
Türk Tabipler Birliği, geçtiğimiz çarşamba günü sosyal medya hesabı aracılığıyla paylaştı:
‘Türkiye’de sağlık çalışanları, normal vatandaşlara oranla 8 buçuk kat daha fazla Covid-19’a yakalanıyorlar.’
Ama biz iyi biliyoruz, onlar cepheden kaçmıyorlar, işlerinin başındalar!
Bu kahramanlık değil de nedir?
Peki, hayatlarımızda böyle gerçek kahramanlar varken bizim yapay kahramanlara ihtiyaç duyuyor olmamız nasıl açıklanabilir?
Amerikan geleneksel abartı kültürünün ürünü ve gerçekten ihtiyaç duyulduğunda ortadan kayboluveren yapay kahramanları; Örümcek Adam’ı, Superman’i, Batman’i, Hulk’ı mitleştirmemiz mesela…
Neden?
Ütopyalarla, sanatsal gerçeklikle, sosyal-psikolojiyle -belki de daha çok pazarlama sanatıyla ilgili- bu analizi bir yana bırakıp kahraman sağlık emekçilerine de tekrar dönmek üzere, şimdi inanılmaz bir kahramanın hikâyesine, gerçek bir hikâyeye göz atalım:
Hacı Altıner…
O, genç kuşaklara tanıtmayı ve kendisini hak ettiği biçimde onurlandırmayı pek başaramadığımız gerçek kahramanlardan biri. Gerçi hakkında yazıldı, özellikle Yılmaz Özdil’in Hacı Altıner hakkındaki yazısı ve TV söyleşisi çok ses getirmişti. Ben de YouTube’da izlemiştim o söyleşiyi.
Ama o kadar işte…
‘Vay be, neler varmış!’ dedikten hemen sonra çayımızdan bir fırt çekip kumandanın tuşlarına davranmış ve kendi serisinin bilmem kaçıncı filmi olan ‘Örümcek Adam falan filan…’ı seyre dalmıştık.
Halbuki gerçeten de ‘Vay be’ idi ve ne adamlar varmış meğer!
Kars-Sarıkamış’ın İslamsor köyünden Piyade Er Hacı Altıner gibi…
O, Kore Savaşında, ünlü Kunuri Muharebesi’nde 14 mermi yarası aldıktan sonra arkadaşlarına ‘Ben ölüyorum. Beni burada bırakın. Yanıma 1 makineli tüfek ve 1 sandık mermi koyun, siz çekilirken ben size zaman kazandırırım’ diyor.
Üstelik o haldeyken, saatlerce çatışıp yeni yaralar almasına rağmen ölmüyor, öldürülemiyor ve tek başına düşmanı püskürtmeyi başarıyor. Delik deşik haldeki Hacı’yı Amerikalılar mevzisinde bulup tedavi ediyor.
O sıradışı asker, yaraları sarıldıktan sonra son dirhemine kadar hak ettiği ünvanla, ‘Savaş Kahramanı’ ünvanıyla, ardından Fransızların ünlü Legion D’Honneur nişanıyla ödüllendiriliyor ve Kore kahramanlarının simgesi olarak Amerika'ya davet ediliyor.
26 Ekim 1951 günü ABD’nin Demokrat kökenli Başkanı Harry S. Truman, kahraman Türk askerini öyle oval ofiste falan da değil, evinde, başkanlık konutunda bizzat ağırlıyor. Ailesiyle tanıştırıyor, birlikte akşam yemeği yiyorlar. Birkaç gün sonra Başkan Truman, o gerçek kahramanı Amerikan Ordusu’nun en önemli askeri madalyası olan ‘Gümüş Yıldız’ ile onurlandırıyor ve kendisinden bütün Amerikan eyaletleri ziyaret etmesini istiyor. Bunun için film prodüksiyonunu andıran çok özel bir organizasyon hazırlatıyor.
Gözünüzde ‘Kaptan Amerika’ filmi canlandı, değil mi?
İşte aynen öyle oluyor…
Emperyalizmin ‘İşimi bitirinceye kadar benim kahramanımsın’ yaklaşımı ve o ünlü Amerikan propaganda ve pazarlama makinası kusursuz işliyor. Bu arada Amerikalılar bizim Hacı’yı tanıyınca ondan o kadar etkileniyorlar ki tarifi mümkün değil. Kendisine Amerikan vatandaşlığı ve sonrasında US Army’de (Amerikan Ordusu’nda) ‘Fahri Generallik’ öneriliyor.
Düşünün, kendi ordusunda ‘er’ bu adam.
