının aşüftesi olup kaldı. Kılıcını verip su alan sahra hararetliler bu cümleden.
Adımları geri veren biri olsa elbet başa döneceğiz. Ne karanlık sabahı bekleyecek, ne aydınlık karanlığı…
Menzil kusmuğu gibi birileri halen yürüyor… Zaman kurnaz, mekan umursamaz… Ve gidin diyorlar.. Biz ne yaparsak doğrudur ve doğrularımız şükrünüzün sigortalarıdır…
Ve biz ne yapsak diye şaşkınız…
Düne yaslanmayan her şeye karşı sefil bir riyakar sempati içindeyiz. Çıkarların bütünlüğü bozduğu, yaradılıştaki tabiliği savsaklama kolaylığı, bizi ötürü mutluluklara ulaştıracaksa, hep varız!.. Yaşlı korkular genç cesaretlere fistan giydirse bile!
Bilinçsiz mutluluk, bütünüyle kendinin olamama, yarım tur şampiyonlarını üretti. Uyduran, uluyan, atı yerine kişneyen kim varsa beri gelsin... Ensesini değil anlını saklayan kim varsa, seçilmiş, atanmışların mutluluk(!) koleksiyonu yaptığı, uzandığı zaman türbe, yürüdüğü zaman kitle olan kim varsa, geleneksel yazıklarımızın tatlandırılmış zehirleri hazzında…
Ömeri olmayan, eldivensiz bir şehir gibi…
Baş kubur, gözler mahmur, ses cazur cuzur, göğüs kılları ıhlamur, göbeği abur cubur, bacakları langır lungur… İşte size günübirlik insan modeli… Fırattan salyaya…
Serçe kurutup tablolarına yapıştıran natürel zihniyet… Ekâbir ressamlar mutluluk(!) çizmeye devam ediyor. Tarihin diplomalarını yırtan, güneşlerine şalter bağlanan mazlumlar, mahzunların resmi… Kapağına zehir sürülmüş sır romanları…
Bakıyorum da, sanki insanların sükûttan başka özgürlüğü kalmamış…
Arıza metafizik, tamir mekanik…
Aritmetik sınavı gibi geçen günler. İki ile iki hep dört etmeme sansı yok… Sınav bitince kalem kavağa geri verilecek, silgi abdest takunyasına… Ama üşüyen tilki hiçbir zaman hanımefendiden kürkünü geri alamayacak… Abartı umutlar kellere tarak satacak, yeşilçam sineması duyguları içinde, şapkalı adam ezan okunurken melodiye başlayan köpeği yorumlayıp duracak…
Mizaç, derinlik, olgunluk, zaman ve mekân tefekkürü, hayal ve etik, diklenme ve haykırma, lirizm, eda ve estetik ruhu, mantık, akıl, belagat ve hırçınlık, şive ve zarafet, irfan ve incelik, usul ve sistem, tarih ölçüsü, görgü ve merak, fonetik fikri, velhasıl ne varsa karantinada…
Başı kopmuşla başı önünde olanın ne farkı ola ki?
Kıblesini ayakları üzerine taşıyan kendine secde yapıyor demektir. Bu yüzden mutlak ahengin telkini olması gereken hayat, beşeri algılarının aşüftesi olup kaldı. Kılıcını verip su alan sahra hararetliler bu cümleden.
Adımları geri veren biri olsa elbet başa döneceğiz. Ne karanlık sabahı bekleyecek, ne aydınlık karanlığı…
Menzil kusmuğu gibi birileri halen yürüyor… Zaman kurnaz, mekan umursamaz… Ve gidin diyorlar.. Biz ne yaparsak doğrudur ve doğrularımız şükrünüzün sigortalarıdır…
Ve biz ne yapsak diye şaşkınız…