Ama o ‘Burada general olacağıma Türk Ordusu’nda er olmayı tercih ederim’ diyerek teklifi reddediyor. Ardından da ‘Sıkıldım, artık ülkeme döneceğim’ diyor. Amerikalılar anlam veremiyorlar tabii.
Nasıl versinler?
Dünyalarımız aynı mı sanki?
***
Sonra…
Hacı Altıner’in Amerika serüvenlerinin üzerinden çeyrek yüzyıl kadar zaman geçiyor. Kıbrıs Çıkartması zamanında müttefikimiz (?) Amerika ile ipler iyiden iyiye kopma noktasına geliyor.
O günlerde Amerika’nın Başkan koltuğunda bu defa Cumhuriyetçi biri, Richard Nixon oturmaktadır.
Gerçek kahraman Hacı Altıner, biraz yaşlanmıştır, Amerika’ya gidemez ama Kıbrıs konusunda Türkiye’yi sürekli tehdit eden Amerikan Başkanına bir mektup yazar:
Başkan’a kendisinin Amerika'da nasıl tanındığını ve koskoca Çin birliklerini nasıl durdurduğunu hatırlatıp hala o kudrete sahip olduğunu ve gerekirse yaşına bakmadan Amerika ile tek başına savaşabileceğini söyler.
ABD’nin verdiği Gümüş Yıldız madalyasını da o mektubun zarfına koyup iade eder.
Dedik ya, o, ‘gerçek kahramandır’!
Elimizdeki sayılı fotoğraflarından birinde üniformalıdır ve Başkan Truman’ın evinde giydiği o üniformanın kolunda siyah şeritler bulunmaktadır. Her bir şerit, Kore’de aldığı ölümcül yaraların birini simgelemektedir.
Kahramanın ‘gerçekliği’ de zaten oradan gelmektedir.
Şimdi söyleyin: O müthiş kahramanın adını kaçınız işitmiştiniz?
?!?
***
Ha, asıl neyi soruyordum ben size?
‘İçimizde, bizzat kendi hayatlarımızda gerçek kahramanlar varken niye sahtelerine ihtiyaç duyarız?’ diyordum, değil mi?
Psikolojiyle ve pazarlamayla ilgili bir durum bu, biliyorsunuz. Bu da bir çeşit sığınma ihtiyacından doğuyor ve sonra kendi içinde kapitalize edilmiş son derece kârlı sığınaklar doğuruyor.
Madem nedenini bildiğimiz halde bu kadar sık yineliyoruz bu hatayı, o halde bu sorun üzerine daha fazla kafa yormamız gerekiyor. Yoksa bir gün belki biz de bir imkânsızı başarır ‘gerçek bir kahraman’ oluruz ama sonra bize de Hacı gibi yazık olur.
Olmasın öyle!
***
Şimdi kendi zamanımıza dönüyorum ve 2020’nin karabasanlı dünyasının tartışmasız en önemli kahramanlarını; doktorları, hemşireleri, hasta bakıcıları, özetle tüm sağlık emekçilerini ve onlarla birlikte salgına karşı mücadeleyi sürdüren bilim insanlarını ayakta alkışlıyorum.
Yetmez! Önümü ilikliyorum ve önlerinde saygıyla başımı eğiyorum.
Bu da yetmez! Onların kahramanlığı sözcüklere sığmaz.
Ama siz sığdırmaya teşebbüs edecekseniz ya da bu hususta azıcık kuşkunuz varsa lütfen önce bu akşam iş çıkışı gelişigüzel bir hastane ziyareti yapın, herhangi bir acil servis doktoruyla konuşmayı deneyin, sonra çıkıp şehrinizdeki Covid kliniğini gözlemleyin…
Aman ha sağlığınızı riske etmeyin; maskenizi taktıktan sonra güvenli fiziksel mesafe kuralına uyarak yapın bunları.
Bu kadarıyla bile daha net göreceksiniz. Oturma odanızdan bakarak çıplak gerçeği göremeyebilirsiniz.
Bunları yaptığım için…
Ben, böyle bir zamanda sağlık emekçilerini üzecek ve mücadele şevklerini kıracak her tür girişimi, saldırıyı ve politik açıklamayı yadırgıyorum, doğru bulmuyorum!
Bu bağlamda sarf edilen ağır söz, dile getirilen eleştirel görüş, ister bir tek doktora yönelik olsun, ister sağlık alanındaki bir meslek kuruluşuna; şimdi zamanı değil. Hiç değil.
Savaş zamanında cephedeki askerimize yaptığımız gibi, şu sıralar da sağlığımızı emanet ettiğimiz insanlara koşulsuz güvenme ve samimiyetle destek olma zamanıdır.
Bu benim görüşüm tabii, siz ne kadar katılırsınız, bilmem.
Gerisini de zaferi kazandıktan sonra zaten konuşuruz.
Nokta !
‘Türkiye’de sağlık çalışanları, normal vatandaşlara oranla 8 buçuk kat daha fazla Covid-19’a yakalanıyorlar.’
Ama biz iyi biliyoruz, onlar cepheden kaçmıyorlar, işlerinin başındalar!
Bu kahramanlık değil de nedir?
Peki, hayatlarımızda böyle gerçek kahramanlar varken bizim yapay kahramanlara ihtiyaç duyuyor olmamız nasıl açıklanabilir?
Amerikan geleneksel abartı kültürünün ürünü ve gerçekten ihtiyaç duyulduğunda ortadan kayboluveren yapay kahramanları; Örümcek Adam’ı, Superman’i, Batman’i, Hulk’ı mitleştirmemiz mesela…
Neden?
Ütopyalarla, sanatsal gerçeklikle, sosyal-psikolojiyle -belki de daha çok pazarlama sanatıyla ilgili- bu analizi bir yana bırakıp kahraman sağlık emekçilerine de tekrar dönmek üzere, şimdi inanılmaz bir kahramanın hikâyesine, gerçek bir hikâyeye göz atalım:
Hacı Altıner…
O, genç kuşaklara tanıtmayı ve kendisini hak ettiği biçimde onurlandırmayı pek başaramadığımız gerçek kahramanlardan biri. Gerçi hakkında yazıldı, özellikle Yılmaz Özdil’in Hacı Altıner hakkındaki yazısı ve TV söyleşisi çok ses getirmişti. Ben de YouTube’da izlemiştim o söyleşiyi.
Ama o kadar işte…
‘Vay be, neler varmış!’ dedikten hemen sonra çayımızdan bir fırt çekip kumandanın tuşlarına davranmış ve kendi serisinin bilmem kaçıncı filmi olan ‘Örümcek Adam falan filan…’ı seyre dalmıştık.
Halbuki gerçeten de ‘Vay be’ idi ve ne adamlar varmış meğer!
Kars-Sarıkamış’ın İslamsor köyünden Piyade Er Hacı Altıner gibi…
O, Kore Savaşında, ünlü Kunuri Muharebesi’nde 14 mermi yarası aldıktan sonra arkadaşlarına ‘Ben ölüyorum. Beni burada bırakın. Yanıma 1 makineli tüfek ve 1 sandık mermi koyun, siz çekilirken ben size zaman kazandırırım’ diyor.
Üstelik o haldeyken, saatlerce çatışıp yeni yaralar almasına rağmen ölmüyor, öldürülemiyor ve tek başına düşmanı püskürtmeyi başarıyor. Delik deşik haldeki Hacı’yı Amerikalılar mevzisinde bulup tedavi ediyor.
O sıradışı asker, yaraları sarıldıktan sonra son dirhemine kadar hak ettiği ünvanla, ‘Savaş Kahramanı’ ünvanıyla, ardından Fransızların ünlü Legion D’Honneur nişanıyla ödüllendiriliyor ve Kore kahramanlarının simgesi olarak Amerika'ya davet ediliyor.
26 Ekim 1951 günü ABD’nin Demokrat kökenli Başkanı Harry S. Truman, kahraman Türk askerini öyle oval ofiste falan da değil, evinde, başkanlık konutunda bizzat ağırlıyor. Ailesiyle tanıştırıyor, birlikte akşam yemeği yiyorlar. Birkaç gün sonra Başkan Truman, o gerçek kahramanı Amerikan Ordusu’nun en önemli askeri madalyası olan ‘Gümüş Yıldız’ ile onurlandırıyor ve kendisinden bütün Amerikan eyaletleri ziyaret etmesini istiyor. Bunun için film prodüksiyonunu andıran çok özel bir organizasyon hazırlatıyor.
Gözünüzde ‘Kaptan Amerika’ filmi canlandı, değil mi?
İşte aynen öyle oluyor…
Emperyalizmin ‘İşimi bitirinceye kadar benim kahramanımsın’ yaklaşımı ve o ünlü Amerikan propaganda ve pazarlama makinası kusursuz işliyor. Bu arada Amerikalılar bizim Hacı’yı tanıyınca ondan o kadar etkileniyorlar ki tarifi mümkün değil. Kendisine Amerikan vatandaşlığı ve sonrasında US Army’de (Amerikan Ordusu’nda) ‘Fahri Generallik’ öneriliyor.
Düşünün, kendi ordusunda ‘er’ bu adam.
Ama o ‘Burada general olacağıma Türk Ordusu’nda er olmayı tercih ederim’ diyerek teklifi reddediyor. Ardından da ‘Sıkıldım, artık ülkeme döneceğim’ diyor. Amerikalılar anlam veremiyorlar tabii.
Nasıl versinler?
Dünyalarımız aynı mı sanki?
***
Sonra…
Hacı Altıner’in Amerika serüvenlerinin üzerinden çeyrek yüzyıl kadar zaman geçiyor. Kıbrıs Çıkartması zamanında müttefikimiz (?) Amerika ile ipler iyiden iyiye kopma noktasına geliyor.
O günlerde Amerika’nın Başkan koltuğunda bu defa Cumhuriyetçi biri, Richard Nixon oturmaktadır.
Gerçek kahraman Hacı Altıner, biraz yaşlanmıştır, Amerika’ya gidemez ama Kıbrıs konusunda Türkiye’yi sürekli tehdit eden Amerikan Başkanına bir mektup yazar:
Başkan’a kendisinin Amerika'da nasıl tanındığını ve koskoca Çin birliklerini nasıl durdurduğunu hatırlatıp hala o kudrete sahip olduğunu ve gerekirse yaşına bakmadan Amerika ile tek başına savaşabileceğini söyler.
ABD’nin verdiği Gümüş Yıldız madalyasını da o mektubun zarfına koyup iade eder.
Dedik ya, o, ‘gerçek kahramandır’!
Elimizdeki sayılı fotoğraflarından birinde üniformalıdır ve Başkan Truman’ın evinde giydiği o üniformanın kolunda siyah şeritler bulunmaktadır. Her bir şerit, Kore’de aldığı ölümcül yaraların birini simgelemektedir.
Kahramanın ‘gerçekliği’ de zaten oradan gelmektedir.
Şimdi söyleyin: O müthiş kahramanın adını kaçınız işitmiştiniz?
?!?
***
Ha, asıl neyi soruyordum ben size?
‘İçimizde, bizzat kendi hayatlarımızda gerçek kahramanlar varken niye sahtelerine ihtiyaç duyarız?’ diyordum, değil mi?
Psikolojiyle ve pazarlamayla ilgili bir durum bu, biliyorsunuz. Bu da bir çeşit sığınma ihtiyacından doğuyor ve sonra kendi içinde kapitalize edilmiş son derece kârlı sığınaklar doğuruyor.
Madem nedenini bildiğimiz halde bu kadar sık yineliyoruz bu hatayı, o halde bu sorun üzerine daha fazla kafa yormamız gerekiyor. Yoksa bir gün belki biz de bir imkânsızı başarır ‘gerçek bir kahraman’ oluruz ama sonra bize de Hacı gibi yazık olur.
Olmasın öyle!
***
Şimdi kendi zamanımıza dönüyorum ve 2020’nin karabasanlı dünyasının tartışmasız en önemli kahramanlarını; doktorları, hemşireleri, hasta bakıcıları, özetle tüm sağlık emekçilerini ve onlarla birlikte salgına karşı mücadeleyi sürdüren bilim insanlarını ayakta alkışlıyorum.
Yetmez! Önümü ilikliyorum ve önlerinde saygıyla başımı eğiyorum.
Bu da yetmez! Onların kahramanlığı sözcüklere sığmaz.
Ama siz sığdırmaya teşebbüs edecekseniz ya da bu hususta azıcık kuşkunuz varsa lütfen önce bu akşam iş çıkışı gelişigüzel bir hastane ziyareti yapın, herhangi bir acil servis doktoruyla konuşmayı deneyin, sonra çıkıp şehrinizdeki Covid kliniğini gözlemleyin…
Aman ha sağlığınızı riske etmeyin; maskenizi taktıktan sonra güvenli fiziksel mesafe kuralına uyarak yapın bunları.
Bu kadarıyla bile daha net göreceksiniz. Oturma odanızdan bakarak çıplak gerçeği göremeyebilirsiniz.
Bunları yaptığım için…
Ben, böyle bir zamanda sağlık emekçilerini üzecek ve mücadele şevklerini kıracak her tür girişimi, saldırıyı ve politik açıklamayı yadırgıyorum, doğru bulmuyorum!
Bu bağlamda sarf edilen ağır söz, dile getirilen eleştirel görüş, ister bir tek doktora yönelik olsun, ister sağlık alanındaki bir meslek kuruluşuna; şimdi zamanı değil. Hiç değil.
Savaş zamanında cephedeki askerimize yaptığımız gibi, şu sıralar da sağlığımızı emanet ettiğimiz insanlara koşulsuz güvenme ve samimiyetle destek olma zamanıdır.
Bu benim görüşüm tabii, siz ne kadar katılırsınız, bilmem.
Gerisini de zaferi kazandıktan sonra zaten konuşuruz.
Nokta !